Buradasınız
Bu Yangın Neyin Yangını?

Türkiye’nin güneyinde günlerdir süren orman yangınları yerleşim yerlerini ve termik santralleri sararak devam ediyor. Topraktaki solucandan çiçekteki arıya, ağaçtaki kuştan kayalardaki geyiğe, yuvasındaki karıncadan havadaki bakteriye, sokaktaki kediden ahırdaki koyuna, kumdaki deniz kaplumbağasından evindeki insana kadar sayılamayacak kadar türde, sayılamayacak kadar çok canlı yandı, hâlâ da yanıyor. Börtü böcek, ağaç çiçek yanıyor, insanlar yaşamlarını kaybediyor, yaşamın kendisi yanıyor. “Yanıyoruz” çığlıkları yükseliyor. Ama siyasi iktidar bu sesleri duymaya değil boğmaya çalışıyor. Çünkü doğa ve canlılar onların umurunda değil.
Yangınların yol açtığı felaketin sorumlusu iktidardır. Çünkü iktidar orman yangınlarına karşı neredeyse hiçbir hazırlık yapmamış, en önemlisi böylesine büyük bir yangının olabileceğini gündemine getirmemiş, umursamamış ve boş vermiştir. Bunun altında kapitalist açgözlülük vardır. Yangın felaketi, iktidarın tek derdinin doğayı yağmalamak, sermaye için yeni kârlı rant alanları açmak olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Daha yangınlar devam ederken TOKİ evleri yapacaklarını açıklamaları ve bu evlerin örneklerini yayınlamaları, Turizmi Teşvik Kanununun değiştirilmesi ve ormanlık alanların turizme kazandırılması adı altında bu alanların Orman Bakanlığından alınıp Turizm Bakanlığına ve Cumhurbaşkanına devredilmesi başka nasıl açıklanabilir? Bu bölgelerin yandaşlara peşkeş çekileceğini, halkın yeşilden, maviden daha fazla mahrum edileceğini görmemek için ya kör ya da aptal olmak gerekir.
İşçi Dayanışması’nın son sayısında daha yangından önce şu satırlara yer vermiştik: “Geçtiğimiz günlerde Muğla Milas’da ağlayan ve nefes almakta zorlanan bir emekçi kadının görüntüleri yansıdı sosyal medyaya. Bu emekçi kadın, maden ocağı açmak üzere ormana dalan, ardı ardına ağaçları indiren kapitalist şirketin yaşam alanlarını yok etmesine feryat ediyor ve şöyle diyordu: «Karşımızda bir insan yok, taş parçası var karşımızda!» Bu sözler hayatın içinden, emekçilerin yüzlerce yıllık deneyimlerinden süzülüp geliyor; sömürücü egemenleri ve kapitalistleri ne de güzel tanımlıyor. İşçi sınıfının büyük önderi Marx, kapitalistleri sermayenin kişilik kazanmış hali olarak tanımlamıştı. İnsan kılığında ayakları üzerine dikilen sermayenin ne vicdanı ne de utanma duygusu vardır. O, emek ve doğa karşısında bir taş parçasıdır; empatiden yoksundur. Bu yüzden kapitalist, kâr için işçiyi iliklerine kadar sömürürken ve doğayı katlederken zerrece vicdan azabı çekmez, yıkıcı eylemlerinin sonucunu umursamaz. Türkiye’deki siyasi iktidar, bu kapitalist vicdansızlığın, umursamazlığın ve empatiden yoksunluğun cisimleşmiş hali olarak karşımızda duruyor.”[1]
Şimdi durup düşünelim, bu sözler gerçeğin ta kendisi değil mi? Marmara Denizinin müsilajla kaplanarak ölmesi, bir tarafta tarımı ve tüm canlıları tehdit eden kuraklık yaşanırken diğer tarafta sel felaketlerinin olması, depremlerde onlarca insanın hayatını kaybetmesi, yüzlercesinin evsiz kalması ve şimdi de yangınlar… Bütün bu felaketler karşısında siyasi iktidarın takındığı tutuma bakalım: Hep aynı vicdansızlık, umursamazlık, sorumluluk kabul etmeme, baskı ve tehditle halkı susturmaya çalışma!
