Buradasınız
Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin İle Söyleşi
Havacılık işkolunda AKP hükümetinin keyfi bir şekilde getirdiği grev yasağına karşı duran havayolu işçilerinden 305’i işten atıldı. Türk Hava Yolları (THY) tarafından işten atılan işçiler, işlerine geri dönmek için mücadele veriyorlar. İşçilerin örgütlü olduğu Hava-İş Sendikası, hem grev yasağının geri çekilmesi hem de işçilerin işe alınması için uluslararası düzeyde çaba gösteriyor. Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin ile grev yasağı, direniş süreci, Türk-İş yönetiminin tutumu ve uluslararası işçi dayanışması hakkında konuştuk.
Hava işkolunda grev yasağına karşı mücadele eden işçilerin 305’i işten atıldı. Sizin de buna karşı mücadeleniz sürüyor. Bu süreç içerisinde ne tür eylemler yapıldı, başka neler yapmayı düşünüyorsunuz?
Atilay Ayçin: Şimdi biliyorsunuz, THY Anonim Ortaklığı’nda bizim 23. dönem toplu sözleşme görüşmelerimiz uyuşmazlıkla sonuçlandı. Resmi arabulucu aşamasının ardından, korsan bir yasa, korsan bir komisyonla, jet hızıyla Meclis Genel Kurulu’na indirildi. Cumhurbaşkanının onayından geçirildi. İşkolumuzu grev yasağı kapsamına alan bir yasayla karşı karşıya kaldık. Biz, böyle bir gelişmenin olacağını önceden haber almıştık. Bu nedenle, arkadaşlarımızla yaptığımız toplantılarda, yasa teklifi genel kurula inerse, o gün özverili çalışmama hakkımızı kullanma kararı aldık. Uçucu arkadaşlarımızın, birikmiş yorgunlukları nedeniyle kendilerini uçuşa hazır hissetmeyecekleri, uçmama haklarını kullanacakları kararlaştırıldı. Yasa teklifi Meclise inince, biz de özverili çalışmama hakkımızı kullandık. Yaklaşık 260 sefer iptal edildi. Ertesi gün Başbakan, yaptığı açıklamada “yapılanların karşılığı cezasız kalmayacaktır” dedi.
Türk Hava Yolları Yönetimi hiçbir hak, hukuk, vicdani ve insani değerle bağdaşmayan bir uygulamayla, eylemi yasadışı gösterdi. 305 arkadaşımızın iş akdini fes ettiler. Bugün 42 gündür direnişteyiz. 42 gündür arkadaşlarımızla beraberiz. Arkadaşlarımızın işe iadesi söz konusu oluncaya kadar da bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Tabii yasal anlamda da hukuk büromuz çalışmalarını devam ettiriyor. Örneğin, işten atılan arkadaşlarımızın işe iade davalarını açmış durumdayız. Yine CHP üzerinden, Anayasa Mahkemesine grev yasağının iptalinin kaldırılmasıyla ilgili başvurunun bugün veya yarın yapılacağını öğrenmiş durumdayız. Diğer taraftan THY Anonim Ortaklığı, grev yasağı kapsamına alındığımız için Yüksek Hakem Kuruluna gönderilmiş durumdadır. Yüksek Hakem Kuruluyla da görüşmelerimizi sürdürerek toplu sözleşmemizi olabildiğince az tahribatla geri döndürmeye çalışıyoruz. Yasal ve hukuki anlamda, şu anda yapmaya çalıştığımız bu. Bunun yanı sıra, bağlı olduğumuz ITF aracılığıyla uluslararası kuruluşlarla ilişkilerimizi sürdürüyoruz. ITF, ETF, ILO, ETUC üzerinden kurduğumuz bir dizi ilişkiler var. Kurulan ilişkiler ve görüşmeler yavaş yavaş pratik eylemlilik olarak bize dönmeye başladı. ITF’in dört haftalık bir eylem programı var. Bu eylemler hayata geçirildikçe bize iletilecek. Biz de bunun duyurusunu yapacağız.
Uluslararası sendikalardan ne tür destekler bekleniyor? Şu ana kadar neler yapıldı, neler hedefleniyor?
