Buradasınız
Mevcut Durumu Değiştirecek Olan Emekçilerin Birliği ve Mücadelesidir!
Gazetemizin son sayısında Marmara Denizindeki müsilaja ve çevre felaketine odaklanan yazımızın başlığı şöyleydi: “Evimizin Kolonlarının Kesildiğinin Farkında mıyız?”[1] Elbette bu başlığı tesadüfen seçmedik. Çünkü doğanın tahrip edilmesi, üzerine bastığımız toprağın altımızdan çekilmesi anlamına geliyor. Havanın ve denizlerin kirlendiği, ormanların ve akarsuların yok edildiği bir dünyada hayatımızı nasıl sürdürebiliriz? Bugün küresel iklim değişikliğinin sonuçlarını, milyonların göçmen haline gelmesinden soframıza giren ekmeğin fiyatının artmasına kadar birçok alanda görüyoruz. Temmuz ayının ikinci yarısında Almanya, Belçika, Hindistan, Çin ve Türkiye’de ardı ardına gelen seller ve yaşanan yıkım, doğa tahribatının nasıl bir felakete dönüştüğünü ortaya koyuyor. Havasıyla, deniziyle, ormanıyla, deresiyle üzerinde yaşadığımız gezegen evimizdir. Fakat kapitalist sömürü düzeni, bahçemizdeki ağaçları kökünden söken ve evimizin altını oyan devasa bir iş makinesi gibi durmaksızın çalışıyor, insanlığı felakete sürüklüyor.
Geçtiğimiz günlerde Muğla Milas’da ağlayan ve nefes almakta zorlanan bir emekçi kadının görüntüleri yansıdı sosyal medyaya. Bu emekçi kadın, maden ocağı açmak üzere ormana dalan, ardı ardına ağaçları indiren kapitalist şirketin yaşam alanlarını yok etmesine feryat ediyor ve şöyle diyordu: “Karşımızda bir insan yok, taş parçası var karşımızda!” Bu sözler hayatın içinden, emekçilerin yüzlerce yıllık deneyimlerinden süzülüp geliyor; sömürücü egemenleri ve kapitalistleri ne de güzel tanımlıyor. İşçi sınıfının büyük önderi Marx, kapitalistleri sermayenin kişilik kazanmış hali olarak tanımlamıştı. İnsan kılığında ayakları üzerine dikilen sermayenin ne vicdanı ne de utanma duygusu vardır. O, emek ve doğa karşısında bir taş parçasıdır; empatiden yoksundur. Bu yüzden kapitalist, kâr için işçiyi iliklerine kadar sömürürken ve doğayı katlederken zerrece vicdan azabı çekmez, yıkıcı eylemlerinin sonucunu umursamaz.
İnsan kılığında ayakları üzerine dikilen sermayenin ne vicdanı ne de utanma duygusu vardır. O, emek ve doğa karşısında bir taş parçasıdır; empatiden yoksundur. Bu yüzden kapitalist, kâr için işçiyi iliklerine kadar sömürürken ve doğayı katlederken zerrece vicdan azabı çekmez, yıkıcı eylemlerinin sonucunu umursamaz.
Türkiye’deki siyasi iktidar, bu kapitalist vicdansızlığın, umursamazlığın ve empatiden yoksunluğun cisimleşmiş hali olarak karşımızda duruyor. Geçtiğimiz günlerde kameraların karşısına geçen Tarım ve Orman Bakanı, balık-ekmek yiyerek Marmara Denizinin ne denli temiz olduğunu göstermeye çalışıyordu. Oysa denizin derinliklerinde canlıları tüketen korkunç bir kirlilik var. Fakat birkaç sene öncesine kadar Kanadalı bir gıda tekelinin Ortadoğu temsilcisi olan bu bakan, yüzeydeki müsilaj temizliğini göstererek ona inanmamızı istiyor. Yani denizin gerçek hali umurunda değil, o toplumu manipüle ederek konunun üzerini kapatmaya çalışıyor. Bir zamanlar yine bir bakan (ANAP’lı), kameraların önünde çay içerek patlayan Çernobil nükleer santralinden yayılan radyasyonun Karadeniz’e ulaşmadığını ve tehlikeli bir durum olmadığını kanıtlamaya çalışmıştı. Dönemler değişse de sömürü düzeninin temsilcilerinin hareket tarzı değişmiyor. Çünkü bu hareket tarzını belirleyen sermaye düzeninin işleyiş yasalarıdır. Lafa gelince iktidar temsilcileri “Biz yaradılanı yaradandan ötürü seviyoruz” sözünü ağızlarından düşürmezler. Ama Tuz Gölünün kurumasına, binlerce allı turnanın ölmesine ve köylülerin susuz kalmasına yol açan onların açgözlü kapitalist politikalarıdır. Gerçekte onların tek sevdikleri paradır, güç ve iktidardır, bu iktidarın sembolü olan saraylardır!
Tam da böyle olduğu için Türkiye’nin altını üstüne getiriyor, dizginsiz bir açgözlülük ve sonradan görmeliğin iştahıyla emeği ve doğayı yağmalıyorlar. Bu iktidar, yandaş sermaye başta olmak üzere sermaye sınıfına kârlı alanlar açmak için büyük projeler geliştirmekle övünüyor. Proje büyüdükçe rant da büyüyor ve bu yolla devlet kaynakları sermayeye aktarılıyor. Toplumun veya kentlerin söz konusu projelere ihtiyacının olup olmaması iktidarı ve sermaye sınıfını zerrece ilgilendirmiyor. Böylece devasa köprüler, havaalanları, tüneller, garlar, barajlar, termik santraller, hastaneler inşa ediliyor. Devlet, bunları yapan ve sonra da işleten şirketlere kamu bankaları aracılığıyla kredi sağlamakla yetinmiyor; ayrıca köprüler, havaalanları, garlar ve hastaneler için yolcu ve hasta garantisi de veriyor. Garanti edilen yolcu ve hasta sayısına ulaşılmadığı durumda devlet, bu şirketlerin kasasına milyonlarca lira aktarıyor. Mesela Cengiz-Kolin-Limak ortaklığıyla inşa edilen Ankara Yüksek Hızlı Tren Garı için 2020’de 5 milyon yolcu garantisi verildi. Fakat bu tren garını aynı yıl sadece 740 bin yolcu kullandı. İşte bu açığı kapatmak üzere devlet, 2016’dan bu yana söz konusu şirketlere tam 21 milyon lira ödedi.
Karşımızda vicdansız, duygusuz ve tek arzusu kâr olan sermaye sınıfı var. Onların bir parçası olan ve onlara hizmet eden siyasi iktidar var. Doğanın talanını durdurmak, çevre felaketinin önüne geçmek, ekonomik krizin bedelini ödememek için tek çıkış yolu örgütlü mücadeledir!
Bu yolla, bir milyon yolcu garantisi verilen ama neredeyse uçak inmeyen havaalanları için devlet kaynakları patronlara akıtılıyor. Emekçilerden toplanan vergilerin oluşturduğu bütçe bu şekilde bir avuç para babasının kasasına aktarılırken, bu projeler Türkiye’nin gelişmesi, büyümesi ve kalkınması olarak sunuluyor. Sermayenin geliştiği ve büyüdüğü doğrudur. Nitekim zenginler ile yoksullar arasındaki uçurumun roket hızında genişlemesi de buna işaret ediyor. Bir avuç sömürücü, iktidar ve çevresi zenginlik denizinde yüzerken, milyonlarca emekçinin yaşam koşulları da ağırlaşıp kötüleşiyor. Fakat fildişi kulelerinden aşağıya bakanlar, oturdukları yükseklikte görüş alanlarını kaybetmiş olmalılar ki, yoksulluk içindeki emekçilere şöyle sesleniyorlar: “Porsiyonlarınızı küçültün!”
Birileri, emekçilerin bu sözleri duyup umursamadığını, bir kenara kaydetmediğini düşünüyorsa fena halde yanılıyor. Örgütsüz olan, kime güveneceklerini bilmeyen emekçiler susuyor, ama şimdilik! 20 yıllık sürekliliği olan ve yaptığı ittifaklarla varlığını sürdüren iktidar boğazına kadar yolsuzluğa gömülmüştür. Tek adam rejiminin gerilimler yaratarak toplumu kutuplaştırması, toplum üzerinde kurduğu baskı ve hayatın her alanında hâkim kılmaya çalıştığı boğucu hava insanlarda büyük bir bıkkınlığa yol açıyor. Ekonomik krizin bedelini işsizlik ve derinleşen yoksullukla işçiler, emekçiler ödüyor. Genç kuşaklar işsiz, umutsuz ve geleceksizdir. Önemli bir bölümünü üniversite mezunlarının oluşturduğu milyonlarca genç, hayatın akışına hiçbir müdahalede bulunmadan evde öylece oturmaktadır. Yaşamlarının en yaratıcı döneminde toplumsal üretim sürecinin dışına itilmişlerdir. Kendilerini faydalı kılacak, topluma enerjilerini sunacak, hayatın örgütlenmesine katılacak olanak ve fırsatlardan yoksundurlar. “Ev genci” ve “eşofmanlı gençlik” kavramlarının hayatımıza girmesi bu vahim tablonun ifadesidir.
İşte tüm bunlar toplumda alttan alta tepki birikmesine neden olurken, çok yönlü ve çok katmanlı bir değişim arzusu da çeşitli biçimlerde kendini dışa vuruyor. Unutmamak lazım ki köklü sosyal değişimler akşamdan sabaha gerçekleşmez. Böylesine büyük değişimler yıllar içinde olgunlaşıp belirli bir birikim düzeyine ulaşır. Bugün bu değişim arzusunu grev ve direniş alanlarında, eşofmanlı gençlik olmayı kabul etmeyen genç kuşakların arayışında, deresine ve ormanına sahip çıkan emekçilerin direnişinde görmek mümkündür. Asla unutmayalım; karşımızda vicdansız, duygusuz ve tek arzusu kâr olan sermaye sınıfı var. Onların bir parçası olan ve onlara hizmet eden siyasi iktidar var. Doğanın talanını durdurmak, çevre felaketinin önüne geçmek, ekonomik krizin bedelini ödememek için tek çıkış yolu örgütlü mücadeledir! Birleşmek ve dayanışma ağlarımızı güçlendirmek zorundayız!
[1] “Evimizin Kolonlarının Kesildiğinin Farkında mıyız?”, İşçi Dayanışması 159. Sayı.
- Kapatılan Ocakların Susmayan Bandosu
- Umut Sende Bende Bizde...
- “Ne Olacak Bu Memleketin Hali?”
- Anastasya, Dilan ve Hafızamız
- Ülkeyi Şirket Gibi Yönetmek…
- İşçilerin Birliği ve Dayanışması Güçlendikçe Umut da Büyür!
- İşçi Dayanışması 199. Sayı Çıktı!
- Gerçek Adalet Mücadelemizle Gelir
- Özgür Olmak Demek…
- Hangisi Daha Zor?
- Olur Kardeşim Olur!
- Yiyorlar, İçiyorlar Hesabı Bize Ödetiyorlar
- 2025, 2024’ten Daha mı İyi Olacak?
- Ters Yüz Edilen Gerçekler: Suç Ne? Suçlu Kim?
- Dünya İşçi Sınıfının Birliği Yolunda Mücadelemizi Büyütelim!
- İşçi Dayanışması 198. Sayı Çıktı!
- Artan Zenginliğin Arkasında Büyüyen Yoksulluğumuz
- Kaynakları Tüketen Kim?
- Yaşadım Diyebilmek İçin!
- Sınır Tanımayan Irmaklar Gibi
- Kapatılan Ocakların Susmayan Bandosu
- Umut Sende Bende Bizde...
- “Ne Olacak Bu Memleketin Hali?”
- Anastasya, Dilan ve Hafızamız
- İşçilerin Birliği ve Dayanışması Güçlendikçe Umut da Büyür!
- Gerçek Adalet Mücadelemizle Gelir
- Özgür Olmak Demek…
- Hangisi Daha Zor?
- Yiyorlar, İçiyorlar Hesabı Bize Ödetiyorlar
- 2025, 2024’ten Daha mı İyi Olacak?
- Ters Yüz Edilen Gerçekler: Suç Ne? Suçlu Kim?
- Dünya İşçi Sınıfının Birliği Yolunda Mücadelemizi Büyütelim!
- Artan Zenginliğin Arkasında Büyüyen Yoksulluğumuz
- Kaynakları Tüketen Kim?
- Yaşadım Diyebilmek İçin!
- Sınır Tanımayan Irmaklar Gibi
- İşçinin Değeri Yok mu?
- Geleceğe Dönüşmek, Geleceği Büyütmek
- Esirler Dünyasına Özgürlük Çağrısı: Enternasyonal!
