Buradasınız
“Bütün Suç Masadakilerin!”
Tuzla’dan bir grup genç
Tatil yaparken aynı zamanda bir tarihe şahitlik etmek gerçekten güzel bir duygudur. Tatili sadece denize girmek, güneşlenmek ve yiyip içmekten ibaret görmemek gerekir. Elbette biz işçilerin, öğrencilerin de dinlenmeye, her gün iliklerimize kadar hissettiğimiz stresten kısa bir süre için de olsa uzaklaşmaya ihtiyacımız oluyor. Ama bunu yaparken aynı zamanda tarihi öğrenerek insanların çektikleri acıları hissetmek ve dersler çıkarmak da mümkün. Bu sayede bazen aslında bireysel olarak çektiğimiz acıların, bireysel olarak düştüğümüz duygu durumlarının, geçmişte o insanlara yaşatılan acıların yanında ne kadar da küçük olabileceğini görüyoruz.
Bu sene de UİD-DER’li arkadaşlarımızla, abilerimiz, ablalarımızla birlikte işte böyle bir tatil yaptık. Hem gezdik, hem eğlendik ve hem de film izleyerek, sohbet ederek fazlasıyla öğrendik. Gökçeada’da ya da Rumca adıyla İmbros (İmroz) adasındaydık. Bu seneki tatilimizde önceden katılan arkadaşların yanı sıra ilk kez bizimle tatil yapan arkadaşlarımız da vardı. Tatil öncesinde planlamalar yapılırken şaşıran, “sabah erken mi kalkacağız” diye düşünen arkadaşlarımız da vardı. Ancak tatilimiz başladığında gördük ki, aslında bu endişeler yersizdi. Bu planlar her şeyi daha dolu dolu yapmamızı sağlama amaçlıydı. Daha önce UİD-DER’le tatile gitmiş arkadaşlarımız zaten söylemişlerdi: “Hiç düşündüğünüz gibi olmayacak. Eğlenceli, öğretici ve bir o kadar da dinlendirici bir tatil olacak.” Ve tam da dedikleri gibi oldu.
Tatilde birçok şey öğrenmişken, bunlar içerisinde belki de en etkileyici olan İmroz halkının geçmişte yaşadığı acılardı. Gezi günümüze ilk önce Dereköy’le başladık. Birçok tarihi ev harabe halde duruyordu. Tabii bunların yanında ev sahipleri tarafından yıllar sonra tekrar onarılmış evler de vardı. Köyü gezerken genç bir Kürt kızıyla tanıştık. Genç kız bize köyü gezdirirken köyde ortak çamaşır yıkama alanı olan çamaşırhaneyi, kütüphaneyi, zeytin fabrikasını gezdirdi. Dönemin hikâyelerini anlattı. Lise öğrencisi olan bir gençten köyün hikâyesini dinlemek çok etkileyiciydi. İşte buraları gezerken tekrar onarılmış evlerin birinin önünde oturan bir teyze ile tanıştık bu kez. Teyzemiz 88 yaşında bir Rum’du. Sadece bahçe duvarından köyle ilgili birkaç soru sorduk kendisine. Ama teyzemiz o kadar sıcakkanlıydı ki bizi bırakmadı. Bir anda içeriden sandalyeler çıkarttı, “gelin oturun, oturun” diye ısrar ederek bizi bahçesine davet etti. Önce iyice tanışıp ardından merak ettiklerimizi sorarken yaşadıkları ve anlattıklarıyla bizi de son derece etkiledi.
Teyzemiz adadan gitmek zorunda kaldıklarından bahsetti. Avustralya’ya gitmişler. Orada otuz yıl yaşamışlar. İyi bir terzi olduğu için orada mesleğine devam etmiş. Bu sırada Avustralya hükümeti tarafından yanlarına üç gencin yerleştirildiğini anlatıyordu. Hem de Trabzonlu üç genç. Daha çocuk yaşlarda iken yanlarına aldıkları bu üç genç için “çok güzel, çok iyi insanlar” diye bahsetti. Hepsini oğlu gibi büyüttüğünü ve onların da ona “anne” diye hitap ettiklerini içtenlikle anlattı. “Hâlâ görüşüyoruz, hâlâ arayıp soruyorlar” dedi duygulanarak. Tüm bu olan bitenlerin suçlusunun tepemizdeki bir avuç insan olduğunun farkındaydı ve şöyle dedi: “Bizim (halkın) kimseyle derdimiz yok ki, her şeyi karıştıranlar masadakiler. Hep masadakiler karıştırıyor her şeyi.”
30 yıl sonra büyük bir özlemle geri geldikleri köylerinde kapıların, pencerelerin ve bıraktıkları tüm eşyaların yağmalandığını görmüşler. Annesinden babasından kalma evde doğup büyümüştü teyzemiz. Yakılan pencere, kapı onun için sadece kapı pencere değildi, onca anının parçasıydılar. Döndüklerinde evlerini eskisi gibi bulamamak maddi olarak değil tek başına, manevi olarak ağır bir yüktü, acıydı! En azından yaz tatillerini kendi doğup büyüdükleri topraklarda geçirecekleri bir yerleri olması için evlerini yeni baştan inşa etmişler. Dile kolay hayatlarının 30 yılını özlem duyarak geçirdikleri evlerinde şimdi en azından yazları kalarak hasret gideriyorlar. Ama tüm yaşadıkları acılara rağmen anlatırken “hepsi geçti gitti” diyordu; zerre kadar nefreti yoktu. Yöredeki Türk ve Kürt komşularıyla çok sıcak dostluklar kurduklarını anlatıyordu.
