Buradasınız
Televizyona Mahkûm Olmak İstemiyoruz!
Yıllar önce hakları için mücadele eden işçiler bir toplantıda tartışmaktadırlar. İşçinin birisi, kürsüde, çalışma saatlerinin uzunluğundan, boş zamanlarının olmamasından, sosyal faaliyetlere katılamamaktan şikâyet etmektedir. Bir başka işçi yerinden fırlar ve şöyle seslenir: “Neden ekmekten söz etmiyorsun?” Kürsüdeki işçinin cevabı çok anlamlıdır: “İnsan yalnızca ekmekle yaşamaz!”
Evet, insan yalnızca ekmekle yaşamaz. İnsan sadece karnını doyurarak insan olmaz. İnsanı insan yapan en temel özelliği düşünen bir canlı olarak çevresiyle ilişki kurması, üretmesi, sanattan spora, düğün dernekten yardımlaşmaya varıncaya kadar pek çok toplumsal faaliyetlere katılmasıdır. Ne var ki, adına kapitalizm denen kâr düzeninde işçilere yalnızca makine gibi üretmek dayatılıyor. İşçiler sabahın köründe işyerlerine giriyor ve akşamın karanlığında çıkıyorlar. İşçilerin önemli bir kısmı ise gece çalışıyor ve gün ışığını bile göremiyor.
Uzun ve tüketici bir çalışma gününün sonunda kendini eve atan işçi, yorgunluktan dolayı adeta “dökülüyor.” Karnını doyuran işçinin, kendini yatağa atmadan önce yapabileceği hemen hemen tek şey kalıyor: Televizyon izlemek. Böylece kısıtlı zaman tükenmiş oluyor. Hadi diyelim birazcık boş zaman yaratıldı; fakat dışarıya çıkmak, gezmek, çeşitli sosyal faaliyetlere katılmak için gerekli olan para yok! Çünkü ücretler son derece düşük ve ancak karın doyurmaya yetiyor. Meselâ yapılan araştırmalara göre, neredeyse her sınırı denize çıkan İstanbul’da milyonlarca emekçi denizi görebilmiş değildir. Boğazı göremeyenlerin sayısı ise daha fazladır. Yani işçi önce mahallesine sonra da evine hapsediliyor.
Böylece gece gündüz çalışan işçi için tek eğlence kaynağı televizyon olmaktadır, işçiye televizyon izleme dayatılmaktadır. Örneğin araştırmalara göre, Türkiye’de kişi başına televizyon izleme süresi günde ortalama 4 saattir. Olanaksızlıklardan dolayı, işten sonra yorgun argın televizyonun karşısına oturan işçi, son derece kısıtlı olan zamanını da bu şekilde tüketmektedir.Televizyon izlemek elbette yadırganması gereken bir şey değildir. Düşünülmesi gereken şey, medya gibi devasa bir aracı elinde bulunduran patronların, dünyada milyarlarca emekçiye televizyon yoluyla nasıl hükmettiğidir. Patronlar topluma kendi doğrularını, yani düşüncelerini benimseterek kabul ettirmek isterler ve bunun için medyayı kullanırlar. Televizyon ve gazetelerin yayın kurulları, bilgiyi gizlemek, eksik vermek, çarpıtmak, seçerek vermek ve yorumlamak suretiyle toplumu yanıltır, yani kendi amaçları doğrultusunda yönlendirir veya etkilerler.
Televizyon her eve girmiş, her odanın köşesine yerleşmiş, işten arta kalan tüm zamanı ele geçirmiş, insanları kendine esir etmiştir. Patronlar sınıfı, televizyon aracılığıyla işçi-emekçilerin bilincini şekillendirmeye çalışıyor. Egemenlerin fikirlerini yansıtan haberler, programlar, filmler ve daha niceleriyle emekçiler sürekli olarak bombardıman altında tutuluyorlar. Yaşanan sorunların, haksızlıkların sorgulanmasına fırsat tanınmıyor.
Aşırı TV izlenmesi insanları tepki vermeyen bir konuma iter, insanların toplumla iletişimini kopararak yalnızlaştırır. İşte uzun ve yorucu bir çalışma gününün sonunda televizyonun karşısına geçen işçiyi böylesi bir tehlike beklemektedir. Evle iş arasına sıkıştırılan, genel olarak mahallesinden çıkamayan, sosyal faaliyetlere katılamayan işçi, ayrıca televizyona mahkûm edilerek toplumdan kopartılmak istenmektedir.
Televizyon yoluyla patronlar sınıfı, ruhları ve beyinleri esir almaya çalışır. İşçilerin, haksızlık eden patrona karşı durabilecek kadar cesur, sendikalarına sahip çıkacak kadar bilinçli olması istenmez. Bunu sağlamak için magazin programlarında işçilerin ne tür hayatlara özenmesi gerektiği anlatılır. Magazin programlarında yoksul insanların hayatları değil, sosyeteden insanların hayatlarının yayınlanması boşuna değildir. İmrenmemiz gereken, benzememiz gereken onların ahlâkı, onların düşünceleri, onların ilişkileridir!
Gerçeklerin toplumdan saklanması, o gerçeklerin yok edilebileceği anlamına gelmez. Patronlar sınıfı gerçekleri ne kadar gizlerse gizlesin, medya ne kadar çarpıtırsa çarpıtsın, işçi sınıfının mücadelesi sürüyor. Kötü iş ve yaşam koşullarına, düşük ücretlere, sosyal yaşamın engellenmesine karşı birleşen işçiler, patronların saltanatına da medyanın yalanlarına da son verecek!
Gemide İş Cinayeti!
