Buradasınız
Dayanışmayı ve Kardeşliği Yükseltelim!

Altını kalınca çizmek isteriz ki, ölümlerin ve yaşanan acıların sorumlusu her şeye kâr odaklı bakan kapitalist düzendir. Van’daki kardeşlerimizi öldüren doğal afet değildir, kardeşlerimizin ölümüne sebep olanlar daha fazla para kazanmak için demirden, kumdan ve çimentodan çalan patronlardır, önlem almayan devlettir, hükümettir. Türkiye’nin bir deprem bölgesi olduğu bilinmesine rağmen geçmişten günümüze hemen hiçbir önlem alınmış değildir. Dayanıklı ve sosyal konutlar inşa etmek mümkünken, devlet ve hükümet buna yanaşmıyor. Tek amaçları daha fazla kâr olan müteahhitler ise denetlenmiyorlar ve böylece deprem büyük bir felakete dönüşüyor.
Van depremi çürüyen düzene ayna tutmuştur. Devleti güçlü gösterme kaygısı insanların yaşamının önüne geçirilmiştir. Devlet yetkilileri ve AKP hükümeti olup biteni önemsizleştirmeye çalışıyor. Depremin ilk saatlerinden itibaren “bir şey yok, her şey kontrol altında” tutumu sergilenmiştir, sergilenmektedir. Oysa deprem sonrasında tam bir can pazarı yaşanırken, ilk 24 saatte devlet ortalarda yoktu. Halk enkazların başına koşarak kendi imkânlarıyla ölüleri ve yaralıları moloz yığınları arasından çıkartmaya çalışıyordu. Türkiye’nin dünyanın 16. büyük ekonomisi olduğunu söyleyerek kıvanç duymamızı isteyenler, Van halkının yardımına 24 saat sonra gidebilmişlerdir. Nitekim gelen yoğun eleştiriler karşısında Başbakan Erdoğan yardımlarda geç kalındığını itiraf etmek zorunda kalmıştır. En küçük hak arama gösterisine dahi binlerce polisi ve panzeri yığan hükümet, ilk 24 saat içerisinde binlerce kardeşimizin acısına seyirci kalmış, yardım elini uzatmamıştır. Üstelik diğer ülkelerden gelen yardım taleplerini de ilk günlerde kabul etmeyen hükümet, utanmadan bir de “kendi gücümüzü görmek istedik” diyebilmiştir.
“Her şey kontrol altında” imajı çizmek isteyen devlet ve AKP hükümeti, sanki hiçbir şey olmamış, sanki yüzlerce insan ölmemiş, sanki büyük bir depremin üzerine onlarca artçı sarsıntı yaşanmamış, sanki binlerce bina hasar almamış gibi insanları evlerine girmeye zorlamıştır. Bununla da yetinmemiş, hasarlı evleri ve otelleri mühürlemeyerek yeni felaketlerin yolunu açmıştır. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar “bir daha deprem olmaz” diyerek halkı hasarlı evlere girmeye zorlamış, Valilik ise bu yönde halka baskı yapmıştır. Evlerine giren halkı 9 Kasımda ikinci bir deprem daha yakalamış, hasar gören iki otel çökmüş ve 40 insan daha yaşamını kaybetmiştir.
Depremden 24 saat sonra Van’a ulaşan devlet ve AKP hükümeti, bu kez de “her şey benden sorulur” tutumu takınmış, BDP’li Van ve bölge belediyelerini devre dışı bırakmaya çalışmıştır. BDP’yi düşman göstermeye çalışan AKP hükümeti, gönderilen yardımları da Kızılay eliyle kontrol altına almıştır. Bir taraftan Van’a muazzam yardımlar yağarken, öte taraftan bu yardımların neden halka ulaşmadığı, neden depolarda bekletildiği merak edilmektedir.
