Buradasınız
“Zararlı” Olan Üzerine Bir Öykü
Gazi Mahallesi’nden bir gıda işçisi

Anne ve baba, hayattaki en önemli varlıklarıdır insanın. Dünyaya gözlerimizi ilk açtığımızda önce onları görürüz. Sevgi doludur bakışları. İlk olarak onları tanırız kokularından. Bizim dilimizden bir tek onlar anlar. Onların gözleriyle tanımaya başlarız hayatı. İyiyi ve kötüyü onlar öğretmeye başlar bize. Anlatılırdı masallar ve biz büyürdük farkında olmadan. Anne emek verirdi eskiden, baba ise ekmek getirirdi eve. Şimdi, hem anne hem de baba, emek veriyor, eve ekmek getiriyor. Ama o ekmek ki büyütmüyor bizi artık ve yetmiyor yarına umutla bakmamıza.
Çocukken ilk “zararlı” kelimesini annemden duymaya başlamıştım. Bir defasında eve gelen misafirler lokum getirmişti. Ama ne lokumdu o, hala onu yerkenki o halim gelir gözümün önüne. Annem lokumu bizim bulamayacağımız bir yere saklamıştı. Ama ben lokumu bulup tam yemeğe başlamıştım ki yakalandım. Annem kızdı ve bağırıp çağırdı. Sonra da gönlümü almak için başladı zararlarını anlatmaya. Zararlı kelimesini hiç sevmemiştim ta o zamanlar; lokumları doyasıya yiyemedim diye. Karnımı doyurmak için oturduğumda sofraya, çok yemek yemek “zararlı” dendi ve çocukken çoğu zaman doymadan kalktım sofradan. Yarım yamalak büyüyorduk işte, bizden öncekiler gibi. Artık babam sevgi dolu bakışlarını gezdirmiyordu üstümüzde. Çünkü midem büyümüş, ihtiyaçlarım artmıştı ve babam düşünmeye başlamıştı. Benim gibi üç kocaman mide daha vardı, o midelerin sahipleri de kardeşlerimdi.
Dışarı çıkardım ve benim gibi yarım yamalak büyüyen çocuklarla oyunlar oynardık. Ara sıra bahçesi olan evlerin önünden geçerdik. Ağaçlarda, ilişirdi meyvelerin en küçük hali gözümüze. Bir keresinde bir elma ağacına dadanmıştık. Bahçenin sahibi olan iriyarı bir adam, babamı andıran bakışlarıyla hızla bize doğru koşuyordu. Ağzına gelen bütün küfürleri sıralamıştı bize. Ve eklemişti “bu ağaç ilaçlı o meyveleri yemeyin onlar “zararlı”, hasta olursunuz.” Kim dinler adamı?
Okula gidip öğretmeni dinleyecek kadar büyümüştüm artık. Öğretmenim hep anlatırdı bize bir şeylerin “zararlı” olduğunu. Beslenmeye dikkat etmek lazım derdi. Birçok yiyecek sayardı ve bu besin maddelerini yemeyin derdi. (Çikolata, şeker, kola, sucuk, salam vb.) Zaten öğretmenimin saydığı o zararlı besin maddeleri bizim evi bırak, sokağımıza çok uğramazdı. Her sabah fırın fırın gezip bayat ekmek arıyorduk daha “sağlıklı” beslenmek için!
Sokaklarda oyun oynamakla beraber okul da bitti ve bir atölyede çalışmaya başladım. Artık yediğim ekmeği kendim kazanıyordum. Dilediğim kadar yiyebiliyordum, aman çok yeme “zararlı” diyen kimse yoktu. Hatta tam tersini söylüyordu annem ve atölyedeki usta: “Çok yemek ye ki, daha çok çalışasın.” Çok yemek olmasa da bolca ekmek yiyordum ve ustamı da dinliyordum çok çalışarak. Çok çalışmanın hep iyi bir şey olduğu söylenirdi. Annem ve babam övünürdü, “benim çocuğum çok çalışkan” diye, başkalarının yanında. Ustam methiyeler dizerdi beni başkalarına anlatırken ama benim yanımda hep bağırır çağırırdı “haydi çabuk ol” diye. Güya şımarıklık etmeyeyim diyeymiş. Çok çalıştım, çok çabaladım, yarım yamalak da olsa büyümeyi ben de başardım, tıpkı benim gibi milyonlarla birlikte. Bu hayat hikâyesinin sahibi hâlâ çalışıyor ve hâlâ çok çalışmak gerektiğini söyleyen insanlara tanıklık ediyor. Aslında bu hikâye milyonlarca işçi çocuğun hikâyesidir.