- Zeytinyağı, Margarin, Süt Tozu
- Toplumsal Sorunların Bireysel Çözümü Mümkün mü?
- Gelişen Ufkumuz, Değişen Dünyamız
- Köşemize Çekilmiyoruz, Emekçi Gençlik Köşemizle Güçleniyoruz!
- Her Şeyi Paraya Bağlayanlar Kim?
- Devlet Bütçesi Kimin Bütçesi?
- İşçilerin Tek Çıkış Yolu Birlik, Dayanışma ve Mücadeledir!
- İşçi Dayanışması 200. Sayı Çıktı!
- Muhammed Ali’nin Haykırışı ve Gerçek Düşmanlar
- Kapatılan Ocakların Susmayan Bandosu
- Umut Sende Bende Bizde...
- “Ne Olacak Bu Memleketin Hali?”
- Anastasya, Dilan ve Hafızamız
- Ülkeyi Şirket Gibi Yönetmek…
- İşçilerin Birliği ve Dayanışması Güçlendikçe Umut da Büyür!
- İşçi Dayanışması 199. Sayı Çıktı!
- Gerçek Adalet Mücadelemizle Gelir
- Özgür Olmak Demek…
- Hangisi Daha Zor?
- Olur Kardeşim Olur!
Son Eklenenler
- İşçi Dayanışması yayınlandığı ilk günden bu güne biz işçilere kocaman bir sınıf olduğumuzu, yaşamlarımızın, sorunlarımızın ve çözüm yollarının ne kadar yakın olduğunu anlatmaya devam ediyor. Yazıların kaleme alınmasından görsellerin hazırlanmasına,...
- İstanbul Planlama Ajansının (İPA) Ekim ayı araştırmasına göre, İstanbul’da ortalama stres seviyesi 10 üzerinden 6,9 çıktı. Aslında bu veri sadece İstanbul’u yansıtmıyor. Mersin olsun, İstanbul olsun hiç fark etmiyor: Stres seviyemiz artıyor,...
- Sevgili işçi kardeşlerim, başlıktaki sözlere gelmeden meramımın tamamını anlatmak için 6 ay geriye gitmem gerekiyor. Mayıs ayının son haftasında iki azı dişime kanal tedavisi için Dokuz Eylül Üniversitesi diş bölümüne randevu alarak gitmiştim. İki...
- “Zeytinyağlı yiyemem aman/ basma da fistan giyemem aman…” Kütahya ya da Bursa yöresine ait olduğu düşünülen bu türkü düğünlerde, keyifli eş dost toplantılarında hep bir ağızdan söylenir. Hatta eğlenceli ritmi karşılıklı oynamaya da teşvik eder....
- Hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı korkunç boyutlara ulaştı. Emekçiler olarak temel ihtiyaçlarımız olan barınma, beslenme gibi ihtiyaçlarımızı karşılamakta zorlanıyoruz. Aldığımız maaşlarla kirayı mı ödeyelim, karnımızı mı doyuralım diye kara kara...
- Kapitalist sistemde yaşıyoruz ve bu sistemin yol açtığı büyük-küçük pek çok sorunla boğuşuyoruz. Peki sorunlarımızı çözmek için ne yapıyoruz? Örneğin pek çoğumuzun ailesinde çocuk, hasta, yaşlı ya da engelli olduğu için bakıma muhtaç yakınlarımız...
- İşçi Dayanışması çıktığında her birimiz ilk görüşte etkilendiğimiz yazıyı seçiyoruz. Neden etkilendiğimizi, yazının bizi nasıl etkilediğini, neyi düşünmemizi sağladığını anlatıyoruz birbirimize. Bu yazıyı herhangi bir arkadaşımıza nasıl ve neden...
- Mutsuzluk ve umutsuzluk gençler arasında adeta bir salgın gibi yayılıyor. Etrafımıza, arkadaşlarımıza bakıyoruz, yaşamdan tat alamadığını söyleyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. “Her günüm bir öncekiyle aynı”, “yarından bir beklentim yok”, “bana...
- Biz işçiler haftanın her günü vardiyalı bir şekilde 24 saat çalışırız. Yeri gelir Pazar mesai yaparız. Dinlenmeye, ailemize vakit ayırmaya zaman bulamayız. Sanki biz işçiler için hayat sadece çalışmaktan ibaretmiş gibi. Fabrikada mühendis bir...
- Eskiden her sorunun beni bulduğunu, bu sorunları yaşayan tek kişinin ben olduğumu düşünüyordum. Sonra UİD-DER ile tanıştım ve İşçi Dayanışması’nı düzenli olarak okumaya başladım. Bir genç olarak, gençlik yazılarını okudukça bu sorunları yalnızca...
- Ben büyük bir tekstil fabrikasında çalışıyorum. Başta Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek olmak üzere siyasi iktidar sözcülerinin, asgari ücret zammının hedeflenen enflasyon oranına göre yapılacağını her fırsatta söylemelerine rağmen asgari ücrete...
- Son günlerde sohbet edebildiğim her insana Türkiye’deki Suriyeliler hakkında ne düşündüklerini soruyorum. Devamındaysa nerede dünyaya geldiklerini, neden göçüp büyük kentlere geldiklerini soruyorum. Son olarak aile büyüklerinin nerelerden göçerek...
- Sevgili işçi kardeşlerim, 8 yaşına kadar babasız, 8 yaşından sonraysa hem anasız hem de babasız büyümüş sayılırım. 12-13 yaşıma kadar mahallede ve çalıştığım fabrikada anası-babası yanında olan arkadaşlarıma imrenmiş, onları kıskanmışımdır. O halimi...