Buradasınız
Kimden Yanalar? Bizden mi, Patronlardan mı?
Adana’dan İşçi Dayanışması okuru bir işçi

Bundan yaklaşık 27-28 yıl önce, gene bir seçim zamanı, aynı inşaatta çalıştığım, benden 15-20 yaş büyük olan elektrik ustası Nihat Abi, inşaatın müteahhidinin il başkanlığını yaptığı partiye gidip geldiğimi öğrendiğinde bana şöyle demişti: “Bizim patronun partisine gidiyormuşsun. Sen iskeleden inip, yorgun argın dolmuşlarda sürünerek gidiyorsun, tekrar dolmuşlarda sürünerek dönüyor, iskeleye çıkıp karda, kışta, sıcakta, aynı partiye gittiğin, oy verdiğin müteahhidin inşaatında, sana reva gördüğü ücretle, karın tokluğuna ve hiçbir sosyal güvencen olmadan çalışıyorsun. O ise, son model arabasıyla, dolmuşlarda sürünmeden gelip, klimalı bürosunda kahvesini yudumlayıp, keyif çatıyor. Şimdi, gittiğin, oy verdiğin partinize, seni bu şartlarda çalıştıran, sırtından milyarlar kazanıp, senin yoksulluğuna neden olan bu düzenin sahibi patronunu, yani partilini şikayet etsen, o parti kimden yana olur? Senden yana mı? Yoksa ondan yana mı?”
Şaşırmıştım. Böyle bir soruyla ilk kez karşılaşıyordum. Yıllardır babam, annem, amcam, dayım hep bu partiye oy vermişler, kendi partileri olarak bellemişlerdi. Gerçi 1980’de partiler kapatılmış, ama kapatılan partiler farklı isimler altında yeniden kurulmuştu. Babam, amcam ne için bu partilere oy veriyorlar bilmiyordum ama “bir bildikleri vardır herhalde” diye düşünüyordum. Yıllardır oy verdikleri, peşinden koştukları partileri onları kandırıyor olamazdı herhalde. Vaadlerini yerine getirmek için yeminler ediyor, şeref namus sözü veriyorlardı. Şeref namus bizim toplumumuz için canımızdan da önemli şeylerdi. Şerefin namusun için yemin ediyorsan sözünü tutmalıydın.
Bir cevap vermeliydim bu soruya. Kendimi ezilmiş, küçük düşürülmüş hissediyordum. Peki, ne diyecektim, nasıl bir cevap verecektim? Kendimi nasıl savunacaktım? Kendimi mi yoksa benden yana olmadığı, olmayacağı iddia edilen partimi mi savunacaktım? Geçerli bir cevabımın olmadığını, ezilip büzüldüğümü anlayan Nihat Abi, “Neyse sonra konuşuruz” diyerek uzaklaştı yanımdan. Benimle aynı partiye gönül vermiş diğer arkadaşlar kalakaldık öylece. Ben onlardan bir adım öndeydim. Daha çok ilgi duyuyordum. Ama şimdi ağzımı açıp tek bir kelime diyememiştim. Böyle birkaç gün geçti. Nihat Abi ile karşılaşınca tebessüm ederek bir “merhaba” diyor, yanında fazla durmamaya çalışıyordum.
Sorduğu soru kulaklarımda çınlayıp duruyordu yüksek sesle: “SENDEN YANA MI OLURLAR, YOKSA ONDAN YANA MI?” Defalarca tekrar edip bir cevap bulmaya çalıştım. Bir cevap vermek zorunda mıydım? Evet, cevap vermek zorundaydım. Yoksa oy vermemin, bu partiye gidip gelmemin ne anlamı kalırdı? Birkaç hafta sonra, soru, bana sorulmuş bir soru olmaktan çıkmış, kendi kendime sorduğum bir soru olmaya başlamıştı. Nihat Abiye cevap vermekten çok, kendime verecek bir cevabım olmalıydı. “BENDEN YANA MI OLURLAR, YOKSA ONDAN YANA MI?” Kestirme bir cevap verip kurtulamaz mıydım? Kimden? Nihat Abiden mi? Yoksa kendimden mi? Çalıştığım inşaattan ayrılıp kurtulabilirdim Nihat Abiden. Ya kendimden nasıl kurtulacaktım? Kendimi nasıl ikna edecektim?
Çevre inşaatlardan düşüp ölenleri, perişan olan aileleri çok duymuştum. Fabrikalarda, limanlarda ölenlerin aileleri, ya ellerine üç-beş kuruş sıkıştırılarak ya da tehdit edilerek susturuluyorlardı. Bu acıları yaşayanlarla onlara bu acıları yaşatanlar aynı partiye oy veriyorlardı. Yani benim çalıştığım müteahhidin, onun çalıştığı tersane sahibinin, diğerinin çalıştığı fabrika sahibinin partisine! Günler geçiyor, kafamdaki sorular ardı ardına sıralanıyordu. Aynı soruyu benden yaşça büyük, görmüş geçirmiş işçilere sorduğumda aldığım cevaplar beni iyice şaşırtmıştı. “Kimden yana olacaklar, tabiî ki patronlardan yana” demişlerdi. “Peki, öyleyse neden bunlara oy veriyoruz?” dediğimde, “Kime oy verelim? Hepsi aynı? Neyin davasını güdüyorsun, verdiğin bir oy değil mi?” cevabını almıştım. “Hayır bir oy değil, hepimiz oy veriyoruz bu partilere” dediğimde ise, “Sen de verme o zaman” demişlerdi. “Vay be” demiştim, “bizden yana olmadıklarını ve olmayacaklarını bile bile oy veriyoruz demek ki!”
Şimdiye kadar böylesine anlamak istercesine sormamıştım bu soruları ne kendime ne de benimle aynı kaderi paylaşan işçilere. “Oy”, “parti” hiç bu kadar önemli olmamıştı şimdiye kadar. “Neden oy veriyoruz” ve “neden bu partilere oy veriyoruz” sorularına ne kendim bir cevap bulabiliyordum ne de benim gibi diğer işçiler. Çoğunlukla “bir oydan ne çıkar, versen ne olur, vermesen ne olur” ya da “ kime oy verelim” kabilinden cevap ve sorularla karşılaşıyordum. Oy vermenin hem bu kadar önemsendiği, hem de “bir oy değil mi?” diyerek küçümsendiği çelişik bir durumla karşı karşıyaydım. Televizyonlar ve gazeteler “Vatandaşlık hakkını kullan, oyunu ver” deyip, bangır bangır bağırıp, bizi oy vermeye adeta mahkûm ederken, biz işçilerin “bir oy değil mi?” deyip küçümsemesi çelişik bir durum oluşturuyordu. Televizyonların ve gazetelerin canhıraş bir şekilde “oy ver” çağrısı yaptığı durumda biz neden verdiğimiz oyları küçümsüyorduk? Bize her durumda aynı partileri adres olarak gösterirlerken, biz, hangi partiye gitmemiz ya da oy vermemiz gerektiğini neden onlar kadar önemsemiyorduk?
Daha bir ilgilendirir olmuştu beni bu sorular. Ama cevap ve soruların hiçbirisi yeterince açık ve anlaşılır değildi. Bir iş çıkışında, Nihat Abi beni inşaatın hemen yan tarafındaki bir çay ocağına “gel sana bir çay ısmarlayayım” diyerek davet etti. Kafamdaki bunca cevaplanmamış soru varken, bir de Nihat Abinin soracağı sorularla ezilip büzüleceğimi düşünüyordum. Eski sıklıkta olmasa da “parti”ye gidip gelmeye devam ediyordum ama eski tadım tuzum da kalmamıştı. “Ee ne haber kardeş, küstün mü yoksa bana?” dedi o bildik tebessümüyle. Ne oldu bilmiyorum, birden daha yakın hissetmeye başlamıştım Nihat Abiyi kendime. “Yok abi ne küsmesi” dedim. Hiç düşündüğüm gibi olmadı. Nihat Abi cevaplayamayacağım sorular sormadı bana. Bu yorgunluğun üzerine çayın ne iyi geldiğini, inşaat işçilerinin bunun için çayı çok sevdiklerini ve benzeri birçok şeyi konuştuk yarım saat kadar. Ama kalkmadan önce “Bizim müteahhid senin partinden Belediye Başkanı adayı olmuş. Ne dersin, ona oy verelim mi?” dedi göz kırpıp tebessüm ederek. Ve daha sonra öğrendim Nihat Abiden; işçilerle patronların farklı çıkarlara ve partilere sahip olduğunu.
Bugün davasını güttüğüm bu yola, işte böyle başlamıştım, cevabını veremediğim onlarca soruyla. O zaman beni üzdüğünü, küçük düşürdüğünü sandığım Nihat Abime binlerce kez minnettarım, beni kendi davama, işçi sınıfının davasına kazandırdığı için.
Yaşasın İşçilerin Uluslararası Mücadele Birliği!
Sömürüsüz Bir Dünya İçin
- Adres Doğru mu?
- Emekliler “AÇIZ” Diyor, Onları Kim Duyuyor?
- Geleceğimizi Kurmak İçin Birliğimizi Büyütelim
- “Asıl Haber Biziz Be Abla”
- Sağlık Çalışanlarına Sağlıksız Yemekler
- Sorunlar Mücadeleyle Çözülür
- İşyerinde “Paralı Eğitim!”
- Onların İnsafına Bırakmayalım!
- “Sana Ceza Veriyorum Tayfun!”
- Emekli Maaşı Ne Zaman Ödenecek?