Bugün de “zararlı” olan şeyler televizyonlardan, gazetelerden sürekli anlatılır, üstelik eskisinden daha çok. Bir televizyon programında kırmızı etin “zararlı” olduğu anlatılırken, diğer bir programda akşamları yatmaya yakın yenen yemeğin zararları anlatılır. Bir gazete uykusuzluğun zararlarını anlatırken, diğer bir gazete ise düzenli beslenmemenin zararlarını anlatır. Hastalandığımızda gittiğimiz doktor, hastalığımızın sebebini, iyileşmek için ne yapmamız gerektiğini anlatırken, hep aynı şeyi söyler: “Dinlenmen lazım, kendine iyi bakman lazım, sıkıntıya ve strese girmemen lazım.” Bu yaşam koşullarında sıkıntıya ve strese girmeyen ve dinlenmeye fırsat bulan kaç işçi var yeryüzünde acaba?
Bu söylediklerim aslında doğru ama eksik. Çünkü insanlar için asıl “zararlı” olanı bizden gizliyorlar. Hiç düşündünüz mü? Çok çalışmanın insanlar için ne kadar zararlı olduğunu. Bizler hayatı anlamaya ve tanımaya başladığımızda hep çok çalışmak gerektiği anlatılır. Bugün işyerlerinde teknolojinin muazzam gelişimine rağmen 15 saate varan çalışma koşulları dayatılıyor. Uzun saatler boyunca çalışan bedenimiz, daha genç yaşlarda yorgunluktan sızlıyor. Omuzlarımız çöküyor, belimiz bükülüyor ve bir sürü hastalık da cabası. Çalışmaktan dinlenmeye zaman kalmıyor. Sosyal hayatımız, çalıştığımız fabrikaların ve işyerlerinin duvarlarına çarpıyor. Kısacası insanlıktan çıktığımızı hissediyoruz bazen.
İnsanlığın hayatını cehenneme çeviren asıl “zararlı” olan bu sömürü düzenini hiç kimse bize anlatmadı, ta ki bugüne kadar. İnsanlığın yaşadığı bütün sorunların sebebi patronların bu kâr düzenidir. Çocuklukta sevgi ve şefkatten mahrum oluşumuzun, doyasıya yiyemediğimiz şekerlemelerin, korkusuzca ağaçlara tırmanamayışımızın, hep yarım yamalak geçen o en tatlı günlerimizin sorumlusu patronlar sınıfıdır. Omuzlarımız çökmüş, belimiz daha genç yaşlarda kamburlaşmaya başlamışsa, çeşitli hastalıklarla boğuşuyorsak, sıkıntısız ve stressiz bir yaşantımız yoksa ve dinlenmeye fırsat bulamıyorsak bunların sebebi, patronlar için çok uzun saatler boyunca çalışmamızdır. İnsana yakışır bir şekilde yaşamak istiyorsak, bize en zararlı olan şeyi, yani bu kâr düzenini ortadan kaldıralım. Bu düzeni ortadan kaldıralım ki çocuklarımızın gözlerinin içine müthiş bir mutluluk ve sevgiyle bakalım. Dünyanın çocukları yarım yamalak büyümesin!
Dünyada İşçi Eylemleri
Biz Hızlandıkça Kimler Yavaşlıyor?
- Geçmişten Bugüne Uçurum İnsanları
- Doğru Tarafta, İşçi Sınıfının Safındayım
- Emekçi Kadınlar ve Barış
- Gene Takmışsın Kırmızı Şapkayı, Greve mi Gidiyorsun?”
- “Çöpçü” Demek Hakaret mi?
- Gençlere Örgütlü Mücadele Deneyimi Aktarmak…
- “Kurt Ağladı, Biz de İnandık”
- “Gerekirse Grev de Yap!”
- Sınıfımızın Yaşlılarının Payına Ölüm Düşüyor
- “Sınıfsal Bir Tarafı Var mı?”
- Ana-Baba-Oğul UİD-DER Saflarında Yürüyenlere Selam Olsun
- Bu Kalp Nasıl Atmaya Devam Edecek?
- Egemenlerin Değil, Sınıfımızın Gözüyle Bakalım!
- “Kendini de Beni de Yaktın Celal!”
