Buradasınız
“Zararlı” Olan Üzerine Bir Öykü
Gazi Mahallesi’nden bir gıda işçisi
![](https://uidder.org/sites/all/modules/lazyloader/image_placeholder.gif)
Anne ve baba, hayattaki en önemli varlıklarıdır insanın. Dünyaya gözlerimizi ilk açtığımızda önce onları görürüz. Sevgi doludur bakışları. İlk olarak onları tanırız kokularından. Bizim dilimizden bir tek onlar anlar. Onların gözleriyle tanımaya başlarız hayatı. İyiyi ve kötüyü onlar öğretmeye başlar bize. Anlatılırdı masallar ve biz büyürdük farkında olmadan. Anne emek verirdi eskiden, baba ise ekmek getirirdi eve. Şimdi, hem anne hem de baba, emek veriyor, eve ekmek getiriyor. Ama o ekmek ki büyütmüyor bizi artık ve yetmiyor yarına umutla bakmamıza.
Çocukken ilk “zararlı” kelimesini annemden duymaya başlamıştım. Bir defasında eve gelen misafirler lokum getirmişti. Ama ne lokumdu o, hala onu yerkenki o halim gelir gözümün önüne. Annem lokumu bizim bulamayacağımız bir yere saklamıştı. Ama ben lokumu bulup tam yemeğe başlamıştım ki yakalandım. Annem kızdı ve bağırıp çağırdı. Sonra da gönlümü almak için başladı zararlarını anlatmaya. Zararlı kelimesini hiç sevmemiştim ta o zamanlar; lokumları doyasıya yiyemedim diye. Karnımı doyurmak için oturduğumda sofraya, çok yemek yemek “zararlı” dendi ve çocukken çoğu zaman doymadan kalktım sofradan. Yarım yamalak büyüyorduk işte, bizden öncekiler gibi. Artık babam sevgi dolu bakışlarını gezdirmiyordu üstümüzde. Çünkü midem büyümüş, ihtiyaçlarım artmıştı ve babam düşünmeye başlamıştı. Benim gibi üç kocaman mide daha vardı, o midelerin sahipleri de kardeşlerimdi.
Dışarı çıkardım ve benim gibi yarım yamalak büyüyen çocuklarla oyunlar oynardık. Ara sıra bahçesi olan evlerin önünden geçerdik. Ağaçlarda, ilişirdi meyvelerin en küçük hali gözümüze. Bir keresinde bir elma ağacına dadanmıştık. Bahçenin sahibi olan iriyarı bir adam, babamı andıran bakışlarıyla hızla bize doğru koşuyordu. Ağzına gelen bütün küfürleri sıralamıştı bize. Ve eklemişti “bu ağaç ilaçlı o meyveleri yemeyin onlar “zararlı”, hasta olursunuz.” Kim dinler adamı?
Okula gidip öğretmeni dinleyecek kadar büyümüştüm artık. Öğretmenim hep anlatırdı bize bir şeylerin “zararlı” olduğunu. Beslenmeye dikkat etmek lazım derdi. Birçok yiyecek sayardı ve bu besin maddelerini yemeyin derdi. (Çikolata, şeker, kola, sucuk, salam vb.) Zaten öğretmenimin saydığı o zararlı besin maddeleri bizim evi bırak, sokağımıza çok uğramazdı. Her sabah fırın fırın gezip bayat ekmek arıyorduk daha “sağlıklı” beslenmek için!
Sokaklarda oyun oynamakla beraber okul da bitti ve bir atölyede çalışmaya başladım. Artık yediğim ekmeği kendim kazanıyordum. Dilediğim kadar yiyebiliyordum, aman çok yeme “zararlı” diyen kimse yoktu. Hatta tam tersini söylüyordu annem ve atölyedeki usta: “Çok yemek ye ki, daha çok çalışasın.” Çok yemek olmasa da bolca ekmek yiyordum ve ustamı da dinliyordum çok çalışarak. Çok çalışmanın hep iyi bir şey olduğu söylenirdi. Annem ve babam övünürdü, “benim çocuğum çok çalışkan” diye, başkalarının yanında. Ustam methiyeler dizerdi beni başkalarına anlatırken ama benim yanımda hep bağırır çağırırdı “haydi çabuk ol” diye. Güya şımarıklık etmeyeyim diyeymiş. Çok çalıştım, çok çabaladım, yarım yamalak da olsa büyümeyi ben de başardım, tıpkı benim gibi milyonlarla birlikte. Bu hayat hikâyesinin sahibi hâlâ çalışıyor ve hâlâ çok çalışmak gerektiğini söyleyen insanlara tanıklık ediyor. Aslında bu hikâye milyonlarca işçi çocuğun hikâyesidir.
