Buradasınız
Çocukların Sırtında Kapitalizmin Yükü
Pendik’ten bir kadın işçi

Birçok ülkede, farklı tarihlerde “çocuk günü” vardır ve o günlerde çocuklar hatırlanır, iyi dileklerde bulunulur. UNICEF ise 191 ülke tarafından kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesinin imzalandığı gün olan 20 Kasımı Dünya Çocuk günü olarak kutluyor. Çocuk Hakları Sözleşmesinin çocukların içinde bulunduğu savaş veya açlık gibi kötü koşulları ortadan kaldırmak ve çocuklara daha iyi bir yaşam sağlamak amacıyla hazırlandığı söylenir. Bu sözleşmeyle çocukların tüm haklarının korunması gerektiğine vurgu yapılır. Ne var ki, sözleşmenin imzalandığı yıl olan 1989’dan bu yana çocukların haklarında ve yaşam koşullarında ilerleme olduğu söylenemez.
Burjuva medyada çocukların korunmasına dair birçok söz söylenir. Çocuklar umudumuzdur, onlara ve gelecek nesillere güzel bir dünya bırakalım denir. Çocukların korunmasına dair kamu spotları yayınlanır, şarkılar, türküler yapılır. “Dünya Çocuk Hakları” gününde TRT arşivindeki şarkılardan birinin dizeleri şu şekildedir: “Bu dünya sizin çocuklar, sizler kurun geleceği mutluluklarla. Sizlerdedir yarınların barış anahtarları. Oyuncaklardan bile kaldırın silahları.”
Bu cümleler kulağa hoş geliyor. Sorun şu ki, söylenen ve yazılanların, gerçekte yaşananlarla hiç alakası yok! Egemen sınıflar, adeta çocukların geleceğini karartmak için yarışa tutuşmuşlar. Tıpkı “çevre ve doğamızı koruyalım” sloganlarında olduğu gibi, çocuklar meselesinde de burjuvaların riyakârca yalan söylediklerini biliyoruz. Ekranların karşısına geçip, süslü ve dokunaklı laflar ederek “ustalıklarını” sergilerler. Hem savaşlarda çoluk çocuk demeden katledeceksin, hem de çocuk hakları günü ile onları koruyormuşsun gibi yapacaksın. Tam da burjuvalara yaraşır bir davranış! Bir düşünelim. Savaşları biz işçiler, emekçiler mi çıkarıyoruz? İşçilere hiç soran oluyor mu bu savaşı istiyor musunuz diye? Elbette ki hayır! Savaşlardan işçi-emekçilerin bir çıkarı olamaz. Tam tersine savaşta en ağır bedeli işçi sınıfı ve onların çocukları öder. İnsanların ölmesi, yerinden yurdundan edilmesi, açlığa, susuzluğa terk edilmesi, kısacası hayatlarının yerle bir olması, egemen sınıfların hiç de umurunda değildir. Onlar sermayelerini büyütme derdindeler, büyüyen sermayelerinin her kuruşunda kan ve gözyaşı vardır.
Suriye’deki savaştan kaçıp İstanbul’a gelmek zorunda kalan, dört kişilik bir aileden Başar 16 yaşında. Kendi hikâyesini şu şekilde özetliyor: “Buradaki yaşamımızla oradaki yaşamımız arasında büyük fark var. Suriye’de çok rahattım, çalışmam gerekmiyordu. Okula gidebiliyordum. Bir yıldır cam atölyesinde çalışıyorum. Haftada dört gün çalışıp iki gün okula gidiyorum. Biliyorum işim tehlikeli ama çalışmak zorundayım. Atölyede makineler var, camları atölyede kesiyoruz. Sonra inşaatların altıncı katına kadar sırtımızda çıkartıp, camları takıyoruz”.
Atölyede kestikleri camları beş-altı kat sırtında taşımanın kendisini çok yorduğunu söylüyor. Başar’ın bacakları rahatsız. Aslında doktor uyarmış, “bu iş sende kalıcı hasar bırakabilir” diye. Başar acı acı gülümsüyor, “şükürler olsun başa çıkıyorum, mecburum çalışmaya” diyor ve ekliyor: “Elbette düzenli okula gitmek istiyorum ama burada hayatta kalmak için çalışmaya mecburum. Savaş bitince Suriye’ye dönmek istiyorum. Oradaki sorumluluğum sadece okul olacak. Hayalim eğitimimi tamamlayıp bir meslek sahibi olabilmek.” Savaş travmasını atlatamayan babası dışında evde herkes çalışıyor, ama aldıkları ücret çok düşük olduğu için, geçinmeye yetmediğini belirtiyor.