Bu efendiler yangınlar ve tepkiler büyüdüğünde Türkiye devletinin çok kudretli olduğunu söyleyip başka ülkelerden gelen yardım tekliflerini geri çevirdiler. Yangınlar büyüyüp tepkiler artınca, bu kez de toplumun tepkisini başka kanallara akıtmak için Kürt düşmanlığı üzerinden milliyetçiliği kışkırtmaya giriştiler; yangınların sorumlusu ilan ettikleri HDP ve CHP’yi hedef gösterdiler. Bir taraftan bu kara propagandayı yaparken, öte taraftan yangınların önünü alamayınca beceriksizliklerinin üzerini örtmek için yangınları sıradanlaştırmaya çalıştılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın televizyon ekranlarından “her yerde yangın var, Rusya yanıyor, İtalya, Yunanistan yanıyor” açıklamaları yapması bunun örneğidir.
Hem uluslararası kurumlar hem de Meteoroloji Genel Müdürlüğü 2021’de küresel iklim değişikliği nedeniyle Akdeniz havzasında çok büyük yangınlar olacağını söylüyordu. Bu uyarılar karşısında iktidar yangınlarla mücadele etmek için nasıl hazırlıklar yaptı? Cevap belli: HİÇBİR ŞEY! Ama Türk Hava Kurumuna kayyum atadı, tüm varlıklarına çöktü. Kurumun yangınları söndürebilecek uçaklarını hangarlarda çürüttü. Bu uçakların bakımı ve yenilenmesi için 4 milyon dolar ayırmayan iktidar, yangın uçakları kiralamak için on milyonlarca dolar harcadı. Orman yangını söndürme işini ihaleyle tek derdi kâr edip para kazanmak olan şirketlere verdi, tüm kaynakları özel şirketlere aktarıp onları semirtti. Diğer bütün kamu hizmetlerinde yaptığı gibi itfaiye personelini azalttı. Deneyimli kadroları işten çıkarıp yangınların nasıl önleneceğini, yangınlarla nasıl baş edileceğini bilmeyen yöneticileri iş başına getirdi.
Bilelim ki yitirilen her canın, kavrulan her yeşil dalın, her filizin vebali boyunlarındadır. Ama onlar yanan ağaçları, kavrulup giden milyonlarca canlıyı canlıdan bile saymıyor, tam bir tüccar zihniyetiyle kayıpların parayla telafi edilebileceğini düşünüyorlar. Şu sözler Erdoğan’a aittir: “Yangın olur da ormanda canlılar yanmaz mı? Hemen tedbirlerimizi aldık. ‘Bütün bu canlıların defnini yapın’ dedik. Canlıların sahiplerine bu canlılar kadar ödeme yapacağız. Büyükbaşsa büyük baş, koyun, beyaz et hepsinin ödemelerini yapacağız.”
Bu ülkede “itibardan tasarruf olmaz” denilerek Cumhurbaşkanına biri en az 10 milyon lira günlük gideri olan 7 saray, 13 uçak tahsis ediliyor. Cumhurbaşkanı yangın yerine 200 araçlık konvoyla, koruma ordusuyla gidiyor. Bütün bunlar için para bulunabiliyorsa yangın söndürme uçaklarının, yeterli sayıda helikopterin, arazözün, tankerin, personelin olmaması acizlikten değil siyasi iktidarın tercihlerindendir!
63 yerde yangın varken THK’nın kayyum başkanının düğüne gitmesinden, Erdoğan’ın yangın bölgesinde insanlara çay fırlatmasına, her şeyin kontrol altında olduğu imajını yaratmak isterken yapılan tutarsız, akla ve vicdana sığmayacak açıklamalara kadar 10 günlük süre içinde yaşananlara baktığımızda; kapitalist açgözlülüğün, kibrin, gerçeklerden kopukluğun, devlet kurumlarının niteliksizleşmesinin, boş vermişliğin tablosunu görüyoruz. Bunun bedelini ise yoksul işçiler, emekçiler, köylüler ve doğamız ödüyor.