Beri taraftan Van depremi, topluma ekilen milliyetçilik tohumlarının filizlendiğini de gözler önüne sermiştir. Yıllardır Türk halkı Kürt halkına karşı kışkırtılıyor, iki halk arasına kin ve nefret tohumları ekilmeye çalışılıyor. Ne yazık ki toplumun bir bölümünde bu milliyetçi-şovenist nefret söylemi etkili olmuştur. Depremden sonra gerek televizyonlardan gerek gazetelerden gerekse Twitter ve Facebook gibi paylaşım sitelerinden Kürt halkına kin kusulmuştur. Milliyetçiliğin yükseltilmesinde AKP hükümetinin doğrudan sorumluluğu vardır. Bir ara “açılım”dan söz eden ve Kürt sorununun çözüleceğinden dem vuran AKP hükümeti, gelinen aşamada “Kürt sorunu yoktur” demeye başlamıştır. Kürt halkı üzerindeki baskılar artırılmış, askeri ve siyasi operasyonlara hız verilmiştir. Haksız savaşı tırmandıran AKP hükümeti, çatışmaların tırmanmasıyla milliyetçiliği gazlamış ve toplumu da bu yönde etkilemiştir. Böylece ırkçı hezeyana kapılanlar insanlıklarından çıkmış ve Kürt kardeşlerimiz acılar içinde kıvranırken “oh olsun” diyebilmişlerdir.
Her vesileyle dile getiriyoruz: Kürt ve Türk işçiler aynı sınıfın parçasıdırlar. Bizlerin çıkarları ortaktır. Bilmeliyiz ki, Türk ve Kürt yoksul gençlerinin yaşamlarının baharında ölmesinin sebebi Kürt sorununun çözülmemesidir. Her ölüm sonrasında Türk ve Kürt analarının yüreğine kor düşüyor, acı insanı kasıp kavuruyor. İnsanların acılarını fırsata dönüştürmek isteyenler ise, Türk halkını Kürt halkına karşı kışkırtmaya, iki halk arasında düşmanlık yaratmaya çalışıyorlar. İşyerlerinde ve mahallelerde Kürt kardeşini düşman olarak gören her Türk işçi, aslında kendi ayağına pranga vurmaktadır. İşyerlerinde Kürt işçileri düşman olarak gören Türk işçiler patrona karşı yalnız kalırlar. Patronlar sınıfının istediği tam da bu değil midir? Milliyetçiliği tam da bundan dolayı kışkırtmıyorlar mı? Birbirini düşman olarak gören Türk ve Kürt işçiler kıdem tazminatının gasp edilmesine ya da işsizlik sigortasından yararlanma hakkının 5 aya düşürülmesine karşı birleşebilirler mi? Kürt ve Türk emekçi çocuklarının ölmesine karşı çıkmak istiyorsak, Kürt sorununun çözülmesi için devlete ve hükümete baskı yapmalıyız. Bu haksız savaşın durdurulmasında Türk işçilerine büyük bir görev ve sorumluluk düşüyor.
Aslında tüm kışkırtmalara rağmen Türk ve Kürt halkı arasında temelde bir düşmanlık yoktur. Irkçı hezeyana kapılanları bir kenara bırakacak olursak, Türk emekçilerin büyük bir kesimi Kürt kardeşlerinin acısını yüreğinde hissetmiş ve dayanışmaya koşmuştur. Geniş emekçi kitleler hükümetin ve diğer kuruluşların başlattığı yardımlaşma kampanyasına ilgisiz kalmamışlardır. Derneğimiz UİD-DER’in başlattığı yardım kampanyasından da biliyoruz ki, Türk emekçileri ellerinden geleni yapmış, Van’daki Kürt kardeşlerine battaniyeden elektrikli sobaya, giyecekten gıdaya yüzlerce koli yardım yapmışlardır. İşte tutmamız gereken halka, halklar arasındaki bu dayanışma ve kardeşlik halkasıdır.
- Everest’e Tırmanmak da Sınıfsal!
- Filler, Karıncalar ve Kıssadan Hisse
- “Bu Sene Hiç Kiraz Yediniz mi?”
- Aşçı ya da Doktor… Çocuklarımız Ezilmekten Nasıl Kurtulur?
- Söyleyecek Sözümüz, Verecek Hesapları Olmalı
- Gazze ve İnsanlığın Onur Mücadelesi
- Bizi Güçlü Kılan Birlik ve Dayanışmadır!
- Emekten Yana Bir Bilim İnsanı: Alice Hamilton
- Kölelerin İsyanı, Ücretli Kölelerin Gücü
- İşçi Dayanışması 208. Sayı Çıktı!
- Brecht ve İşçiler İçin Sanat
- Örgütlü Olamayan Ucuz İşgücü Olur
- Komşunun Evi Yanarken…
- İşçi Gençlik Patronların Kölesi Olmayacak
- On Depo Benzin İle Ölçülen Emek
- Yaşadığımız Çağın Sorumluluğunu Almak, Guido Gibi Olmak!