- Uğruna Mücadele Ettiğimiz Bizimdir
- Grev Çocukları
- “Felsefe Yapma Birader!”
- Şeytanla Dost Olunmaz!
- Reklam Deyip Geçmeyelim!
- “60 Bin Maaşla Çoban Bulunmuyor.” Yersen!
Son Eklenenler
- Milyonlarca kamu emekçisinin ve emeklisinin taleplerini boşa çıkaran 8. Dönem Toplu Sözleşme süreci, Kamu Hakem Kurulu tarafından karara bağlandı. Hakem Kurulu, 2026 yılında ilk altı ay için yüzde 11, ikinci altı ay için yüzde 7; 2027 yılı için ise...
- 1 Eylül Dünya Barış Gününde Diyarbakır’dan Ankara’ya pek çok kentte eylemler düzenlendi. Ankara’da Emek Barış ve Demokrasi Güçlerinin çağrısıyla Kolej Meydanında bir araya gelen kitle sloganlar, alkışlar ve zılgıtlar eşliğinde Sakarya Meydanına...
- Bazı zenginlerin “ölmeden yapılacaklar listesi”nde dünyanın en yüksek tepesi olan Everest’e tırmanmak vardır mesela. Zaman zaman sosyal medyada bu insanların “başarı”larını anlatan çeşitli videolar, haberler çıkar karşımıza.
- Şeker-İş Sendikasının örgütlü olduğu Kütahya Şeker Fabrikasında, Mart ayından bu yana süren toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine 30 Ağustosta başlayan grev, 3’üncü gününde sürüyor.
- İstanbul Emek Barış ve Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla İstanbul Kadıköy’de yapılan mitinge binlerce kişi katıldı. Kadıköy Söğütlüçeşme’de toplanan kitle, “Savaşa ve Sömürüye Karşı Demokrasi ve Barış Kazanacak” pankartı arkasında rıhtımdaki miting...
- Türk-İş’e bağlı Koop-İş Sendikasının örgütlü olduğu Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın (SYDV) Türkiye genelindeki 1003 kurumunda çalışan 10 bin kamu işçisi 29 Ağustosta greve çıktı.
- Güvenliğin ve danışmanın olduğu katta her 5 dakikada bir “sistemsel hata ve arıza olduğu için tüm katlarda hizmet verilemiyor” şeklinde anonslar yapılıyordu. Önce güvenliğe gidip bu yapılanın yanlış olduğunu, insanlara memurların iş bıraktığının...
- Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca adlı romanında Yaşar Kemal, sömürülenlerle sömürücüler arasındaki büyük çelişkiyi anlatır. “Çünkü” der, “sömüren güçlü azınlıkla, sömürülen ve güçsüz sanılan çoğunluk, her çağda vardı. Ama bu çelişki...
- İktidarın “Kamu Çerçeve Protokolü” sürecindeki tutumunu protesto etmek için yapılan bir eylemin ardından bir kadın işçi çevresindeki insanlara sordu: “Bu sene hiç kiraz yediniz mi?” Bu soruya evet diyen tek bir kişi çıkmadı. Kilosu 700 lirayı aşan...
- Mücadele örgütümüz UİD-DER’in saflarında yer almış her işçi kardeşimizden, çoğu zaman övgü dolu sözler duyarız. Bu sözler tesadüf değil, UİD-DER’in sınıf mücadelesinin tarihsel deneyimlerinden süzülüp gelen mücadele kültürünün bir sonucudur. Ben de...
- İstanbul Emek Barış ve Demokrasi Güçleri, 1 Eylül Dünya Barış Günü kapsamında 31 Ağustos Pazar günü Kadıköy’de bir miting düzenleyeceklerini duyurdu. Miting çağrısı, Mecidiyeköy’de bulunan Tüm Bel-Sen İstanbul Şube binasında 27 Ağustosta...
- Toplamda 6,5 milyon kamu emekçisi ve emeklisini ilgilendiren 8. Dönem Toplu Sözleşme görüşmelerinde, anlaşma sağlanamadı. Kamu İşveren Heyeti ile konfederasyonlar arasında görüşmeler çıkmaza girdiği için, süreç Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna...
- İzmir’den İstanbul’a belediye çalışanları, ücretlerinin geç veya eksik ödenmesi, tazminatlarının ve yan haklarının ödenmemesi nedeniyle çeşitli eylemler yapıyor. Evlerini geçindirmekte zorlanan emekçiler, alacaklarının bir an önce ödenmesini talep...