Buradasınız
Beş Kadın Bir Tencere
Pendik’ten bir işçi

Kapı önüne bir paspas almak için çeşitli ürünlerin satıldığı mağazaya girdim. Ne alacağımı söylediğimde, çalışan alt katı gösterdi. Aşağıya indiğim sırada benim peşim sıra orta yaşta tombalak ve sevimli bir kadın iniyordu. Aşağı inip aradığımı bulmak için bakınmaya başladım. Az ilerimde dört kadının tencere-tava bölümünde büyükçe bir tencereyi incelediklerini fark ettim. Kendi aralarında “bu olsun, yok nah şu olsun, iri olana paramız yetmez” gibi konuşuyorlardı. Peşim sıra inen kadın, onların yanına doğru gitmeden önce gülümseyerek bir müddet onları dinledi. Yanlarına giderek, “komşular, dükkânı size vermezler. Bu haliniz ne böyle?” dedi. O anda dört kadının hepsi ona tanıdık gözlerle baktılar. İmdatlarına yetişmiş gibi sevinmiş görünüyorlardı. Kadınlardan biri, “gız Sabriye abla sen de gatılıve, Suriyeli gomşuya tencere alıyoz” dedi. Bu kez beş kadın tencereleri incelemeye koyuldu.
Bizim mahallede burjuvalar oturmayacağına göre, işçi eşleri olduğunu tahmin ettiğim bu beş kadının Suriyeli bir komşularına tencere almak için kendi mutfak ihtiyaçlarını kısmaları ve bu kadar uğraşmaları, doğrusu beni ziyadesiyle duygulandırmıştı. Aklımdan bu anı yakalamak için cep telefonuyla çaktırmadan kaydetmek geçti. Çabucak vazgeçtim. Fark ederlerse kesin yanlış anlaşılırdım. Alacağım şeyi inceliyormuş gibi yaparak yakınlarında onları dinlemeyi sürdürdüm. Anlaşılan Suriyeli komşuları kalabalıktı ki, en büyük tencereyi almak niyetindeydiler. Tencerenin üzerindeki fiyatına baktım. 90 liraydı. Belli ki 90 lira çıkmıyordu ceplerinden veya bütçeleri kaldırmıyordu. Kadınların her biri Koç’un, Sabancı’nın muhasebe müdüründen daha gayretli biçimde hesaplamalar içindeydi. Biri “ne idelim? 90 olanı alıverelim. Pazarda bir-iki eksik alıveririz” demişti. Yanlarına gittim. “Ablalar, konuşmalarınızı işittim. Suriyeli komşunuza alacağınız tencereye ben de dayanışmada bulunmak istiyorum. Elbette izniniz olursa. Bir paket sigaraya üç gün idare edeceğim. İki günlük sigara parası olan 15 lirayı da ben vermek istiyorum” dedim. Önce biraz şaşırdılar. Biri mahcup bir halde “valla kardeşim, küçüğünü alsak işlerini görmez, büyüğüne de paramız yetmedi” dedi. Ben de “Suriyeli bir komşunuz için yaptığınız, çok çok kıymetli bir dayanışma örneği” dedim.
Beş kadın, yeni ayakkabısı olmuş çocuklar gibi mutlu görünüyordu. Birisi “Gurbetlik zordur kardeşim. Biz ilk geldiğimizde çektiğim zorlukları bir ben bilirim. Bir komşum kaç sene su verdi bize. Bu zavallılar bizim dilimizi bilmiyor, biz de onları anlamıyoruz” dedi. Ne düşündüklerini anlamak için, “devlet, Suriyelilere her konuda yardım ettiğini söylüyor, sizin komşunuza yardım etmiyor mu?” diye sordum. Merdivenlerden indiğim sırada komşusuna seslenen kadın, “gadeşim, boş ver devleti mevleti. Devlet yardım ediverseydi çoluk çocuk böyle zibil hale galır mıydı heç” dedi. Almak istediğim paspası bulamadım. Kadınlarla birlikte ödeme yapmak için kasaya gittik. Altı kişi olmuştu tencerenin ortağı. Her birimize 15 lira düşüyordu. Hepsi çantalarına rulo gibi sararak koydukları paralarını çıkarttılar. Hiçbirinin çantasında 100 lira yoktu. Birinin tek parça 50 lirası vardı. Biri metal paralarını sayarak ödedi 15 lirayı. Ben de payıma düşen 15 lirayı ödedim. Kadınlara teşekkür ettim. Onlar da bana teşekkür ettiler. Çantamda mutlaka bir adet taşıdığım İşçi Dayanışması bültenini çıkarttım. Adındaki İŞÇİ DAYANIŞMASI’nı göstererek “işçiler ve işçi eşleri, çocukları bir dilim ekmeğini bile paylaşır. Sizlerin Suriyeli komşunuz için ortaklaşa aldığınız bu tencere de bunun güzel bir örneğidir” dedim ve bülteni onlara verdim.