Suriye’den dört yıl önce gelmiş başka bir ailenin durumu da farklı değil. Aile fertlerinden Muhammed 14 yaşında. Bir evde 12 kişi yaşıyorlar. Kendisi okumak istediğini ama çalışmak zorunda olduğunu söylüyor. Bir berber dükkânında çalışıyor. Haftalık 50 lira ücret alıyor. “Suriye’de okula gidiyordum, okul yıkıldı, geldik İstanbul’a. Babam da çalışıyor ama yetmiyor. Hayat burada çok zor, bu yüzden ben de okula gitmeyip çalışmak zorundayım. Kardeşlerimi geçindirebilmek için buna mecburum” diyor.
Halep’teki evleri bombalandığı için üç yıl önce İstanbul’a gelmek zorunda kalan başka bir aile. Aile fertlerinden Şehit, 11 yaşında. Babası gözlerini savaşta kaybetmiş, bu yüzden çalışamıyor. Annesi iş çıktıkça merdiven temizliğine gidiyor. Dayısının yanında pazarda çalışıyor. Bir ay boyunca 200 lira kazanıyor. “Dört kardeşiz, ben ve annem çalışıyoruz. Okula gitmeyi çok istiyorum ama anneme yardım etmem gerekiyor” diyor.
Reşit Nasan 17 yaşında, dört kardeşler. Bir evde üç aile yaşıyor. Reşit ve küçük erkek kardeşi bir buçuk yıldır tekstilde çalışıyor. “Haftalık 200 lira kazanıyorum. Savaş başladığından beri babam kayıp. Paramız olmadığından ailemi geçindirmek zorundayım. Okumayı isterim, okulumu çok özledim. Paramız olsaydı okurdum tabi” diyor.
Mevsimlik tarım işçilerinin çocukları ise bakın sorulan sorulara nasıl cevap veriyorlar:
Okula gidiyor musun sorusuna on yaşındaki Mercan’ın verdiği cevap: “Bu sene borcumuz biterse bir daha çalışmayacağız.” Babası söz vermiş seneye okula devam edecekmiş. Adana, Malatya, Konya ve Ordu’ya mevsimlik işçi olarak göç ediyorlar. “Üçüncü sınıfa kadar okudum ama iş var, nasıl gideceğiz ki okula? Ben öğretmen olmak istiyorum. Çünkü daha fazlasını istesem olamayacağım. Yani çalışacağım ama olamayacağım.”
Çamur deryası içinde çıplak ayaklarıyla oyun oynayan, derme çatma çadırlarda hasta yatan çocukların bulunduğu, elektriği, temiz içme suyu ve tuvaleti dahi bulunmayan Yenişehir’de mevsimlik işçilerin yaşadığı bir çadır kent. Bu insanlık dışı yaşama katlanmalarının nedeni ise günlük 25 lira yevmiye. Kampta temiz su olmadığı için, içilen sular nedeniyle çocuklar hastalıklarla boğuşmak zorunda kalıyor. Aileleri, çocuklar hastalanınca doktora götüremiyorlar. Sigortaları yok. Mevsimlik işçilik yapan bir baba diyor ki; “burada yaşamak çok zor ama mecburuz buraya gelip çalışmaya.” Çıplak ayakları suyun, çamurun içinde kalmış çocuğuna bakarak, “eğer buna yaşamak denirse yaşıyoruz işte. Çocukların okula gitmeleri gerekiyor ama biz çalışmaya gelince onlar da bizle çalışıyorlar, buna mecburuz” diyor.
Çocukların savaştan, yoksulluktan çektikleri tablo budur. Bu tablo kapitalizmin insanlığın ve insanlığın geleceği olan çocukların sırtında nasıl bir yük olduğunu gösteriyor. Sahte ve süslü lafların arkasında işte bu gerçekler var. Bu düzen, ne çocuklara ne de insanlığa gelecek sağlayamaz. Egemenlerin neden olduğu bu tablodan kurtulmamızın tek çaresi var o da örgütlenmek. O zaman yeni bir dünya kurabilir ve oyuncaklardan bile silahı kaldırabiliriz. Çocukların erken yaşta çalışmak zorunda kalmadığı, gülüp oynayabildiği, çocukluğunu yaşayabildiği bir dünyayı ancak işçi sınıfı mücadele ederek kazanabilir.
- Geçmişten Bugüne Uçurum İnsanları
- Doğru Tarafta, İşçi Sınıfının Safındayım
- Emekçi Kadınlar ve Barış
- Gene Takmışsın Kırmızı Şapkayı, Greve mi Gidiyorsun?”
- “Çöpçü” Demek Hakaret mi?
- Gençlere Örgütlü Mücadele Deneyimi Aktarmak…
- “Kurt Ağladı, Biz de İnandık”
- “Gerekirse Grev de Yap!”