- “Çalışanlarımıza Rapor Vermeyin!”
- “Kırtasiye Ürünleri İkinci Ele Düştü”
- Örgütlü Olmak ve Toplu İş Sözleşmeleri
- Alo 170: Yanlış Numara Çevirdiniz!
- Turgut Özal, Gökova Santrali ve Sonrası
- TÜİK Kimin Hizmetinde?
- Emekliler Sendika Kuramazmış!
- Sorumluluk Almadan Kazanım Elde Edemeyiz
- Topluma Fildişi Kulelerden Bakmak
- Mücadele Edenler Mutlaka Kazanır!
Son Eklenenler
- İşçi sınıfının tarihsel mücadele mirasını yaşatmak ve bu mirastan güç alarak işçilerin birliğini büyütmek için çalışan UİD-DER, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinin 55. yılı vesilesiyle 29 Haziranda, “Gelenekten Geleceğe: Umut Örgütlü Mücadelede!”...
- Petrol-İş Sendikasının örgütlü olduğu Kocaeli’nin Körfez ilçesinde faaliyet gösteren Gübretaş fabrikasında yüzde 30 sefalet dayatmasına karşı işçiler, 3 Temmuzda greve başladı. Devrimci Sağlık-İş Sendikasının, kamu işçilerine dayatılan sefalet...
- Geçtiğimiz hafta sonu, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinin 55, UİD-DER’in kuruluşunun 19. yılı vesilesiyle Uğur Mumcu Kültür Merkezi’nde yüzlerce işçi arkadaşımızla yan yanaydık. Grevleri devam eden Petrol-İş üyesi DYO işçileri, DİSK’in kurucusu...
- Sivas katliamının 32. yılında Türkiye’nin birçok kentinde anma etkinlikleri ve eylemler düzenlendi. Katledilen 33 aydın ve sanatçı anıldı, katliam bir kez daha lanetlendi. Sivas katliamının unutulmadığının, tüm katliamların er ya da geç hesabının...
- Bak, ufukta görünen/ Özgürlüğün bayrağını sallayanlar/ Başı dik/ Gözleri umut umut bakanlar/
- Türk-İş’e bağlı sendikalarda örgütlü kamu işçileri, 2025-2026 yılı toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde siyasi iktidarın sefalet zammı dayatmasına karşı eylemlerine devam ediyor. 1 Temmuzda Türkiye genelinde kent meydanlarında kitlesel basın...
- İzmir Buca Belediyesi işçileri, birikmiş maaş ve alacakları ödenmediği için 18 Haziran’dan bu yana iş durdurmuş durumda. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 34. maddesi gereği yasal haklarını kullanan işçiler, belediye binası önünde maaş, gıda kartı ve diğer...
- Merhaba dostlarım. Bu yıl da Haziran ayını hem UİD-DER’in kuruluş yıl dönümünü hem de sınıfımızın tarihine damgasını vurmuş 15-16 Haziran günlerini anarak ve anlamlandırarak geçirdik. UİD-DER’imizin internet sitesinde, sosyal medyasında ve İşçi...
- UİD-DER’in 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinin 55. yıldönümünde gerçekleştirdiği “15-16 Haziran: Gelenekten Geleceğe: Umut Örgütlü Mücadelede!” etkinliğine farklı sektörlerden yüzlerce işçi katıldı. Etkinliğe katılan konuklar arasında; unutulmaz...
- Özel Sektör Öğretmenleri Sendikasının 25 Haziranda başlattığı Büyük Öğretmen Yürüyüşünü gerçekleştiren ve bugün Ankara’ya ulaşan öğretmenlerin önü Ziya Gökalp Caddesi üzerinde polis barikatıyla kesildi. Talepleri için yürüyüşlerini Milli Eğitim...
- 31 Mart 2024’te yapılan yerel seçimlerin ardından İzmir Çiğli Belediyesinde çalışan 147 işçi tasarruf bahanesiyle işten atılmış, yürütülen mücadele sonucu işçilerin bir kısmının işe iadesi yapılmıştı. Verilen tüm sözlere rağmen işe iadesi yapılmayan...
- Bu yıl 1 milyondan fazla öğrenci LGS sınavına, 2,5 milyon öğrenci YKS sınavına girmek için başvuru yaptı. Her yıl milyonlarca çocuk ve genç, aileleriyle birlikte sınav stresiyle baş etmeye çalışıyor. Çocuklarının geleceğine yönelik kaygı duyan...
- Artan fiyatlar karşısında alım gücümüz düşmeye devam ediyor. Enflasyonun artış hızının azaldığı söyleniyor ama bu, fiyatların düşmesi anlamına gelmiyor. Yaz meyveleri tezgâhlara çıktı ama kilosu 150-200 liraya varan fiyatlar yüzünden alamıyoruz....