Zihnimde, İran-Irak savaşı devam ederken Türkiye’deki insanların “Müslüman, Müslümanla savaşır mı? Müslüman, Müslümanın kanını döker mi?” sözleri canlandı. Bunları söyleyen insanlar elbette savaşları egemenlerin çıkardığını, güya Müslüman olan bu egemenlerin inandıkları tek şeyin para olduğunu bilmiyorlardı.
İran-Irak savaşının bitmesinin üzerinden 27 yıl geçti. Ama savaşlar Ortadoğu’dan hiç eksik olmuyor ve insanlar ölmeye, göç etmeye devam ediyor. Suriye’deki savaş başlayalı 5 yıl geçti. Yani Müslüman Müslüman’ı öldürmeye devam ediyor. İç savaştan kaçan milyonlarca insan canını kurtarmak için Türkiye sınırına yığıldı. Sınırdan sağ geçmeyi başaranlar, yollarda açlıktan, hastalıktan ölenleri geride bırakmanın kederini ta iliklerinde hissetseler de canlı kalabildikleri için seviniyorlar. Suriye sınırından Türkiye’ye geçince, devletin Müslüman oldukları için kendilerini bağrına basıp, yedireceğini, içireceğini, insanca yaşatacağını düşünüyorlar. Oysa daha sınırdan geçerken gördükleri muamele ve yapılan eziyet sonucu hayalleri yerle bir oluyor.
Devletinin en tepesindekiler onlara “misafir” diyordu. Hani misafir evin başköşesinde ağırlanır diye, kaybolan hayalleri azıcık canlanmıştı. İnsanın değil, hayvanın bile barınması için uygun olmayan çadırlara doldurulup etrafları tel örgülerle çevrili kamplara tıkıştırıldıklarında, üzerlerine çevrili silahlarıyla askerleri gördüklerinde, bu “misafirliğin” nasıl bir zulüm olduğunu öğrendiler. İç savaştan, zalim diktatör Esad’tan kaçıp canlarını kurtarmışlardı, ama gördükleri zulüm karşısında şaşırdılar. Vurulup ölmeyi göze alarak, çoluk-çocuk, yaşlı-genç, kadın-erkek demeden kaçmaya çalıştılar. Bir kısmı yakalanıp kampa geri gönderildi. Yakalanmayanlar İstanbul, İzmir başta olmak üzere, dağıldılar Türkiye’nin dört bir yanına. İş bulabilenler açlıktan kurtulma umuduyla en kötü koşullarda çalışmaya razı oldular. İş bulamayanlar çoluk-çocuklarıyla birlikte, kendi yaşadıkları topraklarda asla yapmadıkları bir şeyi yaparak el açıp dilenmek zorunda kaldılar. Patronlara gün doğmuştu. İşçi ücretlerini sanki Suriyeliler düşürüyormuş gibi, Türkiyeli işçileri Suriyeli işçilere karşı kışkırtıp saldırtıyorlardı.
Örgütsüz ve sınıf bilincinden yoksun milyonlarca işçi asıl düşmanını bilmediği için Suriyelilere saldırıyorlar. Ev sahipleri Suriyelilere döküntü evleri bile fahiş fiyatlara kiraya verir oldu. Zaten yüksek olan kiralık ev fiyatları daha da arttırıldı. Toprak sahibi patronlar, Suriye’den kaçıp gelen yoksul insanları karın tokluğuna çalıştırıyorlar. Toprak patronlarından biri, “bizim buranın işçileri, işler başladığında 40-50 lirayı beğenmiyordu. Sanki 40-50 lira az paraymış gibi beğenmiyorlardı. Suriyelilerin bir aileye 30 lira veriyorum. 10-15 kişi 30 liraya çalışıyor. Hem de uysallar. Suriyelilerin gelmesi çok iyi oldu. Biz de onlara iş veriyoruz, tarlanın yanında çadır veriyoruz. Daha ne olsun? Ekmek veriyoruz” diye konuşuyordu. İşçi-emekçiler, kiraların artmasının müsebbibi olarak yoksul Suriyelileri görüyorlar. Tepeden işçi-emekçilerin kulaklarına üfürülen, “üç milyon Suriyeli kardeşimizi misafir ediyoruz” sözleri beyinlere anında ulaşıyor. Ve “devletimiz üç milyon Suriyeliyi misafir ediyor” sözleri sert esen rüzgâr misali korunağı olmayan herkesi istediği yöne doğru yatırıyor. Elbette böyle düşünmelerinin sebebi kendi fikirleri değil, egemenlerin fikirleridir. Bu yüzden de insanlığını yitirmemiş, Suriyelilere düşman gözüyle bakmayan, dayanışma gösteren insanların olması önemlidir. Bu tür dayanışma örneklerinin çoğalması örgütlü işçi ve emekçilerin artmasıyla, sınıf kardeşliğinin ön plana çıkartılmasıyla mümkün olabilir ancak.
Bizim mahalleli beş işçi eşi kadının sözleri ve daha önce duyduklarım zihnimde bir film şeridi gibi akıp duruyordu. Sayısız kez Suriyelilere karşı gördüğüm, duyduğum ve ne yazık ki olumlu olmayan örnekleri hatırladım. Hepsi ayrımcı, yabancı düşmanı, hatta ırkçı davranışlardı. Hatta kendi dedesinin, ninesinin Suriye’den, şuradan buradan göçüp geldiğini bilen kabul edenlerin bile ırkçı davranışlarına tanık oldum. Bıraktık büyüklerini, Suriyelilerin minicik bebelerine bile fare ölüsüne bakar gibi bakıyorlar. Metroda, metrobüste, otobüste yer kapmak için kıran kırana bir yarış halinde olan insanlar, Suriyelinin yanı boşsa oturmazlar. Bakışlarıyla da rahatsız ederler. Başka zaman minik bir çocuk gördüğünde dokunarak sevme hastası olan bu insanlar, Suriyeli minik bir çocuğa dokunmazlar. Hatta yanlışlıkla temas ederlerse ıslak mendille ovarak ellerini temizlerler. Metroda giderken, kendini insandan sayan birinin, vagon neredeyse boş olmasına rağmen iki Suriyeli genci “kalkın lan, pisler” diyerek yerlerinden kaldırmasına birkaç ay önce şahit olmuştum.
Oysa o iki tığ gibi delikanlı, o ırkçı kafalıyı kapıdan fırlatıp atsa karşıdaki duvara kadar giderdi. “Hayırdır, yol paralarını siz mi ödediniz? Onların buraya kaçıp geldiği gibi, burada savaş çıksaydı biz de Suriye’ye kaçmak zorunda kalabilirdik” demiştim. Az sayıdaki insandan ona destek veren çıkmayınca, “ama pis kokuyorlar” demişti. Dayım beni susturmaya çalışmıştı. Dayım 30 senedir Almanya’da metal işçisi. Almanya’daki işçilerin ne durumda olduğunu anlamak için dayıma sorular soruyordum metroya binmeden önce. Dayım, Almanya’da IG Metall sendikasının üyesiymiş. “5-6 sene önce yabancıları işe aldılar. Onlar fabrikanın işçileri değiller. Burada fabrikanın işçisi olmayana ne deniyor” diye sormuştu. Ben de “buradaki adı taşerondur” demiştim. Dayım “işte ondan. Yabancılar daha çok iş çıkartıyor. Aynı sayıyı bizden de istiyorlar. Yabancılar geldi, bizim işimiz zorlaştı. IG Metall başkanları da, ‘onlar bizim üyelerimiz değil’ diyorlar” demişti. Dayıma, “neden onlara yabancı diyorsun? Dünyalı değiller mi, yoksa uzaylı mı o arkadaşlar? Eğer Alman vatandaşı değilse, sen de değilsin. Sen veya Alman bir işçi diğer işçileri yabancı olarak gördüğünüz sürece, ‘efendi’ sizi kapı dışarı edip, daha çok iş üreten yabancı diye aşağıladığın o işçileri çalıştıracaktır. Bak, gördün mü, Suriyeliler de burada aşağılanıyor. O gençlere ‘pis kokuyorlar’ demesinden ne farkın var?” demiştim. Dayım biraz kızarak, biraz da gönül koyarak, “aman yeğenim, sen de aynı yabancılar gibi konuşuyorsun” diyerek konuyu değiştirmişti.
Hatta bir hafta evvel Mardin Araplarından bir eve misafir olmuştum. Ev kalabalıktı, benim dışımda hepsi Arap’tı. Öyle bağıra bağıra konuşuyorlardı ki anadillerinde, kapı dışından dinleyecek biri “içeride kesin birbirlerini boğazlıyorlar” diye düşünürdü. Koparttıkları yaygaranın, lokantalarında karın tokluğuna çalışan ve bodrum katta yatan Haleplinin izin almadan bir ayran içmiş olmasından kaynaklandığını anlamıştım. “Sizin atalarınız nereden gelmiş Mardin’e?” diye sordum. En çok konuşan kadınlardan biri “Helep, Helep” demişti. “Yazık sizin Halepliliğinize, ya dedeleriniz değil de şimdi siz gelseydiniz, aynı durumda siz kalsaydınız ne yapardınız?” diye sormuştum. Dokuz köye söz yetiştiren aynı kadın, yarı Arapça yarı Türkçe, makineli tüfek gibi konuştu. Anlayabildiğim sadece, “devlat, hökümet bâkıyooor, ev veriyooor” sözleri olmuştu.
Son yıllarda egemenler işçi-emekçilerin kulağına, işsiz kalmasının, ücretinin düşüp, ekmeğinin küçülmesinin, kiraların artmasının, kısacası başımıza gelen her sorunun sebebinin Suriyeliler olduğunu üfürüyor. İşçi-emekçi kardeşlerimizin örgütsüz, sınıf bilincine sahip olmayan milyonları, sermaye sahiplerine, “yahu, bu Suriyeliler geleli 5 sene oldu. Biz 5 sene evvel de aynı durumdaydık, ücretlerimiz yine düşüktü, ev kiraları yine yüksekti, bu işin içinde bir çapanoğlu var?” diye sormuyorlar. Bunları sormaları için kulaklarına kar suyu kaçırmak şart! Pazar parasından, evinin ihtiyacından kısan beş kadının Suriyeli komşularına gösterdikleri dayanışma kıymetli. İşçiler, biraz da bu dayanışma örnekleri çoğaldığında vatanlarının dünya olduğunu kavramaya ve Enternasyonal marşında söylendiği gibi uykularından uyanmaya başlayacaklar.
Yücel Boru’da İş Cinayeti
Beklenmedik Grevimiz Sonuç Verdi
- Bu Kalp Nasıl Atmaya Devam Edecek?
- Egemenlerin Değil, Sınıfımızın Gözüyle Bakalım!
- “Kendini de Beni de Yaktın Celal!”
- Uğruna Mücadele Ettiğimiz Bizimdir
- Grev Çocukları
- “Felsefe Yapma Birader!”
- Şeytanla Dost Olunmaz!
- Reklam Deyip Geçmeyelim!
- “60 Bin Maaşla Çoban Bulunmuyor.” Yersen!
- Bu Kandırmacalara Verilecek Cevabımız Var!
- İşçi Sınıfının Yareni Kim?
- Kapıldığımız Trendler ve Gerçek Sorunlarımız
- Her Yer Bizim Düzenimiz Olsun Diye
- Neden Bu Kadar Stresliyiz?
- “Beni Bırak, Gözünü Bebekten Ayırma Sakın”
- Huzurlu Bir Yaşam İçin Mücadeleye…
- “Bizim Hayallerimizi, Sizin Geleceğinizi Çaldılar”
- Bizim Mahallenin Gençleri
- Kişisel Gelişim Zırvasına Kanma, Sınıf Mücadelesine Sarıl
- Sömürü Düzenini Uçurumdan Atmak İçin Örgütlenelim
Son Eklenenler
- Kültür Radyo Televizyonu (KRT) çalışanları Mart ayından bu yana ödenmeyen ücret ve sosyal hakları için 4 Haziranda iş bıraktı. 5 Haziranda İstanbul Maslak’taki KRT binasının önünde “İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız” diyerek toplanan kanal çalışanları,...
- İstanbul Tuzla’da bulunan ve Petrol-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şubenin örgütlü olduğu Reckitt Benckiser fabrikasında 27 Mayısta başlayan grev kararlılıkla sürüyor. UİD-DER’li işçiler olarak, bayrama mücadeleyle giren grevci işçileri grevlerinin...
- ABD ve İngiltere gibi emperyalist devletlerin desteğini arkasına alan İsrail’in Filistin halkına yönelik katliamları kadın, bebek, çocuk, genç, yaşlı on binlerce masum insanın yaşamını aldı, almaya devam ediyor. Egemenler, kendi çıkarları uğruna...
- Toplumda gelecekle ilgili düşünceler ve planlar genellikle maddiyat üzerinden oluşuyor. İyi bir eğitim, iyi bir iş, iyi bir kariyer… Bunları yerine getirince ekonomik ve sosyal açıdan rahat yaşamak mümkünmüş gibi düşünülüyor. Ama sömürü düzeni olan...
- Petrol-İş Sendikası Gebze Şubesinin örgütlü olduğu Kocaeli Çayırova’da bulunan Portakal Plastik ve Porvil fabrikalarında 7 Mayısta başlayan grev 3 Haziranda anlaşmayla sona erdi. Petrol-İş Sendikası Genel Merkezinde Petrol-İş Genel Merkez...
- İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İZELMAN, İZENERJİ ve Egeşehir şirketlerinde çalışan yaklaşık 23 bin işçi, DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikasının öncülüğünde 29 Mayıs’ta greve çıktı. Grev yedinci gününde sürerken, grevi ve işçilerin mücadelesini...
- İzmir Büyükşehir Belediyesine ait İZELMAN, İZENERJİ ve Egeşehir’de çalışan Genel-İş üyesi yaklaşık 23 bin işçi, toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde düşük ücret dayatılmasına karşı ve eşit ise eşit ücret talebiyle 29 Mayısta greve çıktı. Belediye...
- Her 1 Mayıs sabahını gecesinde uyuyamadığım, bir an önce sabahı karşılamanın heyecanıyla beklerim. Tüm dünyada milyonlarca işçi renk, ırk, ülke gözetmeksizin alanlara meydanlara çıkıyor ve tek yürek oluyor! Taleplerimiz ve mücadelemizde ortaklaşıyor...
- Neden “UİDER” değil, UİD-DER” dediğimi anlatmak istiyorum size. Geçtiğimiz günlerde bir işçi kardeşimiz bana UİD-DER’in açılımını sordu. Yanıtladım: “Uluslararası İşçi Dayanışması Derneği, kısaca UİD-DER.” Fakat internette arama yaparken kısaltmayı...
- Son yıllarda egemenlerin ekonomik ve siyasi krizlerden söz ederken “fırtına” ya da “kasırga” benzetmesine çok sık başvurduklarına şahit oluyoruz. Mesela JP Morgan CEO’su 2022’de yaklaşan ekonomik belirsizlikleri tarif etmek için “ekonomik kasırga”...
- Bazı insanlar vardır, kalpleri sadece kendileri için değil, tüm insanlık için, yeryüzünün tüm canlıları için özgürlük tutkusuyla çarpar. Tıpkı Haziran ayında sonsuzluğa uğurlanan üç yürek işçisi gibi. 3 Haziran 1963’te Nâzım Hikmet’in, 2 Haziran...
- UİD-DER’de emekçi kadınların bir araya geldiği bir etkinlikte çocuklarla ilgilenmek için kreşte görevliydim. Yaşları 3 ile 10 arasında değişen 7-8 çocuk vardı. Hangi oyunları oynamak istediklerini sorduğumda, içlerinden biri oyun oynamak...
- ABD’de yaşıyor olsaydık, muhtemelen Türkiye’de olduğu gibi, en çok konuşacağımız konuların başında gelecekti ekonomi. Son yıllarda ABD’den Türkiye’ye işçi ve emekçiler düşük ücretlerden kamu hizmetlerinin kısıtlanmasına benzer sorunlarla...