Buradasınız
Okumuş Bir İşçi Soruyor: Nankör Kim?
Gebze’den genç bir işçi

İşçiyiz biz, gecemizi gündüzümüze katarak çalışıyoruz. Alnımızın teriyle bir dünya yaratıp, akşamları yarı aç dönüyoruz evimize. “Azar azar” yaşıyoruz işte, şairin de dediği gibi. Bir de doymak bilmeyenler var; yedikçe büyüyen, büyüdükçe ekmeğimizi küçülten sömürücüler! “Şükredin” diyor bu beyefendiler; sofrasında hiç ekmek olmayanlarımızı göstererek. İşsizlere bakıp bir iş sahibi olduğumuz için, asgari ücretlilere bakıp biraz daha fazla kazanabildiğimiz için, iş kazalarından, meslek hastalıklarından ölmeyip de sağ kaldığımız için “şükredelim” istiyorlar. Sanki tüm bunların sorumlusu kendileri değilmiş gibi “sabredin” diyorlar, “bu günleri birlikte atlatacağız”… Peki, patronlar da şükreder mi?
Bu soruyu ilk kez sormama vesile olan olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Bundan birkaç sene öncesiydi, bir seri üretim fabrikasında çalışıyorduk. Çalıştığımız ekip görece küçük bir ekip olduğundan, herkes birbirini tanırdı ve zamanla güzel bir arkadaşlık ortamı oluşmuştu. Çoğunlukla genç işçilerden oluşan bu ekip her durumda birbirine yardımcı olurdu. Bir gün ustabaşı bizi etrafına toplayıp, günlük ortalama ürün sayısını 800’den 900’e çıkarmak istediğini, onun üzerinde yapanları da prim usulü ödüllendireceğini söyledi. Bu durum deneyimsiz genç işçiler olarak bizim çok hoşumuza gitmişti ve var gücümüzle üretimi hızlandırmaya başladık. Başlarda aramızdaki tatlı rekabetten ibaret olan bu durum zamanla başka bir boyuta dönmüş, kimi arkadaşlarımız molalarından feragat edip çalışmaya koyulmuştu. Ay sonu geldiğinde ustabaşı bizi tekrardan toplayıp sonuçları açıkladı: “Eldeki verilere göre hepiniz ortalama 1000 ürün yapabiliyormuşsunuz zaten” dedi ve bundan sonra bu sayının altında yapanların işten çıkarılacağını söyledi. Kimseye de prim falan ödenmedi. Bu süreçte aramızda gelişen soğukluk ve rekabet durumu birlikte hareket etmemizi engellemiş, sonuç olarak patronun istediği şey gerçekleşmişti: Artan üretim, düşük ücretler ve dağınık işçiler!
O güne dek sınıf bilinci olmayan bir işçi olarak bu tür meselelere hep uzaktan bakardım. İşten çıkarılan arkadaşlarım için “onlar da hak ettiler” diye düşünür, “ben de patron olsam” diye başlayan cümleler kurardım. Maaşına zam istemenin, ağır çalışma koşullarına itiraz etmenin “nankörlük“ olduğuna inanırdım. Öyle ya, patronlar bize her zaman “ekmek veren” olarak gösterilmişti. Okullarda bu zamana dek bize öğretilen her şey, yarın bir gün patronun karşısına çıktığımızda bizi işe alacak kadar donanımlı olduğumuzu göstermek içindi. Ancak o gün patron bizi bölerek aslında bize kendi sınıf gerçekliğimizi hatırlatmıştı. O gün, sonraları çok kez duyacağım çok önemli bir dersi öğrenmiştim: “Patronların yalanlarına kanma! Sınıfın bil, safa gel!”
Ve sınıfımızın saflarına katıldıkça, okuyup bir işçi olduğumu öğrendikçe patronların yalanlarının sadece fabrikalarda kalmadığını; evimizin içine, okullara, dini kurumlara varıncaya dek her alana sirayet ettiğini öğrendim. Eğitimiyle, medyasıyla, bizim temsilcimiz olduğuna inandırdığı siyasi temsilcileriyle kocaman bir yalan imparatorluğuydu bu. Bize söylenenler ile gerçekte yaşananlar inanılmaz çelişkiliydi. Çalıştığımız o fabrikada örneğin, yemekhane girişine Afrikalı çocukların fotoğrafını koyup bize şükretmemizi öğütleyen patronumuz, biz günlük ortalama sayının biraz altında ürün çıkardığımızda “buna da şükür” demiyordu. Aksine ne kadar çalışırsak çalışalım ürün sayısını arttırmaya, üzerimizden daha çok kâr elde etmeye çalışıyordu. İnsana yaraşır bir ücretle, güvenceli çalışmak istediğimizde bizi “nankörlükle” suçluyordu.