- Ağıt Yakmasın Analar, Umut Türküleri Söylesin
Son Eklenenler
- Hatay’ın Payas ilçesinde bulunan Atakaş Çelik fabrikasında Birleşik Metal-İş üyesi üç işçi, geçtiğimiz günlerde işten çıkarılmıştı. UİD-DER’li işçiler olarak fabrika önünde direniş başlatan işçilere direnişin beşinci gününde dayanışma ziyaretinde...
- “Her şeyin içinde ve her şeyin dışındayız”. Bu söz bir market çalışanı arkadaşımın ağzından işçilerin yaşamını özetleyen bir söz olarak döküldü. Uzun zamandır büyük bir mağazada çalışan arkadaşım, marketin günlük cirosunun rekorlar kırmasına rağmen...
- 40 yıllık kısacık yaşamına yüzlerce hikâye ve roman sığdıran Amerikalı sosyalist yazar Jack London 22 Kasım 1916’da hayatını kaybetti. Aradan geçen uzun yıllar London’ın eserlerinin güncelliğinden hiçbir şey kaybettirmedi. Çünkü o işçi sınıfının...
- Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Kömür İşletmeleri AŞ (KİAŞ) bünyesindeki Çayırhan Termik Santralinde çalışan madenciler, madenin özelleştirilmesine karşı 20 Kasımda direnişe başladı. Sabah 08.00’de gece vardiyası dışarı çıkmadı, gündüz...
- Emperyalist savaş Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın her yerinde kendini hissettiriyor. Egemenler yıllık bütçelerin büyük kısmını “savunma” adı altında savaş sanayisine ayırıyorlar. Burjuva siyasetçilerin politikaları hızlı bir şekilde sertleşiyor...
- Fotoğraftaki reklam panosu kaldırımın ortasında duruyor, gündüz gece. Arka tarafında medya maymunu Hülya Avşar sanki “hadi EYT’liler koşun, sakın geç kalmayın” dercesine sırıtıyor. Mağazada çalışan genç işçi kızımıza EYT reklamını sordum. Kendine...
- Bağımsız Maden-iş üyesi Fernas Madencilik işçilerinin direnişi çeşitli sendika ve işçi örgütlerinin desteği ile kazanımla sonuçlandı. Fernas patronu Ocak 2025’te işçilerin ücretlerine zam yapılmasını ve atılan işçilerin hak kaybı olmadan işe geri...
- Fransa’da devlet demiryolu şirketi SNCF’de örgütlü CGT-Cheminots, UNSA-Ferroviaire, SUD Rail ve CFDT-Cheminots sendikaları, 11 Aralıkta süresiz grev kararı aldı. Dört demiryolu sendikası, grev kararını SNCF’nin yük taşımacılığı birimi olan SNCF Fret...
- Gürcistan’ta madencilik şirketi Georgian Manganese’e ait Zestafoni ferroalyaj tesisi ve Chiatura manganez madeni 1 Kasımdan Nisan 2025’e kadar üretimi durdurduğunu açıkladı. Gürcistan’ın en büyük madencilik şirketi Georgian Manganese’in tesislerinde...
- Çocukların mutlu olduğu, gelecek endişesi taşımadığı, ayrımcılığa maruz kalmadığı; eşitlik, özgürlük, barış dolu bir dünyada yaşamalarını kim istemez ki? Fakat biliyoruz ki dünyamız çocuklar için sıcak bir yuva değil. Kol kanat gerdiğimiz...
- Gebze’de bulunan Grid Solutions ve Schneider Elektrik, İstanbul’da bulunan Hitachi Energy ve Bursa’da bulunan Arıtaş Kriyojenik fabrikaları için Birleşik Metal-İş Sendikası ile MESS arasında yürütülen toplu iş sözleşmelerinde anlaşma sağlanamaması...
- Gün geçmiyor ki her gün bir öncekine rahmet okutacak, canımızı yakan bir olay olmasın. Sistemin iyice çürümesi ve tarifsiz bir bataklığa dönmesiyle birlikte, bu çürümüşlük toplumda derin yaralar açıyor. Bunun sonuçlarından bir yenisi de İzmir’de...
- Bir film sahnesi: İngiltere’de bir madenci bandosu, Rodrigo’nun gitar konçertosunu çalmaktadır. Madencilerin emektar ellerinden ahenkli melodiler akıp giderken arka planda hükümet tarafından kapatılmak istenen bir madenle ilgili toplantılar, yürüyen...