Buradasınız
Birleşik Metal-İş Genel Başkanıyla Söyleşi
Metal sektöründe 100 binden fazla işçiyi ilgilendiren toplu sözleşme süreci, MESS’in kabul edilemez dayatmaları nedeniyle uyuşmazlıkla sonuçlandı. Yaşanan ekonomik krizi bahane olarak kullanan patronlar saldırılarını daha da arttırmaya çalışırken, tüm bu saldırılar ve ekonomik kriz karşısında neler yapılması gerektiğini, Birleşik Metal-İş sendikası genel başkanı Adnan Serdaroğlu ile konuştuk.
UİD-DER: Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS), metal işçilerine resmi enflasyonun dahi altında zam vermeyi, haftalık çalışma süresini kendi ihtiyaçlarına göre esnetmeyi, fazla mesai ücretlerini azaltmayı ve kazanılmış sosyal haklarda gerileme teklif ediyor. MESS bu dizginsiz teklifleriyle metal işçilerine ne söylemek istiyor?
A.S.: Fotoğrafa şöyle bakmak lazım. MESS Türkiye’nin, Avrupa’nın, hatta dünyadaki birçok ülkenin en ideolojik davranan işveren sendikasıdır. Mesele sadece para meselesi değil, ideolojik hegemonya, üstünlük kurma meseledir. MESS’in Türkiye’deki gelişim seyrine, bugünkü ürettiği politikalara baktığımız zaman, sermayeye en üst düzeyde sözcülük yapan bir örgüt haline geldiğini görüyoruz. Hem ekonomik anlamda hem üye çoğunluğu anlamında hem de ideolojik anlamda. MESS, TÜSİAD’a TİSK’e yön veren konumdadır. Çıkartmış olduğu kitaplarla, gazetelerle, yapmış olduğu araştırmalarla, patronlarla kurduğu ilişkileriyle hatta hatta metal işkolunda bizim dışımızdaki sendikalarla da kurduğu ilişkilerle, tam anlamıyla kendi sınıfının ideolojik faaliyetlerini ve örgütlenmesini yapan bir sendikadır. MESS’i Türkiye’de 12 Eylül sürecinin de altında önemli derecede etkisi olan bir kurumsal yapı olarak değerlendirmek gerekiyor. Biz MESS’i böyle değerlendiriyoruz ve MESS karşısında basit yöntemlerle veya bu zamana kadar gelen metotlarla baş edilmesinin zor olduğunu söylüyoruz. Türkiye işçi ve emekçilerinin bütünü, MESS’in bu konumunu bilerek davranmalıdır.
Almanya’da metal işçileri, IG Metal sendikası öncülüğünde toplu sözleşme görüşmeleri sürdürüyorlar. 3 milyon sendikalı üye dışında çok daha fazla işçiyi ilgilendiren bir sözleşme sürecindeler. Ücret ve yöntemde anlaşılamıyor. Şu söyleniyor, IG Metal’in Alman işverenleriyle yapacağı sözleşme, bundan sonrası için bütün işçileri ilgilendiriyor. Yani herkes, kamu da dâhil, IG Metal’in yapacağı sözleşmeye bakıyor. IG metal eylemlilikleri artıyor, görüşmeleri sürüyor. Muhtemelen IG Metal’in belirlediği rakamlara uygun olarak bitecek görüşmeler. Metal, demir çelik, otomotiv sektöründeki işverenler, 2006-2007 döneminde, 60 yılın en büyük ciro ve kârlarını elde etmişler. IG Metal, bu verilere de dayanarak işverenleri sıkıştırıyor. Bunları şunun için söylüyorum; Türkiye’ye de baktığımız zaman, MESS genel olarak sermayenin sözcülüğünü üstelenmiştir. Geçmişte sermaye lehine uygulamak istediği yöntemlere bugün krizi de kullanarak yasal statü kazandırmak istiyor. Bundan sonra gelecek sözleşmelerin de işverenler lehine önünü açmak istiyor. Tekstilde birtakım olumsuzluklar yaşandı geçmişte. İkramiyelerin düşürülmesi, 3 yıllık sözleşme, fazla mesailerin düşürülmesi gibi… Fakat bu sözleşme maddelerini diğer sektörlere uygulayamadılar. Çünkü tekstil Türkiye’de diğer sektörleri etkileyecek yapıya sahip bir sektör değil. Hele hele şu aşamada hiç değil. Şu anda öncü konumunda olan metal sektörüdür. İşverenler içinde de en güçlü sendika MESS’tir ve MESS bu uygulamaların ancak metalde başarıya ulaşırsa Türkiye’de genelleşeceğini söylüyor. Yapılmak istenen şudur aslında: 12 Eylül’den bu yana kendilerine biat eden, kendisinin her dediğini yapan bir anlayışı sendikalara hâkim kılmak istiyorlar. Bunu gerçekleştirmek için son birkaç yıldır, örgütlü olduğumuz işyerlerinde bize karşı sorun çıkartılıyor, yeni örgütlendiğimiz yerlerde MESS hukukçularını devreye sokup, patronlarla görüşerek önümüzü kesecek yol ve yöntemler geliştiriyor. Böylelikle bizim güçlenmemize engel olmak ve Türk Metal’i güçlendirmek istiyorlar.