- “Greve Çıktık, Elimize Ne Geçti?”
- Sağlıksız Bir Sağlık Anlayışı
- Kim Bu Herkes?
- Zeytin Ağacına Bile Düşmanlar!
Son Eklenenler
- Yalova’da bulunan Sefine Tersanesi işçileri, patronun çalışma koşullarında yaptığı tek yanlı değişikliğe karşı direnişe geçti. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın (SYDV) grevi beşinci gününde anlaşmayla sonuçlandı. Artvin Şavşat Belediyesinde...
- Milyonlarca kamu emekçisinin ve emeklisinin taleplerini boşa çıkaran 8. Dönem Toplu Sözleşme süreci, Kamu Hakem Kurulu tarafından karara bağlandı. Hakem Kurulu, 2026 yılında ilk altı ay için yüzde 11, ikinci altı ay için yüzde 7; 2027 yılı için ise...
- 1 Eylül Dünya Barış Gününde Diyarbakır’dan Ankara’ya pek çok kentte eylemler düzenlendi. Ankara’da Emek Barış ve Demokrasi Güçlerinin çağrısıyla Kolej Meydanında bir araya gelen kitle sloganlar, alkışlar ve zılgıtlar eşliğinde Sakarya Meydanına...
- Bazı zenginlerin “ölmeden yapılacaklar listesi”nde dünyanın en yüksek tepesi olan Everest’e tırmanmak vardır mesela. Zaman zaman sosyal medyada bu insanların “başarı”larını anlatan çeşitli videolar, haberler çıkar karşımıza.
- Şeker-İş Sendikasının örgütlü olduğu Kütahya Şeker Fabrikasında, Mart ayından bu yana süren toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine 30 Ağustosta başlayan grev, 3’üncü gününde sürüyor.
- İstanbul Emek Barış ve Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla İstanbul Kadıköy’de yapılan mitinge binlerce kişi katıldı. Kadıköy Söğütlüçeşme’de toplanan kitle, “Savaşa ve Sömürüye Karşı Demokrasi ve Barış Kazanacak” pankartı arkasında rıhtımdaki miting...
- Türk-İş’e bağlı Koop-İş Sendikasının örgütlü olduğu Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın (SYDV) Türkiye genelindeki 1003 kurumunda çalışan 10 bin kamu işçisi 29 Ağustosta greve çıktı.
- Güvenliğin ve danışmanın olduğu katta her 5 dakikada bir “sistemsel hata ve arıza olduğu için tüm katlarda hizmet verilemiyor” şeklinde anonslar yapılıyordu. Önce güvenliğe gidip bu yapılanın yanlış olduğunu, insanlara memurların iş bıraktığının...
- Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca adlı romanında Yaşar Kemal, sömürülenlerle sömürücüler arasındaki büyük çelişkiyi anlatır. “Çünkü” der, “sömüren güçlü azınlıkla, sömürülen ve güçsüz sanılan çoğunluk, her çağda vardı. Ama bu çelişki...
- İktidarın “Kamu Çerçeve Protokolü” sürecindeki tutumunu protesto etmek için yapılan bir eylemin ardından bir kadın işçi çevresindeki insanlara sordu: “Bu sene hiç kiraz yediniz mi?” Bu soruya evet diyen tek bir kişi çıkmadı. Kilosu 700 lirayı aşan...
- Mücadele örgütümüz UİD-DER’in saflarında yer almış her işçi kardeşimizden, çoğu zaman övgü dolu sözler duyarız. Bu sözler tesadüf değil, UİD-DER’in sınıf mücadelesinin tarihsel deneyimlerinden süzülüp gelen mücadele kültürünün bir sonucudur. Ben de...
- İstanbul Emek Barış ve Demokrasi Güçleri, 1 Eylül Dünya Barış Günü kapsamında 31 Ağustos Pazar günü Kadıköy’de bir miting düzenleyeceklerini duyurdu. Miting çağrısı, Mecidiyeköy’de bulunan Tüm Bel-Sen İstanbul Şube binasında 27 Ağustosta...
- Toplamda 6,5 milyon kamu emekçisi ve emeklisini ilgilendiren 8. Dönem Toplu Sözleşme görüşmelerinde, anlaşma sağlanamadı. Kamu İşveren Heyeti ile konfederasyonlar arasında görüşmeler çıkmaza girdiği için, süreç Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna...