Buradasınız
Arılar ve İşçiler

“Arı, üreten bir hayvandır. Hayvanlar âleminde, arıdan başka kendi yiyeceğini üreten hayvan yoktur. Arının yiyeceği baldır. Bal doğada, çiçeklerde gizlidir. Arıdan başka hiçbir yaratık, kimyagerler, eczacılar da dâhil çiçekteki bal özünü arı gibi alamazlar ve bala dönüştüremezler.
İlkbahar gelince, çiçekler açtığında, rüzgâr ve soğuklar geride kaldığından arı kovanından çıkar. Çiçekten çiçeğe koşar; lale, sümbül, gül, menekşe, nergis, papatya, akasya, karanfil ne kadar çiçek varsa hepsini dolaşır, doğanın kendine verdiği özel yeteneğiyle çiçeklerdeki bal özünü alır, kovanına taşır. Tüm ilkbahar, yaz boyunca, durmadan çalışır. Sonbaharla birlikte rüzgârlar da başlar. Rüzgârlı ve soğuk havalarda çalışamaz arılar. Üstelik çiçekler de kurumaya başlamıştır. Bu dönemde arılar kovanlarına kapanırlar. Kovan balla doludur. Arı ailesi son derece mutludur. Hepsi mutluluk şarkıları söylemektedir. Bu günlerde, arı kovanları dinlenecek yerlerdir. Şaşırır insan, arılardan gelen bu güzel seslere. İyice kulak verdiğimizde görülür ki, adeta bir konserdir bu. Tüm arılar katılırlar bu konsere. Bayramları, şöleni vardır arıların. Birlikte çalışmışlar, birlikte üretmişler ve birlikte yiyecekler ballarını. Nasıl sevinmesinler, neden bayram yapmasınlar!
Artık yağsın yağmur, essin rüzgâr. Dışarıda son fırtına son dalı kırarmış, umurunda mı arıların. Tüm kış boyunca yetip de artacak nafakası, yiyeceği yanında. Tüm gelecekleri garanti altında…
Lakin uzun sürmez arıların bayramı. Nasıl fabrikaların, işçilerin çalıştığı işyerlerinin bir sahibi varsa, kovanın da bir sahibi vardır. Biraz sonra kovanın sahibi gelir. Şöyle bir-iki yoklar kovanı. Tamam, kovan balla dolmuştur. İşçi arılar meydana çıkarmışlardır, dünyanın en güzel tatlısını. Keyiflenir kovanın sahibi. ‘Ballarım benim’ der kendi üretmişçesine. Hemen eve koşar kovanın sahibi. Balı alacağı araçlarını toplar. Tepsiler, tabaklar alır, bıçak-çakı alır. Eline eldivenler giyer. Yüzüne de telden bir maske takar. Bazıları, bu maskeyi başkasının ürettiği bir malı çalıyor da utancından takıyor derler. Oysa arının iğnesinden korktuğu için taktığı bilinmektedir. Kovanın başına gelir. Arının zayıf tarafını da öğrenmiş insanoğlu. Dumandan kaçıyor mübarek hayvan. Kaçmasa olur ya. Öldürmez onu duman. Sonra istese kendini de koruyabilecek güçtedir. Ama kaçıyor işte.
Arının kovanına bal taşıdığı delikten kovanın sahibi duman verir içeriye. Neye uğradıklarını şaşırır arıcıklar. Bütün bahar-yaz boyu ürettikleri ballarını bırakıp fırlarlar dışarıya. Ya bir ağaca, ya da bir saçağa konarlar. Oradan gözlemeye başlarlar geleceklerini. Arıdan arınmış kovanı açar kovanın sahibi. Boşaltır balları tepsilere. Ne tepki gösteren vardır, ne de bir şey diyen. Sonra taşır balları evine, yer yakınlarıyla kış boyu. İsterse satar.”
Yukarıdaki hikâye, 1977 yılı basımlı bir kitaptan alındı. “Sendikalı İşçinin Ders Notları” adlı bu kitap Maden-İş Sendikası Eğitim Dairesi tarafından yayımlanmış. Başta Maden-İş olmak üzere o dönemin mücadeleci sendikaları, örgütlü oldukları işyerlerinde, işçilere yönelik eğitim çalışmaları yapıyorlardı. O dönemde sendikalarda sosyalistler çalışıyor ve bu insanlar kendi kişisel çıkarlarını değil, işçi sınıfının genel çıkarlarını savunuyorlardı. İşte bu sosyalist insanların çabalarıyla; işçi sınıfı, patronlar sınıfı karşısında örgütlü ve bilinçli olsun diye yapılan eğitimlerden derlenen yazılarla oluşturulmuş “Sendikalı İşçinin Ders Notları” adlı kitap. Günümüze de pek çok açıdan ışık tutmaya devam ediyor.
Hikâyemize dönecek olursak; arılar, arı olduğundan beri bal üretiyor. Yani arıların özünde var üreticilik. Arıların bal ürettiği yerin, yani kovanın, bir sahibi var. Kovan sahibi gelip alıyor üretilen balı. Kovanda sadece arılar ölmesin diye bir miktar bal bırakıyor. Arıları çok sevdiği, sevimli kanatlarını altın sarısı bulduğu için değil, bal almaya devam etmek için.
İnsan işçiler de aynı arılar gibi hünerli yeteneklere sahiptir. Yeryüzündeki tüm zenginlik bu hünerli ellerin eseridir. Yerin yedi kat altındaki madene kazma vuran da, göğü delen gökdelenler inşa eden de işçilerdir. Ama adına kapitalizm denen bu sistemde, aynı kovan sahipleri gibi işçilerin de ürettiklerinin bir sahibi vardır. Patronlar el koyarlar üretilenlere. İşçilere de sadece ölmeyecekleri, çalışmaya devam edebilecekleri kadar ücret verirler. Bunun adına da sömürü denir. Arılar, düşünemezler dolayısıyla karşı duramazlar sömürüye. Fakat işçiler, duyguları olan, düşünebilen ve örgütlenebilen insanlardır. İşçiler bir araya gelebilir ve tüm bu gidişata son verebilirler. Üretilen tüm zenginliğin paylaşılması, efendinin olmaması, sömürünün ortadan kalkması ancak işçilerin bir araya gelip sömürüye karşı mücadele etmesiyle mümkün olabilir.
Şiirler ve Şarkılarla Umudu Büyüttük
- Geçmişten Bugüne Uçurum İnsanları
- Doğru Tarafta, İşçi Sınıfının Safındayım
- Emekçi Kadınlar ve Barış
- Gene Takmışsın Kırmızı Şapkayı, Greve mi Gidiyorsun?”
- “Çöpçü” Demek Hakaret mi?
- Gençlere Örgütlü Mücadele Deneyimi Aktarmak…
- “Kurt Ağladı, Biz de İnandık”
- “Gerekirse Grev de Yap!”
- Sınıfımızın Yaşlılarının Payına Ölüm Düşüyor
- “Sınıfsal Bir Tarafı Var mı?”
- Ana-Baba-Oğul UİD-DER Saflarında Yürüyenlere Selam Olsun
- Bu Kalp Nasıl Atmaya Devam Edecek?
- Egemenlerin Değil, Sınıfımızın Gözüyle Bakalım!
- “Kendini de Beni de Yaktın Celal!”
- Uğruna Mücadele Ettiğimiz Bizimdir
- Grev Çocukları
- “Felsefe Yapma Birader!”
- Şeytanla Dost Olunmaz!
- Reklam Deyip Geçmeyelim!
- “60 Bin Maaşla Çoban Bulunmuyor.” Yersen!