Yangın uzağımızda değil evimizin içindedir, sorun bizimdir. Ormanlar kayboldukça, yeşil azaldıkça gezegenimiz daha fazla ısınıp tahrip oluyor. Küresel ısınmanın sorumlusu biz değiliz ama bu sorun bizi ve tüm insanlığı vuruyor. Küresel ısınma maviye yeşile hasret kalmak, seller, kuraklıklar, yangınlar ve türlü felaketler demektir. Yangınlar, susuzluk, kuraklık, seller bizi vurmaktadır.
Seraların, büyükbaş ve küçükbaş hayvanların, tavukların, arıların, zeytinliklerin yanması köylülerin geçim kaynaklarını kaybetmesi demektir. Daha pahalı domates, biber, daha pahalı et, süt, yumurta, daha pahalı bal, yağ demektir. Pahalılık zenginleri ve iktidar çevresini değil bizi vurmaktadır!
Doğa tahrip oluyor, kendini toparlayamayacak, temizleyemeyecek kadar kirleniyor. Denizler Antalya’dan Marmara’ya artık yüzemeyeceğimiz, ayaklarımızı suya sokamayacağımız kadar kirleniyor. Kirlenen denizler, nehirler, topraklar bereket ve bolluk yerine hastalık getiriyor. Denizden çıkan balık, midye, topraktan çıkan fasulye artık besin değil giderek zehir oluyor. Tüm bunlar emekçilerin yaşamını olumsuz etkiliyor.
Kardeşler, çatısı olmayan, kolonları kesilen evde yaşanır mı? Dünya bizim evimiz, ormanlar ciğerimizdir. Dünya zarar gördüğünde yanan evimizdir, başımızdan uçan çatımızdır, kesilen nefesimizdir. Bu iktidar, bu kapitalist düzenin efendileri evimizi ateşe veriyorlar, başımıza yıkıyorlar, soluğumuzu kesip bizi boğuyorlar. Duygusuz, vicdansız, merhametsiz sermaye düzeninin, iflas etmiş siyasi iktidarın ve içine atıldığımız yangının karşısında yapabileceğimiz tek bir şey var: El ele vermek, böylelikle örgütlenebilmek, güçlenebilmek ve kendimizi, doğamızı ve geleceğimizi kapitalizmden ve onun yol açtığı felaketlerden kurtarmaktır.
[1] Milyonlar işsiz ve yoksul, gençler geleceksiz, doğa talan ediliyor… Mevcut Durumu Değiştirecek Olan Emekçilerin Birliği ve Mücadelesidir!, İşçi Dayanışması 160. Sayı Başyazı.
“Huzur Payı”
Pandemide Market İşçisi Olmak
- Erlau İşçileri Sendikal Hakları İçin Mücadele Ediyor
- Esenyurt Belediyesi’nde Kayyum Yönetiminin İşten Atma Saldırısı Protesto Edildi
- Liseliler Ayakta: “Öğretmenime Dokunma!”
- Çayırhan Maden Ocağında Patlama: 2’si Ağır 14 İşçi Yaralandı
- Herkese Birinci Sınıf Sağlık Hizmeti İddiası ve Gerçekler
- Mücadelenin Gençlerinden Sokak, Slogan ve Meydan
- Eğitim Sen’den ve Üniversite Öğrencilerinden Tutukluların Serbest Bırakılması İçin Eylem
- Kuzey ve Güney: İki Sınıfın Gerçek Hikâyesi
- Boykota Destek Genişledikçe İktidarın Saldırıları Büyüyor
- Büyük İnsanlığın Safında Bir Kalem: Sabahattin Ali
- İşçi Sınıfı Tarih Bilinci Kazanırsa İlerler
- O Yılan Kapitalizmdir, Sana da Dokunur Kardeşim
- Maltepe’de Milyonlar Bir Araya Geldi
- KESK İstanbul Şubeler Platformu: “Levent Dölek Serbest Bırakılsın!”
- Kapitalist Karanlığa Karşı Mücadeleyi Büyütelim
- Eğitim Sen: Baskılar Bizi Yıldıramaz
- “Hadi Siz de Birlik Olun, Korkmayın!”
- Zenginlik ile Yoksulluk Arasındaki Uçurum!