Patronlar bizi nankörlükle, yediği kaba tükürmekle suçlarken, konu kendi sermayeleri olduğunda açgözlülükte sınır tanımazlar. İşçileri daha çok sömürerek daha çok kâr elde etmek, yeni yatırımlar yapıp sermayelerini büyütmek; büyütmek ve daha da büyütmek isterler. Bunu da işçilerin ücretlerinden, yemeğinden keserek; yani “maliyetleri düşürerek” gerçekleştirirler. İşler iyi giderken “biz bir aileyiz” diyen patronlar, bir kriz durumunda önce işçileri işten çıkarırlar. O güne kadar dişini tırnağına takıp çalışan işçilere “bu zor zamanları birlikte atlatacağız” demezler. Yani onların kitabında şükretmek yazmaz. Onlar için şükür, haline şükredip bu çelişkileri sorgulamayan işçilerindir. Egemenler, bu çelişkinin üzerini örtmek için pervasızca yalan söylemekten de geri durmazlar. Bir yandan kitlelerin yoksulluğunu normalleştirirken, diğer yandan “itibardan tasarruf olmaz” diyerek kendi lüks yaşamlarını sürdürürler. İşçilere, “patronlar size ekmek veriyor. Eğer onlar olmazsa iş de olmaz” yalanını söylerler. Peki, biraz düşünelim, bu durum gerçekte böyle midir?
Pamuk tarlalarında, sarı sıcağın altında patronlar mıdır pamuk toplayan? Ya o pamukları ipliğe dönüştüren hünerli ellerin sahibi, patronlar mıdır? İşçilerin emeği olmadan, nasıl dönüşür kızgın kumlar cama, kap kacağa? Biz değil miyiz gecemizi gündüzümüze katıp çalışan; üretimi büyüten, dünyayı küçülten sınıf? Değil miyiz ay sonunu getiremeyen, yorgun düşen, iş cinayetlerinde ölen, öldürülen? Onlar değil midir, canımız kanımız üzerinden sermayelerini büyüten? O halde kim kime ekmek veriyor?
Hünerli elleriyle hayatı var eden işçiler patronlara hiçbir şey borçlu değildir. İşin aslı; onlar bize borçludur. Tüm bunlar gün ışığı gibi ortadayken, patronlar gerçekliği ters yüz ederek hakkını arayan, sendikalaşmaya çalışan işçileri nankör gibi göstermeye çalışıyor. O halde sınıf bilinçli işçiler olarak bir kez daha soralım: Nankör kim?
Kapitalizmin Çarklarında Eziliyoruz
- Adres Doğru mu?
- Emekliler “AÇIZ” Diyor, Onları Kim Duyuyor?
- Geleceğimizi Kurmak İçin Birliğimizi Büyütelim
- “Asıl Haber Biziz Be Abla”
- Sağlık Çalışanlarına Sağlıksız Yemekler
- Sorunlar Mücadeleyle Çözülür
- İşyerinde “Paralı Eğitim!”
- Onların İnsafına Bırakmayalım!
- “Sana Ceza Veriyorum Tayfun!”
- Emekli Maaşı Ne Zaman Ödenecek?
- “Çalışanlarımıza Rapor Vermeyin!”
- “Kırtasiye Ürünleri İkinci Ele Düştü”
- Örgütlü Olmak ve Toplu İş Sözleşmeleri
- Alo 170: Yanlış Numara Çevirdiniz!
- Turgut Özal, Gökova Santrali ve Sonrası
- TÜİK Kimin Hizmetinde?
- Emekliler Sendika Kuramazmış!
- Sorumluluk Almadan Kazanım Elde Edemeyiz
- Topluma Fildişi Kulelerden Bakmak
- Mücadele Edenler Mutlaka Kazanır!