Son Eklenenler
- İstanbul Emek Barış ve Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla İstanbul Kadıköy’de yapılan mitinge binlerce kişi katıldı. Kadıköy Söğütlüçeşme’de toplanan kitle, “Savaşa ve Sömürüye Karşı Demokrasi ve Barış Kazanacak” pankartı arkasında rıhtımdaki miting...
- Türk-İş’e bağlı Koop-İş Sendikasının örgütlü olduğu Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın (SYDV) Türkiye genelindeki 1003 kurumunda çalışan 10 bin kamu işçisi 29 Ağustosta greve çıktı.
- Güvenliğin ve danışmanın olduğu katta her 5 dakikada bir “sistemsel hata ve arıza olduğu için tüm katlarda hizmet verilemiyor” şeklinde anonslar yapılıyordu. Önce güvenliğe gidip bu yapılanın yanlış olduğunu, insanlara memurların iş bıraktığının...
- Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca adlı romanında Yaşar Kemal, sömürülenlerle sömürücüler arasındaki büyük çelişkiyi anlatır. “Çünkü” der, “sömüren güçlü azınlıkla, sömürülen ve güçsüz sanılan çoğunluk, her çağda vardı. Ama bu çelişki...
- İktidarın “Kamu Çerçeve Protokolü” sürecindeki tutumunu protesto etmek için yapılan bir eylemin ardından bir kadın işçi çevresindeki insanlara sordu: “Bu sene hiç kiraz yediniz mi?” Bu soruya evet diyen tek bir kişi çıkmadı. Kilosu 700 lirayı aşan...
- Mücadele örgütümüz UİD-DER’in saflarında yer almış her işçi kardeşimizden, çoğu zaman övgü dolu sözler duyarız. Bu sözler tesadüf değil, UİD-DER’in sınıf mücadelesinin tarihsel deneyimlerinden süzülüp gelen mücadele kültürünün bir sonucudur. Ben de...
- İstanbul Emek Barış ve Demokrasi Güçleri, 1 Eylül Dünya Barış Günü kapsamında 31 Ağustos Pazar günü Kadıköy’de bir miting düzenleyeceklerini duyurdu. Miting çağrısı, Mecidiyeköy’de bulunan Tüm Bel-Sen İstanbul Şube binasında 27 Ağustosta...
- Toplamda 6,5 milyon kamu emekçisi ve emeklisini ilgilendiren 8. Dönem Toplu Sözleşme görüşmelerinde, anlaşma sağlanamadı. Kamu İşveren Heyeti ile konfederasyonlar arasında görüşmeler çıkmaza girdiği için, süreç Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna...
- İzmir’den İstanbul’a belediye çalışanları, ücretlerinin geç veya eksik ödenmesi, tazminatlarının ve yan haklarının ödenmemesi nedeniyle çeşitli eylemler yapıyor. Evlerini geçindirmekte zorlanan emekçiler, alacaklarının bir an önce ödenmesini talep...
- 600 bin kamu işçisini ilgilendiren Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü (KÇP) süreci, kamu işçilerinin taleplerinin görmezden gelinerek sefalet zammına imza atılmasıyla sonuçlandı. Harb-İş İstanbul Şube Başkanı Murat Yalçınkaya ile Kartal...
- Grev yerindeki bir sohbet sırasında bir işçi kardeşimiz çocuğunun aşçılık bölümünü seçtiğini anlatırken bu durumun onu üzdüğünü şu sözlerle dile getirmişti: “Biz istedik ki bizim gibi işçi olmasın, mühendis olsun, doktor olsun, ezilmesin. Ama olmadı...
- Biz Gebze’den bir grup UİD-DER’li işçi olarak Omsa Metal direnişini ziyaret ettik. Direnişçi işçilerle sorunlarımız üzerine sohbet ettik.
- Kapitalist sistemin tarihsel krizi, siyasi iktidarın sermaye sınıfının çıkarlarına göre yürüttüğü politikalar biz emekçileri derinden etkiliyor. Açlık sınırı altında kalan sefalet ücretlerine mahkûm edilmiş durumdayız. Bizler insanız, sadece...