- Sınıfımızın Yaşlılarının Payına Ölüm Düşüyor
- “Sınıfsal Bir Tarafı Var mı?”
- Ana-Baba-Oğul UİD-DER Saflarında Yürüyenlere Selam Olsun
- Bu Kalp Nasıl Atmaya Devam Edecek?
- Egemenlerin Değil, Sınıfımızın Gözüyle Bakalım!
- “Kendini de Beni de Yaktın Celal!”
- Uğruna Mücadele Ettiğimiz Bizimdir
- Grev Çocukları
- “Felsefe Yapma Birader!”
- Şeytanla Dost Olunmaz!
- Reklam Deyip Geçmeyelim!
- “60 Bin Maaşla Çoban Bulunmuyor.” Yersen!
Son Eklenenler
- Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Ankara Adalet Bakanlığı önünde, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile işten atılan emekçilerin görevlerine iade edilmesi talebiyle basın açıklaması düzenledi.
- Türkiye’de her yıl 3-9 Eylül tarihleri arası Halk Sağlığı Haftası olarak kutlanıyor. Sağlık Bakanlığı, Halk Sağlığı Haftasının amacını “halkın sağlığını korumak, geliştirmek, sağlık için risk oluşturan faktörlerle (bulaşıcı hastalıklar, çevresel...
- Kozasından çıkmaya çalışan kelebeğin hikâyesini bilir misiniz? Bir adam ormanda yürürken, bir kelebeğin kozasından çıkmaya çalıştığını görür. Saatlerce, kelebeğin küçücük bir delikten çıkmak için verdiği mücadeleyi izler. Ancak bir süre sonra...
- Yalova’da bulunan Sefine Tersanesi işçileri, patronun çalışma koşullarında yaptığı tek yanlı değişikliğe karşı direnişe geçti. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın (SYDV) grevi beşinci gününde anlaşmayla sonuçlandı. Artvin Şavşat Belediyesinde...
- Milyonlarca kamu emekçisinin ve emeklisinin taleplerini boşa çıkaran 8. Dönem Toplu Sözleşme süreci, Kamu Hakem Kurulu tarafından karara bağlandı. Hakem Kurulu, 2026 yılında ilk altı ay için yüzde 11, ikinci altı ay için yüzde 7; 2027 yılı için ise...
- 1 Eylül Dünya Barış Gününde Diyarbakır’dan Ankara’ya pek çok kentte eylemler düzenlendi. Ankara’da Emek Barış ve Demokrasi Güçlerinin çağrısıyla Kolej Meydanında bir araya gelen kitle sloganlar, alkışlar ve zılgıtlar eşliğinde Sakarya Meydanına...
- Bazı zenginlerin “ölmeden yapılacaklar listesi”nde dünyanın en yüksek tepesi olan Everest’e tırmanmak vardır mesela. Zaman zaman sosyal medyada bu insanların “başarı”larını anlatan çeşitli videolar, haberler çıkar karşımıza.
- Şeker-İş Sendikasının örgütlü olduğu Kütahya Şeker Fabrikasında, Mart ayından bu yana süren toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine 30 Ağustosta başlayan grev, 3’üncü gününde sürüyor.
- İstanbul Emek Barış ve Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla İstanbul Kadıköy’de yapılan mitinge binlerce kişi katıldı. Kadıköy Söğütlüçeşme’de toplanan kitle, “Savaşa ve Sömürüye Karşı Demokrasi ve Barış Kazanacak” pankartı arkasında rıhtımdaki miting...
- Türk-İş’e bağlı Koop-İş Sendikasının örgütlü olduğu Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın (SYDV) Türkiye genelindeki 1003 kurumunda çalışan 10 bin kamu işçisi 29 Ağustosta greve çıktı.
- Güvenliğin ve danışmanın olduğu katta her 5 dakikada bir “sistemsel hata ve arıza olduğu için tüm katlarda hizmet verilemiyor” şeklinde anonslar yapılıyordu. Önce güvenliğe gidip bu yapılanın yanlış olduğunu, insanlara memurların iş bıraktığının...
- Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca adlı romanında Yaşar Kemal, sömürülenlerle sömürücüler arasındaki büyük çelişkiyi anlatır. “Çünkü” der, “sömüren güçlü azınlıkla, sömürülen ve güçsüz sanılan çoğunluk, her çağda vardı. Ama bu çelişki...
- İktidarın “Kamu Çerçeve Protokolü” sürecindeki tutumunu protesto etmek için yapılan bir eylemin ardından bir kadın işçi çevresindeki insanlara sordu: “Bu sene hiç kiraz yediniz mi?” Bu soruya evet diyen tek bir kişi çıkmadı. Kilosu 700 lirayı aşan...