Son Eklenenler
- Kültür Radyo Televizyonu (KRT) çalışanları Mart ayından bu yana ödenmeyen ücret ve sosyal hakları için 4 Haziranda iş bıraktı. 5 Haziranda İstanbul Maslak’taki KRT binasının önünde “İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız” diyerek toplanan kanal çalışanları,...
- İstanbul Tuzla’da bulunan ve Petrol-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şubenin örgütlü olduğu Reckitt Benckiser fabrikasında 27 Mayısta başlayan grev kararlılıkla sürüyor. UİD-DER’li işçiler olarak, bayrama mücadeleyle giren grevci işçileri grevlerinin...
- ABD ve İngiltere gibi emperyalist devletlerin desteğini arkasına alan İsrail’in Filistin halkına yönelik katliamları kadın, bebek, çocuk, genç, yaşlı on binlerce masum insanın yaşamını aldı, almaya devam ediyor. Egemenler, kendi çıkarları uğruna...
- Toplumda gelecekle ilgili düşünceler ve planlar genellikle maddiyat üzerinden oluşuyor. İyi bir eğitim, iyi bir iş, iyi bir kariyer… Bunları yerine getirince ekonomik ve sosyal açıdan rahat yaşamak mümkünmüş gibi düşünülüyor. Ama sömürü düzeni olan...
- Petrol-İş Sendikası Gebze Şubesinin örgütlü olduğu Kocaeli Çayırova’da bulunan Portakal Plastik ve Porvil fabrikalarında 7 Mayısta başlayan grev 3 Haziranda anlaşmayla sona erdi. Petrol-İş Sendikası Genel Merkezinde Petrol-İş Genel Merkez...
- İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İZELMAN, İZENERJİ ve Egeşehir şirketlerinde çalışan yaklaşık 23 bin işçi, DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikasının öncülüğünde 29 Mayıs’ta greve çıktı. Grev yedinci gününde sürerken, grevi ve işçilerin mücadelesini...
- İzmir Büyükşehir Belediyesine ait İZELMAN, İZENERJİ ve Egeşehir’de çalışan Genel-İş üyesi yaklaşık 23 bin işçi, toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde düşük ücret dayatılmasına karşı ve eşit ise eşit ücret talebiyle 29 Mayısta greve çıktı. Belediye...
- Her 1 Mayıs sabahını gecesinde uyuyamadığım, bir an önce sabahı karşılamanın heyecanıyla beklerim. Tüm dünyada milyonlarca işçi renk, ırk, ülke gözetmeksizin alanlara meydanlara çıkıyor ve tek yürek oluyor! Taleplerimiz ve mücadelemizde ortaklaşıyor...
- Neden “UİDER” değil, UİD-DER” dediğimi anlatmak istiyorum size. Geçtiğimiz günlerde bir işçi kardeşimiz bana UİD-DER’in açılımını sordu. Yanıtladım: “Uluslararası İşçi Dayanışması Derneği, kısaca UİD-DER.” Fakat internette arama yaparken kısaltmayı...
- Son yıllarda egemenlerin ekonomik ve siyasi krizlerden söz ederken “fırtına” ya da “kasırga” benzetmesine çok sık başvurduklarına şahit oluyoruz. Mesela JP Morgan CEO’su 2022’de yaklaşan ekonomik belirsizlikleri tarif etmek için “ekonomik kasırga”...
- Bazı insanlar vardır, kalpleri sadece kendileri için değil, tüm insanlık için, yeryüzünün tüm canlıları için özgürlük tutkusuyla çarpar. Tıpkı Haziran ayında sonsuzluğa uğurlanan üç yürek işçisi gibi. 3 Haziran 1963’te Nâzım Hikmet’in, 2 Haziran...
- UİD-DER’de emekçi kadınların bir araya geldiği bir etkinlikte çocuklarla ilgilenmek için kreşte görevliydim. Yaşları 3 ile 10 arasında değişen 7-8 çocuk vardı. Hangi oyunları oynamak istediklerini sorduğumda, içlerinden biri oyun oynamak...
- ABD’de yaşıyor olsaydık, muhtemelen Türkiye’de olduğu gibi, en çok konuşacağımız konuların başında gelecekti ekonomi. Son yıllarda ABD’den Türkiye’ye işçi ve emekçiler düşük ücretlerden kamu hizmetlerinin kısıtlanmasına benzer sorunlarla...