Tüm bunları konuşurken eşi ilçe merkezinden geldi. Kendisi biraz alışveriş yapmıştı. Poşetlerine yardım ettik. Teşekkür ettikten sonra bizim kim olduğumuzu bile sormadan “hoş geldiniz, hoş geldiniz” diyerek büyük bir samimiyet ve gülümsemeyle selamladı bizleri. Sonra o da katıldı sohbetimize. Evlerini gezdirdiler. Bizlere erik, fındık ve kendi elleriyle yaptıkları bademli kurabiyelerden ikram ettiler. Teyzemiz 88 yaşında olmasına rağmen fazlasıyla hamarattı, kurabiyelerin tadı hâlâ damağımızda. Kendileriyle uzun bir sohbetten sonra hatıra fotoğrafı çektirdik. Ardından vedalaştık ve diğer köyleri gezmek üzere yanlarından ayrıldık. Ama yol boyunca yürekleri yaşam sevinciyle dopdolu olan teyzemizin ve eşinin hoş sohbetinin, misafirperverliğinin, anlattıklarının etkisinden kurtulamadık. Egemenler tarafından dünyanın dört bir yanındaki emekçilere nefret, birbirine güvensizlik, düşmanlık aşılanmasına rağmen teyzemizin bizi evine davet edip güvenle, anne şefkatiyle ağırlaması biz gençleri çok şaşırtmıştı.
Sonrasında sırasıyla Zeytinliköy, Eski Bademli ve Kaleköy’e gittik. Orada da benzer manzaralar vardı. Ancak bizi yine de en çok etkileyen yer Dereköy’deki sohbetimiz oldu. Onca acı çekmelerine, bu ülkede onca şeyler yaşamalarına rağmen ne bu ülkenin insanlarına ne de bir başkasına kızgın veya kırgındılar. Çünkü asıl düşmanın tepedekiler, egemenler (onların tabiriyle masadakiler) olduğunun sonuna kadar farkındaydılar.
Gezimizden sonra ada hakkında daha fazla şey merak edip büyüklerimizle sohbet ettik. Öğrendik ki Türkiye devleti, 1960’lı yıllarda oradaki Rumları bezdirip kaçırmak için türlü siyasi oyunlara girişmiş. İlk önce adayı “Türkleştirme” politikasıyla çeşitli illerden Türkleri ve Kürtleri adaya göndermiş. Ancak gelenler Rumlarla gayet iyi anlaşınca, aralarında hiçbir sorun olmayınca hükümet, sonraki yıllarda oradaki Rumları tasfiye etmek için uyguladığı yıldırma politikalarını arttırmış. Köylülere ait zeytinliklerin, arazilerin büyük bir çoğunluğu ellerinden alınmış ve kamulaştırılmış. Sırf Rumları oradan kaçırmak için Devlet Yarı Açık Cezaevini açmış ve oradaki adi suçlular ellerinde bıçaklarla geceleri köyde cirit atmaya başlamışlar. Bunlar Türkiye’nin dört bir yanından getirilen en azılı suçlularmış. O güne kadar yapılan çeşitli kültürel etkinliklerin hiçbiri yapılamaz olmuş. Cinayetler, tecavüzler ve hırsızlıklar ardı ardına gelmeye başlamış. Artık o yıllardan sonra köyde kimsenin ne can ne de mal güvenliği kalmış. Gece yarıları elleri bıçaklı suçlular, sokaklarda terör estirir olmuşlar.
Bu tatilimizde de bir kez daha görmüş olduk ki; dini, dili, ırkı, milliyeti ne olursa olsun halklar egemenler tarafından birbirlerine karşı kışkırtılmadıkça barış ve huzur içinde yaşayabilmişler tarih boyunca. Bu farklılıkları ayrım gibi gösterenler, halkları birbirine düşürenler hep egemenler olmuş. Tarih bu ve bunun gibi binlerce örnekle doluyken, bizlere düşen de ömrümüzün sonuna kadar insanlara bu farklılıkların aslında birer zenginlik olduğunu ve asıl düşmanın “masadaki” egemenler olduğunu göstermek oluyor.
- Muhammed Ali’nin Haykırışı ve Gerçek Düşmanlar
- Özgür Olmak Demek…
- Asıl Sorumlular Kim? Emekliler mi? Egemenler mi?
- Yaşadım Diyebilmek İçin!
- Milletvekili Maaşları Seni de Kızdırıyor mu?
- Biz Yeni Bir Dünya Kuracağız!
- “İşçiye Verilen Değer” Bu mu Olmalı?