Beklediğimiz şu: Avrupa Birliği sürecinde, Türkiye’nin bağlı olduğumuz uluslararası kuruluşlara vaatleri var. Avrupa’ya bir takım taahhütleri var. Nedir bunlar? Çok somut olarak hatırlamak gerekirse, AB ile yapılan görüşmelerde Türkiye’de çalışma yaşamının, sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılacağı, çalışma yaşamının daha demokratik hale getirileceği, örneğin aynı işkolunda birden fazla sendikaya üye olunabileceği, sendikal örgütlenmede noter şartının kaldırılacağı gibi sözler var. Avrupa’yla yapılan görüşmelerde, ILO standartları için verilmiş sözler var. Bir defa, bize yapılan hiçbir tarife ve tanıma uymuyor. Dünyada hava taşımacılığı işkolunun grev yasağı kapsamında olduğu bir tane örnek yok. Gerçi Başbakan, “dünyada olmaması, biz de olmayacağı anlamına gelmez” şeklinde absürt bir cevap verdi. Bu sözler, başbakanın “ileri demokrasi” derken bundan ne anladığıyla ilgilidir. Yapılan gerçekten, ne yasal, ne anayasal, ne hukuki, ne evrensel hiçbir şeye sığmıyor. Bu tamamen, AKP’nin kendi kurallarına, kendi biat kültürüne uymayan sendikalara diz çöktürme çabasıdır. Sendikaların işlevlerini ortadan kaldırma, onları tutsak haline dönüştürme politikalarından biridir. Bize yapılan da budur. Yaklaşık 8 yıldır, sendikamız üzerinde, AKP iktidarının başvurmadığı yöntem, oynamadığı oyun kalmadı. En son baş edemeyince, yasa yapma yetkisini kullandı. Korsan bir yasa teklifiyle, korsan bir komisyonda oluşturdukları ittifakla bu yasağı getirdiler. Bizim yurt dışından beklediğimiz destek, T.C. hükümeti üzerinde, THY patronları üzerinde baskı oluşturmaları, Türkiye’nin uluslararası konumda verdiği sözlere uygun olmayan bu davranıştan vazgeçmesi için mevcut ilişkilerin yaptırım gücünü kullanmalarıdır. Biz zaten bu mücadeleye başlarken, esasen kendi gücümüze güvenerek başladık. Ama sorun bizim sorunumuz olmaktan çıktı. Bugün İstanbul Menkul Kıymetler Borsasının da dâhil olduğu işkoluna grev yasağı getirilmesi için teklifte bulunulmuş. Biz ilk günden beridir söyledik: Hükümetin bizim üzerimizden Türkiye’ye verdiği mesaj doğru okunmalıdır. Bu mesele Hava-İş’in meselesi değil. Bugün Hava-İş’i tutsak almak isteyenler yarın bir başka işkolunda direnen sendikaları da cezalandıracaklar. Geride kalan insanlara bir mesaj vermeye çalışacaklar. O nedenle biz bu soruna kendi gücümüzle karşı çıktık, karşı çıkmaya devam edeceğiz. Hukuki alandaki kavgamız devam edecek. Ama biz bir şeyin bilincindeyiz: Burası büyürse, ittifak yapabileceğimiz diğer unsurlarla birleşebilirse başarıya ulaşabileceğiz. Bizim dışımızda ittifak yapabileceğimiz güçler derken, Türkiye’de demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden, Türkiye’nin demokratikleşmesinden yana unsurları kastediyoruz. Uluslararası işçi sınıfının dayanışmasından, birliğinden, örgütlü mücadelesinden, mevcut kapitalist ve emperyalist dünyanın dışında başka bir dünyanın olabileceğinden söz eden unsurları kastediyoruz. Bu sürece destek vermeleri, sahip çıkmaları gerektiğini düşünüyoruz. Bu anlamda beklentimiz yüksek. İMKB’den söz ettiniz. Önce Hava İşkolunda grev yasaklandı. Şimdi de Borsa’da grev yasağı gündemde. “Stratejik işkolu” adı altında grev yasağı ilerliyor. AKP hükümeti grev yasağını yaygınlaştırıyor. Sendikalar yasasını yeniden düzenleyen Toplu İş İlişkileri Kanunuyla grev yasağını genişletiyor. Bu yasa çıktığında grev yasakları iyice genişletilmiş olacak. Grev yasakları belli noktalarda başladı bile. Ne oluyor, siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce AKP hükümeti ne yapmaya çalışıyor?AKP hükümetinin yaptığı çok açık. Bunu Başbakan’ın kendisi tarif etti zaten. “Çıraklık dönemi bitti, kalfalık dönemi bitti. Şimdi ustalık dönemi.” Gerçekten Türkiye’de “ustalık” döneminde atılabilecek son adımları, “çıraklık ve kalfalık” döneminde oluşturdular. En son Anayasayla ilgili oylamada, “yetmez, ama evet”çilerin de desteğini alarak, yani bir şekilde kendisini solda tarif eden bazı unsurların da desteğini alarak, Türkiye’yi uluslararası emperyalizmin açık bir pazarı haline dönüştürmeye çalışıyorlar. Önlerindeki engelleri temizlemeye çalışıyorlar. Çünkü uluslararası kapitalist emperyalist güçlerin bitmez tükenmez aşırı kâr hırslarının yolu, o ülkedeki sendikal hakların, demokratik hakların, çalışma yaşamıyla ilgili hakların ortadan kaldırılmasıdır. Yeni çalışma sistemleri ve biçimleri yasalaştırılıyor. İşçiler zapturapt altına alınıyor, yani çalışma yaşamı bir şekilde tutsak alınmaya çalışılıyor. Türkiye açık bir pazar haline dönüştürülmeye çalışılıyor. AKP’nin yapmaya çalıştığı bu. AKP, özellikle Ortadoğu’da gelişen, onların “Arap Baharı” olarak adlandırdıkları gelişmelerle yakından ilgileniyor. Arap halklarının tamamen tutsak edilmesine dönük başlatılan başkaldırıyla ilgili, kendisine vazife çıkartıyor. Türkiye’nin etrafı kuşatılırken oralarda söz sahibi olmaya çalışıyor. Ama aynı zamanda AKP, Türkiye’nin de içini boşaltarak kendine uzun yıllar vazgeçilmez iktidar konumu yaratmaya çalışıyor. Vazgeçilmeyecek bir parti olmaya çalışıyor. Bu nedenle de kendisine engel oluşturabilecek irili ufaklı ne kadar unsur varsa, bunları ortadan kaldırmanın mücadelesi içinde. Yani bunlara AKP’nin bir temizlik hareketi demek mümkün. Gerçekten AKP, devletin temel kuruluşlarını nasıl yandaşlaştırdıysa, kendisinin neoliberal politikalarına engel oluşturabilecek, kişiler varsa kişileri, kuruluşlar varsa kuruluşları ya yandaşlaştırıyor, ya içini boşaltıyor. Ya da bertaraf edip onu işlevsiz hale getiriyor. Amerika’nın, Avrupa Birliği’nin çıkarlarına kapitalist, emperyalistlerin çıkarlarına uygun bir Türkiye modeli yaratmaya çalışıyor. Biz bütün bunları gören ve gücü yettiği oranda karşı çıkan bir sendikayız. Biraz da bunun bedelini ödüyoruz. Ama bedel ne olursa olsun biz bu duruşumuzdan vazgeçmeyeceğiz.
Ortadoğu’da kargaşa sürüyor. Suriye için savaş tamtamları çalıyor. Türkiye bu savaşta önde olmak istiyor. Böyle bir savaşta toplumsal muhalefetin güçsüz kalması ve sesini çıkartmaması için AKP hükümeti baskıları artırıyor. Grev yasağının ve KESK dâhil muhalif kesimlere baskının bir nedeni de bu olabilir mi?
KESK’e yapılan saldırı gerçekten cepheden kınanacak, cepheden karşı çıkılacak bir saldırı. Hükümet her zaman yaptığı gibi, bu takiye politikasını, KESK’e saldırı ve baskısını da bu zemin üzerinden yapmaya çalışıyor. Bir şekilde KCK ile ilişkilendirerek KESK içerisindeki KCK bağlantısı olan unsurları temizlemeye çalıştıklarını, bu konu hakkında gelen ihbarları değerlendirdiklerini söylüyorlar. KESK bir konfederasyon. Uluslararası ilişkileri olan, bağlantıları, üyeliği olan bir konfederasyon! Sendikalar ve federasyonlar bağlı oldukları konfederasyonların, demokrasilerin olmazsa olmaz unsurlarıdır. Siz böyle bir kuruluşu hangi gerekçe ve bahanelerle olursa olsun, bir gece yarısı veya sabaha karşı operasyonuyla basamazsınız. Evraklarına, bilgisayarlarına el koyamazsınız. Yöneticilerini gözaltına alıp sorgulayamazsınız. Bu arkadaşların hepsi bir şekilde Türkiye’de yaşayan Türkiye vatandaşı, yurttaşı kimliği taşıyan insanlar. Kürt olabilirler, kendilerini Kürt olarak tanımlayabilirler. KESK içerisinde de kendilerini tarif ediyor olabilirler. Barış mücadelesi içerisinde de olabilirler. Bütün insanlar için, “insanlar haklarıyla insandır” diyebiliyorsak, o zaman insanların kullandıkları, kullanabilecekleri haklarına saygılı olmak gerekir. KESK’e yapılan baskın, Türkiye’de hükümetin önümüzdeki döneme ilişkin düşündüğü yapılanma politikalarının bir göstergesidir. Bu anlamda engel olan unsurlar kimlerse, onların temizlenmesine dönük bir operasyondur. Yani hükümetin en çok çekindiği, Kürt ulusal hareketiyle Türkiye’deki işçi hareketinin, bu iki enerjinin buluşması ve birleşmesidir. Çünkü bu iki cephedeki enerji buluşur ve birleşirse, AKP gibi, bu ülkeyi uluslararası emperyalizmin çıkarları için şekillendiren partilerin, ne parti kimlikleri kalacak ne de iktidar olma şansları kalacak. AKP, yüreğindeki bu korkuyla orayı burayı basıp insanları toplayabiliyor. Değişik gerekçelerle gözaltına alıp tutuklamaları bir cezaya dönüştürüyor, devrimci, demokrat güçleri pasifsize etmeye çalışıyor. Bu AKP’nin kendi yaşamını, kendi siyasal iktidarını sürdürmesine dönük son çırpınışlarıdır. Ne yaparsa yapsın, Türkiye’de AKP’den beslenmeyen bütün unsurlar, devrimci-demokratik, militan unsurlar er ya da geç enerjilerini birleştirecekler. AKP gibi, bu ülkeyi karanlıklara sürüklemek isteyen, uluslararası emperyalizmin çıkarlarına göre şekillendirmek isteyen partilerin, dünkü partilerin gittiği partiler çöplüğüne atılacaktır. Bu kaçınılmaz bir sondur.
Grev yasağına karşı Türk-İş yönetiminin bir desteği oldu mu? Türk-İş yönetimi neden sessiz kalıyor?
Türk-İş kendisine biçilen göreve uygun davranıyor. Türk-İş’in amacı Türkiye işçi sınıfını devletin adına kontrol altında tutmaktır. Türk-İş’in, hükümetlerin ve devletin çıkarının dışında davrandığını görmediniz, görmedik, görmeyeceğiz de. Kendisine biçilen görev Türkiye işçi sınıfını, emekçi güçleri, onların oluşturdukları ittifakları bir şekilde denetim ve kontrol altına almak. Devletin varlığına zarar vermeyecek eylemlilikler yapmak, insanları alanlara taşıyıp içini boşaltmak, pasif konuma getirip gerisin geri göndermek. Türk-İş, dün nasıl mevcut statükonun devam etmesi için devletin bir yan unsuru, yan kuruluşu gibi işliyorsa, çalışıyorsa, bundan sonraki süreçte de aynı şeyi yapmaya devam edecektir. Türk-İş içindeki sendikal anlayış ve kadrolar değişmediği sürece, işçi sınıfından yana düşünen, yüzünü işçi sınıfına dönmüş, Türkiye’nin temel sorunlarını işçi sınıfının temel sorunları olarak görüp bu sorunlarla ilgilenen sendikacılık anlayışı gelmedikçe sorun çözülmez. Bizim mücadelemizle de ilgili, Türk-İş kendisine biçilen göreve uygun davranıyor. Buna uygun bir duruş sergiliyor. O nedenle fazla bir beklentimiz yoktu. Hiçbir beklentimiz yoktu. Türk-İş’in mevcut yönetimi bir gün tarihin sayfalarına geçecekse, Türkiye işçi sınıfına gerçekten hizmet ettiği için değil, hükümetlere iyi hizmet ettiği için geçecektir. Bu da kamuoyunun takdiri!
Türk-İş yönetimine karşı Sendikal Güç Birliği Platformu olarak 10 sendika bir araya geldiniz. Yayınlanan bildiride anlamlı tespitler ve talepler var. SGBP bundan sonra ne yapacak? İşçi sınıfına dönük saldırılara nasıl yanıt verilmesi hedefleniyor?Sendikal Güç Birliği Platformu, adından da anlaşılacağı gibi bir platform. Türkiye’de yeni bir sendikal anlayışın, önderliğin yaratılmasına çalışıyor. Türkiye’nin temel sorunlarıyla ilgileniyor. Çözüm üreten, ürettiği çözümün hayata geçmesinde sorumluluk alan ve onu paylaşan yeni bir sendikal anlayış oluşması için çalışıyor. Türk-İş yönetiminin de, bu anlayışa uygun yeni bir kadro anlayışıyla donatılması konusunda üzerine görev alıyor. Yalnız başına bir anlam ifade etmesi söz konusu değil. Bir güçtür. Ama bunun etrafının iyi örülmesi lazım. O nedenle de Türkiye’nin neresinde direniş varsa, neresinde işçi varsa, Türkiye’de nerede haksızlık varsa, Türkiye’de nerede örgütsüz işçi varsa, onlara ulaşmayı önüne bir hedef olarak koymuş bir örgütlenme biçimidir. Bugüne kadar sadece Türk-İş genel kurullarında asi bir hareket olarak adlandırıldı. Tanımlar buna uygun yapıldı. Ama özellikle 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde ve 1 Mayıs’taki duruşuyla görüldü ki, sadece Türk-İş genel kurullarında asi bir hareket değil, uzun soluklu, gelecek kuşaklara yeni bir sendikal anlayışı teslim etmek üzere yola çıkmış yeni bir anlayış. Temel amacı budur. Gelecek kuşaklara Türkiye’de mücadeleci, daha doğrusu militan bir sendikacılık anlayışı bırakmaktır. Bu, mevcut statükocu anlayışlara karşı militan bir sendikal mücadele vermekle mümkündür. Aksi takdirde bürokratlaşmış, hantallaşmış, devletin işletmesi konumuna gelmiş anlayışın, sistemden beslenen bir sendikacılık anlayışının Türkiye’deki işçi sınıfını taşıyabilmesi mümkün değil. Böyle bir anlayışla yola çıktı Sendikal Güç Birliği Platformu.
Bizim eylemimizle ilgili bu güne kadar topluca, kitlesel ziyaretler yapılıyor. Buradaki masraflarımızla, harcamalarımızla dayanışma için bir kampanya arayışı içindeler. İşyerlerinden, bölgelerden olmak üzere geniş bir imza kampanyası başlatıldı. İmzalar bu ay sonu toplanacak. Ankara’da kitlesel bir basın açıklamasıyla, ilgili makamlara teslim edilecek. Bu süreçten sonra yapılması gereken bize göre şudur: Buraya kitlesel ziyaretler anlamlıdır, önemlidir. Ama artık bütün sendikaların, DİSK’e, KESK’e bağlı, Türk-İş içinde sınıfa hizmet etme anlayışı olan ve Sendikal Güç Birliği Platformu içinde olan sendikaların buralara yaptıkları ziyaretlerin yanı sıra, fiili durum yaratıp ayağa kalkmaları gerekiyor. Aksi halde yıllar önce Zonguldak yürüyüşünde o dönemin genel başkanı rahmetli Şemsi Denizer’in söylediği bir söz var: “Arkadaşlar, hepiniz Zonguldak’tasınız. Zonguldak kendisine yetiyor. Hepiniz işyerlerinizi birer Zonguldak yapmalısınız.” Şimdi biz de diyoruz ki buraya da gelin, ziyaret edin. Yanımızda olun. Moral değerlerimizi yükseltin. Ama bulunduğunuz yerleri de mücadele alanına döndürün. Fiili durum yaratın. Türkiye’nin bütün bölgelerinden AKP iktidarına yönelik bir başkaldırıyı alanlara taşıyalım, sokaklara taşıyalım. Sokaklara, alanlara taşan bir muhalefet yapmanın zamanı gelmiştir. Artık oturarak, konuşarak, yazarak değil, fiili durum yaratarak muhalefet yapmanın zamanı gelmiştir. Bence, Sendikal Güç Birliği Platformu dâhil bütün sendikaların yapması gereken budur.
Son olarak şunu soralım: Biliyorsunuz kapitalizmin krizi devam ediyor. Krizin faturası işçi sınıfına kesiliyor. Buna karşın dünya genelinde işçi sınıfının mücadelesi de yükseliyor. Uluslararası dayanışmanın sağlanması her geçen gün daha da yakıcı hale geliyor. Yükselen işçi mücadelesini uluslararası düzeyde birleştirmek için sendikalar ne yapmalı, sendikalar üzerine düşen görevleri yapıyorlar mı?
Türkiye’deki sendikacılık anlayışı açısından birçok tespit yapmak mümkün. Bunlardan bir tanesi de uluslararası ayağının yetersiz ve eksik olması. Bir defa bunu geliştirmek durumundalar. İlişkiden kastım şu değil: Normal bir üyelik ilişkisi, aidat ilişkisi ve ya belli klasik dönemlerde yapılan uluslararası konferanslarda bir araya gelip ortak bir sonuç bildirisi yazmak konusundan bahsetmiyorum. Düne kadar Türkiye’deki sömürü, Türkiye’deki işsizlik, Türkiye’deki özelleştirmeler, Türkiye’deki işten atılmalar, Türkiye’deki savaş Avrupa’da çalışan işçileri ilgilendirmiyordu. Bunlar belki hiç bilmedikleri bir şeyi yaşamaya başladılar. Avrupalı işçiler de işlerinden atılmaya başladılar. İşyerleri kapanmaya başladı. Özelleştirmeler tamamlandı. Bir şekilde onlar da devletten aldıkları o “sosyal refah” payını alamaz hale geldiler. Hatta daha ileri gitti. Kazanılmış haklarına dönük saldırılar başlatıldı. Hatta örneğin Yunanistan, artık seçimle değil atanmış bürokratlar tarafından yönetilmeye başlandı. Şimdi görülüyor ki, kapitalizm ciddi bir çelişki içerisinde. Bu çelişkiyi ve can çekişmeyi yaşarken de bedelini yine uluslararası düzeyde, işçiye, işsize, emekliye, emeğiyle çalışan insanlara ödetmeye çalışıyor. Bunun önünü kesmenin yolu, başka dünya yaratma umudu olan herkesin bir araya gelmesidir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de sendikaların kendi alanlarında, bu acımasız sömürü politikalarına karşı fiili durum yaratmaları gerekir. Yasaların kendilerine çizdiği sınırlar içinde kalmaksızın bir şeyleri zorlamaları, dolayısıyla da uluslararası alanda mücadele eden unsurlarla da birleşmeleri gerekir. Yani o statükocu üyelik anlayışının terk edilmesi mücadeleci zeminde buluşan anlayışın örgütlenmesi gerekir. Yani Amerika’da en büyük finans kuruluşunun önünde insanlar direniyorsa, bu direniş Türkiye’de çalışan işçilerin de sorunu olmak durumundadır. Almanya’daki işçiler işinden atılıyorsa, bu bizim de sorunumuz olmalıdır. Bu duyarlılığı ortaklaştırmalıyız. Dünyanın çalışanlarını etkileyen tüm olumsuzluklara karşı mücadele etmeliyiz. Olumsuzluklar ortakken, çözüm politikalarında da ortaklaşılması gerektiği düşüncesindeyim.
Çok teşekkürler, mücadelenizde başarılar
16 Haziran Akşamının Şiiri
Tüm Çocuklar Aynı mıdır?
- Bursa’dan Bir Özel Okul Öğretmeniyle Söyleşi
- Malatyalı Kadın Tekstil İşçisi İle Deprem ve Kadın İşçiler Üzerine Söyleşi
- Nilgün Soydan ile Kemal Türkler Söyleşisi
- Genel-İş İzmir 8 No’lu Şube Başkanı Gümüştekin ile Söyleşi
- İş Güvenliğimiz İçin 1 Mayıs’ta Sınıfımızın Saflarındayız
- Avukatlar Anlatıyor: Yasalar Yetmez, İşçi Sınıfını Örgütlülük Kurtarır
- Bir Afgan Göçmen İşçiyle Söyleşi: “Ölmek ya da Özgürce Yaşamak”
- Ekmekçioğulları İşçileri ve Anadolu Şube Başkanı Deniz Ilgan’la Direniş Üzerine
- Söz Hakları İçin Direnen Ekmekçioğulları İşçilerinde
- Trelleborg İşçileriyle Grev Üzerine Söyleşi
- Cargill İşçileriyle Sohbet
Son Eklenenler
- İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs’ta Türkiye’nin dört bir yanında yüzbinlerce işçi ve emekçi alanlara çıktı, ekonomik yıkımın bedelini ödemek istemediklerini haykırdı. Sendikaların ve demokratik kitle...
- İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs’ta bir kez daha dünyanın ve Türkiye’nin dört bir yanında işçiler meydanlara çıktılar. Kapitalist sömürüye, emperyalist savaşa, yoksulluğa, baskılara, eşitsizliğe, adaletsizliğe...
- İngiltere’de 7 Ekimden bu yana her Cumartesi ulusal çapta eylemler düzenleyerek Filistin halkının yanında yer alan işçi ve emekçiler, egemenlerin savaşına karşı meydanlarda yerlerini almaya devam ediyor. 20 Nisanda ülke çapında çeşitli kent...
- İtalya’da büyük işçi sendikaları iş cinayetlerine karşı binlerce işçinin katıldığı kitlesel bir miting düzenledi. 20 Nisan’da işçiler “Artık Yeter!” sloganıyla işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği, kamu sağlığı hakkı, adil vergi reformu ve...
- İşyerinde, sokaklarda, toplu taşıma araçlarında insanların yüzlerinden okunan yorgunluk ve mutsuzluk dikkatimi çekiyor. Öfke, mutsuzluk, umutsuzluk bir virüs gibi yayılmaya başladı. “Ama insanlar neden bu kadar mutsuz?” diye düşündüm kendi kendime....
- 1 Mayıs’ın gelmesiyle emekçiler, kadınlar, üniversiteli gençler, emekliler kendi taleplerini haykırmak için alanları doldurmaya hazırlanıyor. Ben de genç bir işçi olarak kendi talebimi haykırmak için alanda yerimi alacağım. Benim talebim çalışma...
- İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs yaklaşırken UİD-DER Mersin temsilciliğinde de “Sermayenin ve İktidarın Saldırılarına Karşı 1 Mayıs Ruhuyla Mücadeleye!” başlıklı etkinlik gerçekleştirildi. Etkinliğe çeşitli...
- Bugünün stajyer öğrencileri, yarının sağlık işçileri olarak 1 Mayıs’ta sesimizi duyurmaya geliyoruz. Kimimiz ailelerinden uzakta farklı şehirlerden gelip yurtlarda kalan, kimimizse aileleriyle İstanbul’da yaşayan öğrencileriz. Biliyoruz ki stajyer...
- 2021 yılı sonunda Mesleki Eğitim Kanunu’nda yapılan değişiklikle birlikte MESEM’e (Mesleki Eğitim Merkezleri) kayıtlı kişi sayısında patlama yaşandı. Bugün MESEM’e kayıtlı, 300 bini ise 18 yaşından küçük, 1,5 milyon öğrenci var. MESEM’lerin daha...
- Bizler Gebze’den işçi ve öğrenciler olarak 1 Mayıs yaklaşırken sizlerle duygu ve düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz. Birçoğumuz 1 Mayıs’ı UİD-DER’in geçen sene Uğur Mumcu Kültür Merkezinde gerçekleşen 1 Mayıs etkinliği ile tanıdık. Bu tanışma...
- UİD-DER’li işçiler, grevlerinin 9. gününde Mersen işçilerine dayanışma ziyaretinde bulundu. “İşçiler Boyun Eğmiyor Mücadele Ediyor! Yaşasın Sınıf Dayanışması!” pankartı arkasında grev çadırına yürüyen UİD-DER’li işçiler hep birlikte “Yaşasın Sınıf...
- Emekçi kadın kardeşimiz, nasılsın? Pek sorulmaz nasıl olduğumuz, neler hissettiğimiz ve en önemlisi ne istediğimiz. Bu düzende bir rol biçilmiştir biz emekçi kadınlara ve ona uygun davranmamız, rolümüzü iyi oynamamız beklenir bizden. Hem de öyle...
- Bizler kamuda çalışan sağlık emekçisi kadınlarız. 1 Mayıs yaklaşırken içimizdeki heyecan ve umutla bir araya geldik ve sağlık emekçileri olarak “neler talep ediyoruz?” diye konuştuk. Kadınların oldukça yoğun çalıştığı bir sektörde olmamıza rağmen...