- Rejimin Saldırıları Yeni Gözaltılarla Sürüyor
- Amasra Madenci Katliamı Davasından da Adalet Çıkmadı
Son Eklenenler
- İzmir’de Tekgıda-İş Sendikasının örgütlü olduğu Oryantal Tütün Paketleme (OTP), TTL Tütün ve Sunel Tütün fabrikalarında süren grevler anlaşmayla sonuçlandı. Genel-İş Sendikasında örgütlü İzmir Konak Belediyesine bağlı MER-BEL işçileri düşük ücret...
- Dünyada ve Türkiye’de olup bitenler üzerine sohbet ederken genç bir işçi kardeşimiz, “valla artık haberlere bakmıyorum, zaten benim kendi derdim başımdan aşkın” dedi. Aslında hepimizin derdi başından aşkın. Ama belki de bu nedenle çevremizdeki...
- Sömürüye başkaldırının sembolü, tüm dünya işçilerinin ortak duygularla ve taleplerle alanlara çıktığı, evrensel bir mücadele günü olan 1 Mayıs yaklaşıyor. Yüreği 1 Mayıs coşkusuyla, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemiyle çarpan tüm işçilere selam...
- 2 Nisan 2024’te İstanbul Beşiktaş’ta Masquerade isimli gece kulübünde çıkan yangında 29 işçi yaşamını yitirmişti. Aileler aradan geçen bir senede adaletin sağlanmamış olmasına, asli kusurluların tutuklanmamasına tepkili. Mahkemeye sunulan ikinci...
- Arjantin’de faşist devlet başkanı Javier Milei’nin 2023 yılı sonunda iktidara gelmesinden bu yana işçiler üçüncü kez genel greve çıktı. Genel İş Konfederasyonu’nun (CGT) çağrısıyla 10 Nisan Perşembe günü ülke çapında 24 saatlik grev gerçekleşti....
- Panayırdaki gösteri için adam avazı çıktığı kadar bağırarak müşteri çekmek istiyormuş ama gösteri o kadar kötüymüş ki kimse adama kanıp gösteriye gitmiyormuş. Panayır açılalı epey olmuştur ve çığırtkana kanarak girenlerin söyledikleri de kulaktan...
- İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs yaklaşıyor. Peki, hangi koşullarda karşılıyoruz 1 Mayıs’ı? İşçiler, emekçiler olarak hepimiz ağırlaşan sorunlarımızın çözülmesini, üzerimizdeki baskının hafiflemesini istiyoruz....
- Kocaeli Gebze’de bulunan Alman sermayeli Erlau Metal fabrikasında işçiler, Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze 1 No’lu Şube’de örgütlendi. Sendika yakın zamanda Çalışma Bakanlığından yetki belgesini almasına rağmen işveren yetki itirazında bulundu....
- Kasım 2024’te Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer tutuklanarak görevden alınmış ve ardından belediyeye kayyum atanmıştı. İşçiler üzerinde baskı uygulayan kayyum yönetiminin tazminatlarını ödemeden, haklı gerekçe göstermeden pek çok işçiyi...
- Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) geçtiğimiz hafta Özel Program ve Proje Uygulayan Eğitim Kurumlarına Öğretmen Atama ve Yönetici Görevlendirme sonuçlarını açıkladı. Sonuçların açıklanmasının ardından eğitim sendikaları atamaların ölçülebilir ve somut...
- Gerek dünyada gerekse yaşadığımız ülkede öyle olaylar, öyle gelişmeler yaşanıyor ki ilk bakışta her şey çok bilinmeyenli bir matematik denklemi gibi karmaşık ve anlaşılmaz görünebilir. Nasıl ki matematikte karmaşık problemleri çözebilmek için...
- İrfan Yalçın’ın “Ölümün Ağzı” romanı, 1940’lı yıllarda Zonguldak köylüsünün “mükellef” adı altında bedavaya çalıştırıldığını belgeleyen bir tanıklıktır. Dönemin tek partili rejiminde, İsmet İnönü madeni teftişe gittiğinde, karşısına dizilen...
- Ha geldi, ha gelecek, yok yok bu sene gelmeyecek derken Yaren leylek Bursa’nın Karacabey ilçesinde, Uluabat Gölünün kıyısında balıkçı Âdem amcayla buluştu. On dört yıllık dostluk! Adı gibi yarenlik yapıyor Âdem amcaya. Aslında kimsenin haberi...