Bugün de “zararlı” olan şeyler televizyonlardan, gazetelerden sürekli anlatılır, üstelik eskisinden daha çok. Bir televizyon programında kırmızı etin “zararlı” olduğu anlatılırken, diğer bir programda akşamları yatmaya yakın yenen yemeğin zararları anlatılır. Bir gazete uykusuzluğun zararlarını anlatırken, diğer bir gazete ise düzenli beslenmemenin zararlarını anlatır. Hastalandığımızda gittiğimiz doktor, hastalığımızın sebebini, iyileşmek için ne yapmamız gerektiğini anlatırken, hep aynı şeyi söyler: “Dinlenmen lazım, kendine iyi bakman lazım, sıkıntıya ve strese girmemen lazım.” Bu yaşam koşullarında sıkıntıya ve strese girmeyen ve dinlenmeye fırsat bulan kaç işçi var yeryüzünde acaba?
Bu söylediklerim aslında doğru ama eksik. Çünkü insanlar için asıl “zararlı” olanı bizden gizliyorlar. Hiç düşündünüz mü? Çok çalışmanın insanlar için ne kadar zararlı olduğunu. Bizler hayatı anlamaya ve tanımaya başladığımızda hep çok çalışmak gerektiği anlatılır. Bugün işyerlerinde teknolojinin muazzam gelişimine rağmen 15 saate varan çalışma koşulları dayatılıyor. Uzun saatler boyunca çalışan bedenimiz, daha genç yaşlarda yorgunluktan sızlıyor. Omuzlarımız çöküyor, belimiz bükülüyor ve bir sürü hastalık da cabası. Çalışmaktan dinlenmeye zaman kalmıyor. Sosyal hayatımız, çalıştığımız fabrikaların ve işyerlerinin duvarlarına çarpıyor. Kısacası insanlıktan çıktığımızı hissediyoruz bazen.
İnsanlığın hayatını cehenneme çeviren asıl “zararlı” olan bu sömürü düzenini hiç kimse bize anlatmadı, ta ki bugüne kadar. İnsanlığın yaşadığı bütün sorunların sebebi patronların bu kâr düzenidir. Çocuklukta sevgi ve şefkatten mahrum oluşumuzun, doyasıya yiyemediğimiz şekerlemelerin, korkusuzca ağaçlara tırmanamayışımızın, hep yarım yamalak geçen o en tatlı günlerimizin sorumlusu patronlar sınıfıdır. Omuzlarımız çökmüş, belimiz daha genç yaşlarda kamburlaşmaya başlamışsa, çeşitli hastalıklarla boğuşuyorsak, sıkıntısız ve stressiz bir yaşantımız yoksa ve dinlenmeye fırsat bulamıyorsak bunların sebebi, patronlar için çok uzun saatler boyunca çalışmamızdır. İnsana yakışır bir şekilde yaşamak istiyorsak, bize en zararlı olan şeyi, yani bu kâr düzenini ortadan kaldıralım. Bu düzeni ortadan kaldıralım ki çocuklarımızın gözlerinin içine müthiş bir mutluluk ve sevgiyle bakalım. Dünyanın çocukları yarım yamalak büyümesin!
Dünyada İşçi Eylemleri
Biz Hızlandıkça Kimler Yavaşlıyor?
- Her Yer Bizim Düzenimiz Olsun Diye
- Neden Bu Kadar Stresliyiz?
- “Beni Bırak, Gözünü Bebekten Ayırma Sakın”
- Huzurlu Bir Yaşam İçin Mücadeleye…
- “Bizim Hayallerimizi, Sizin Geleceğinizi Çaldılar”
- Bizim Mahallenin Gençleri
- Kişisel Gelişim Zırvasına Kanma, Sınıf Mücadelesine Sarıl
- Sömürü Düzenini Uçurumdan Atmak İçin Örgütlenelim
- Hindistan’da 250 Milyon Dolarlık Düğün ve Yoksulluk
- Emek Sömürüsü Kapitalizmin Fıtratında Var
- Sahip Olduğunuz Servet Bizden Çaldıklarınızdır!
- “Sayende Sigortalı Çalıştım, Emekliliğime Az Kaldı”
- Bayramları Bayram Gibi Yaşamak İçin!
- Dünya Üzerinde Yaşayan Herkesin Evi Olmalı
- Onlar Yok Ediyor, Biz Yenisini Yapacağız!
- Suyun Lüksü Olur mu Hiç?
- “Senin Yolundan Gideceğim Amca”
- Her Günü Doğa ve İnsanlık Günü İlan Etmek İçin…
- “Kıpır Kıpırsın, Heyecanın Ne Güzel Ey Yolcu”
- “Bence, Sevgi Emektir”
Son Eklenenler
- Yaşanan depremlerin, yangınların, sellerin bir felakete veya katliama dönüşmesinin sebebi patronların kâr düzeni ve kâr hırslarıdır. Dolayısıyla bu yaşananlar sınıfsaldır. Tek tek kişilerin sorunu değil, bir bütün olarak işçi sınıfının sorunudur,...
- Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası (BİRTEK-SEN) Genel Başkanı Mehmet Türkmen 16 Şubatta ikinci kez gözaltına alındıktan sonra 17 Şubatta savcılık tarafından ifadesi alınmadan, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi ve tutuklandı. Türkmen’...
- İngiltere işçi sınıfı, Filistin halkı için yürüttüğü ulusal eylem günleri kapsamında 15 Şubatta başkent Londra’da bir kez daha meydanlara çıktı. Hükümet binalarının bulunduğu Whitehall’da toplanan çeşitli sendikalardan, siyasi partilerden ve sivil...
- 2025 yılı için asgari ücretin son derece düşük belirlenmesi işçileri şaşırttı ve haklı olarak öfkelendirdi. Pek çok işçi, “daha yüksek belirlenmesini bekliyorduk” dedi. Aynı öfke emekli maaşları için de söz konusu. Öte yandan metal işçileri de...
- Temel Conta işçilerinin grevi 10 Aralıktan bu yana sürüyor. İşçiler, yaklaşık bir yıl önce sendikalı olma kararı almış, Petrol-İş Sendikası Aliağa Şubesi’nde örgütlenmeye başlamışlardı. Petrol-İş Sendikası, Çalışma Bakanlığı’ndan yetki belgesini...
- Sırbistan’ın ikinci büyük şehri olan Novi Sad’in tren istasyonu 2022 yılında cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri kampanyası sırasında yapılmıştı. Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic de istasyonun açılış törenine katılarak, 60 yıl sonra bu istasyonu...
- Urfa’nın Viranşehir ilçesinde Kadıköy Güneş Enerji Santrali’nde (GES) Kalyon ve Eksim Real Enerji şirketlerinde çalışan işçilerin 11 Şubatta başlattığı iş bırakma eylemi tüm baskılara rağmen devam ediyor. Bezmialem Vakıf Üniversitesi şantiyesinde...
- 6 Şubat Maraş merkezli depremlerin üzerinden iki yıl geçti. Söylemesi dile kolay olan bu cümle alt metinde bizlere birçok şey anlatıyor. Dönüp geriye baktığımızda yaşanan onca acı ve keder bizlerin zihinlerinde tekrar tekrar canlanıyor. UİD-DER’li...
- Donald Trump bir kez daha ABD başkanı seçildi. Seçilir seçilmez de ilk bakışta deli saçması gibi görünen açıklamalar yapmaya başladı. Mesela Amerika’nın Grönland’ı alması gerektiğini söyledi. Bu, Trump’ın kafasından çıkmış çılgın bir fikir gibi...
- Antep Başpınar Organize Sanayi Bölgesinde sefalet zammına karşı direnişe geçen tekstil işçilerinin mücadelesi yasaklarla, baskı ve saldırılarla engellenmeye çalışılıyor. 14 Şubat günü, tüm saldırılara rağmen direnişlerini sürdüren Başpınar...
- Ağız ve Diş Sağlığı Merkezleri (ADSM), Ağız ve Diş Sağlığı Hastaneleri (ADSH) ve devlet hastanelerinde çalışan diş hekimleri ve sağlık çalışanları “Yüksek MHRS sayıları, kısıtlı süreler, eksik istihdam, sağlıksız ve güvenli olmayan birimler, düşük...
- Türkiye’de yasalarda her işçinin özgürce sendikaya üye olabileceği yazıyor. Ama resmi istatistiklere göre çalışanların yüzde 85’inden fazlası sendikasız. Sendikalı çalışmak yasal olmasına ve ücret, ikramiye, sosyal haklar bakımından avantajlar...
- Çok açık ki iktidarın “Aile Yılı” ilan etmesi aileler refaha kavuşsun diye değil, sermayenin ve iktidarın çıkarları içindir. İşçi aileleri için daha büyük yoksulluk, daha kötü çalışma koşulları, acı ve gözyaşı, hatta ölüm getireceği sır değildir.