- Cep Telefonu, Okul Gezisi ve Hayatın Gerçekleri
- İyi ki UİD-DER’liyim…
- Zulme Karşı Çıkmanın Mutlaka Bir Yolu Vardır
- Bizi “Biz” Yapan Şarkılarımız…
- Nasırlı Ellerin Yumruğu Bugün!
- Kariyer Gelişim Masallarıyla Geleceği Çalınan Gençler
- Bir Şarkının İzinden: Bir Yere Gitmiyoruz!
- “Neyin Yoksa Ondan Sakın Vazgeçme Oğlum”
- Yarına Gidenler, Yarınlar İçin Mücadele Edenler
- “Yarın Ölmek Dün Ölmekten Daha Saçma”
- Okuyan Bir İşçi Soruyor
- Uyanmak İstiyoruz Güzel Bir Sabaha
- Koca Yusuf’tan Köroğlu’na, Onlardan Bize Kalan
Son Eklenenler
- İspanya’nın Barcelona kentinde on binlerce emekçinin katılımıyla 23 Kasımda yüksek kira fiyatlarına karşı bir protesto gösterisi düzenlendi. Konut kiralarının düşürülmesi ve daha iyi yaşam koşulları talepleriyle bir araya gelen işçi ve emekçiler,...
- 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında 23 ve 25 Kasımda dünyanın dört bir yanında emekçi kadınlar meydanlara çıkarak öfkelerini haykırdı. Kapitalizm altında çifte ezilmişliğe maruz kalan emekçi kadınlar, kadına şiddetin...
- Bizim mahallenin gençlerinin her birine okuyacakları kitaplar almak için Konak’tan Kemeraltı’na girdim. Kitabın adı Küçük Kara Balık, yazarı Samed Behrengi. Kitap her yaştan işçilere ve işçi çocuklarına dereden çaya, çaydan ırmağa, ırmaklardan...
- Yıllar önce çok sevdiğim, dertlerimizi, sevinçlerimizi paylaştığımız ama hayata dair fikirlerimiz ayrı olan bir arkadaşımla aynı dönemde hamile kaldık. Onu hamile olduğu için işten çıkardılar ve buna karşı çok fazla direnemedi. Patron bana da,...
- DİSK Genel Başkan Yardımcısı ve Genel-İş Sendikası Genel Başkanı Remzi Çalışkan ile Genel-İş Sendikası Mersin Şube Başkanı ve DİSK Çukurova Bölge Temsilcisi Kemal Göksoy’un 26 Kasımda sabaha karşı bir ev baskınıyla gözaltına alınmaları üzerine DİSK...
- Türkiye’deki grev ve direnişlere her geçen gün yenileri eklenirken işçilerin mücadelesi dayanışmayla büyüyor. Çayırhan Termik Santrali ve Linyit İşletmelerinin özelleştirilmesine karşı işçilerin başlattığı direniş devam ediyor. Genel Maden İşçileri...
- 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Gününde her yıl olduğu gibi bu yıl da emekçi kadınlar alanları doldurdu. Dünyanın dört bir yanında olduğu gibi Türkiye’de de kadınlar onlarca kent ve ilçede protesto yürüyüşleri, nöbet eylemleri...
- Yunanistan’da 20 Kasımda pek çok sektörden on binlerce işçi genel greve çıktı. Yunanistan İşçi Sendikaları Konfederasyonu (GSEE) ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nun (ADEDY) çağrısıyla gerçekleşen grevle birlikte 70 şehirde protesto...
- Ankara’dan UİD-DER’li işçiler olarak özelleştirmeye ve hak gasplarına karşı eyleme geçen Çayırhan Termik Santrali ve Linyit İşletmesi işçilerini eylem alanlarında ziyaret ettik. 20 Kasımda maden işçileri iş bırakarak direnişe başlamış, ardından...
- “Eğer öleceksem, burada size karşı mücadele ederken öleceğim. Benim düşmanım sizsiniz. Vietnamlılar ya da Çinliler, Japonlar değil. Benim düşmanlarım ben özgürlüğümü istediğimde buna karşı duranlardır. Adalet istediğimde buna karşı duranlardır....
- Adana’da SASA Polyester’in PTA tesis şantiyesinde Gemont Endüstri adlı taşeron şirket bünyesinde çalışan inşaat işçileri gasp edilen 2 aylık ücretleri ve tazminatları için 20 Kasımdan beri fabrika önünde eylem yapıyor. Yapı ve Yol İşçileri...
- Hatay’ın Payas ilçesinde bulunan Atakaş Çelik fabrikasında Birleşik Metal-İş üyesi üç işçi, geçtiğimiz günlerde işten çıkarılmıştı. UİD-DER’li işçiler olarak fabrika önünde direniş başlatan işçilere direnişin beşinci gününde dayanışma ziyaretinde...
- “Her şeyin içinde ve her şeyin dışındayız”. Bu söz bir market çalışanı arkadaşımın ağzından işçilerin yaşamını özetleyen bir söz olarak döküldü. Uzun zamandır büyük bir mağazada çalışan arkadaşım, marketin günlük cirosunun rekorlar kırmasına rağmen...