Bugün Türkiye’de metal sektöründe belirleyici firmalar Türk Metal’in bünyesine verilmiş durumda. Verilmiş diyorum çünkü kendi çabasıyla yaptığı örgütlenmeler değildir. Zaten 1983 yılında bütün Maden-İş üyeleri Türk Metal’e aktarıldı. Ne işçi notere götürüldü ne de imzası alındı. Biz Türk Metal’in kuruluşunu o açıdan 1983 tarihi olarak söylüyoruz. İşverenlerin kucağında büyüyen bir sendikadır Türk Metal. MESS, Türk Metal’i kendi yanına almış, işçilerin haklarını geriye götürmeye, kısmen gayri resmi uyguladığı esnek çalışmayı meşrulaştırmaya, kapsam dışı sayısını fazlalaştırmaya, AR-GE’leri genişleterek sendikalı, sendikasız işçi sayısını dengelemeye, ikramiye ödemelerini fiili çalışma gününe göre ödemeye çalışıyor. Kontrol tamamen işverenlerin eline bırakılıyor. Patron ne zaman “gel” derse işe gidilecek, “gelme” derse işe gidilmeyecek. İşçilerin özel yaşantılarının olmadığı, fazla çalışma ödemelerinin yapılmadığı, denkleştirme ve telafi çalışmalarıyla inisiyatifin işverenlerin eline verildiği bir anlayış hâkim kılınmak isteniyor. Bu saldırılar, kriz de bahane edilerek tüm sektörlere dayatılıyor. MESS kriz öncesinde böyle dayatmalarda rahat rahat bulunamazdı.
UİD-DER: Bugünlerde yoğun olarak tartışılan konu küresel kriz. Bunun sonucu, işten çıkarmalar gündemde. Sizin de faaliyet yürüttüğünüz metal sektörünün burada kilit bir rolü var. İşten çıkarmalara karşı, ne tip bir mücadele hattı düşünüyorsunuz? Biz, sendikaların genel olarak işsizleri de örgütlemeye çalışması gerektiğini düşünüyoruz, bu konuda sendikanız ne düşünüyor?
A.S.: Sondan başlamak istiyorum. Biz henüz işçileri sendikalaştıramadık ki işsizleri sendikalaştıralım. Birinci hedef Türkiye’de milyonlarca işçiyi sendikalı hale getirmektir. Elbette işsizler, kayıt dışı, güvencesiz, sigortasız çalışanlar veya sarı sendikaların güdümünde çalışan işçiler, birtakım mücadeleci sendikalı işçilerden çok daha kötü koşullarda çalışıyorlar. İşçilerin yüzde doksanlara varan büyük kesimi sendikasız. Sendikalaşma oranları düşüyor. Son süreçte sendikalar hakkında çıkan olumsuz haberler artıyor. 12 Eylül’ün sendikalar üzerinde oynadığı oyunlar ve dezenformasyonlar var. Bu süreç, işçilerin sendikalara olan güvenini zedeledi. Sendikalara olan güveni yeniden inşa etmek kolay değil. Önemli oranda basın ve medya araçları da büyük sermayenin elinde. Büyük sermaye bu araçlarla kitleleri iyi yönlendiriyor. Sendikalar içinde bu tür güven bunalımına neden olan kişiler ve uygulamalar da maalesef var, bunları yadsımıyoruz. Ancak bir genelleme yaparak, hepsini aynı kefeye koyarak, olumsuz propaganda yürütülerek, 1 Mayıs, örgütlenme, sendika kavramlarına karşı soğuk ve uzak duran bir anlayış hâkim kılınmak isteniyor. Bu anlamda Türkiye’deki yüzde doksanlara varan sendikasız çalışan işçileri örgütlemek gerekiyor. Bizler kamu ve özel işletmelerde sendikasız çalışan inşaat, tekstil, hizmet işçilerini örgütleyebilsek arkası zaten kendiliğinden gelir. Toplumun örgütsüz kesimleri, bu örgütlü gücün veya kesimlerin arkasından mutlaka gelecektir. İşçiler, öğrenciler, farklı toplumsal katmanlar da örgütlenir. Bu nedenle kötü sendikacıların ayıklanması, deşifre edilmesi ve açığa çıkarılması gerekiyor. Eskiden yapıldığı gibi sendikacılık zarar görmesin anlayışıyla, hataları halının altına süpürmemek, sessiz kalmamak gerekiyor. Vuruyorsa dibe kadar vursun, elenenler elensin ve temizlenerek yürünsün. Pirinç gibi görünen taşlar, dişe değdiği zaman o insanların kendisine güven duyması zordur. Bizce, sendikal hareketin eski mücadeleci geleneklerini bırakmadan kendine yeni bir yol haritası çizmesi gerekiyor. Şu anda hitap ettiğimiz toplum kesimlerinin büyük bir çoğunluğu genç işçi. 12 Eylül’den sonra doğan, son üç beş yıl içinde iş hayatında olan işçiler. Bu işçileri sendikal mücadeleye çekecek uygulamalar başlatmamız gerekiyor. Ne ile ilgilendiklerini bulmak, sosyolojik tahlilleri iyi yapmak, işçi mühendisliği çalışmalarını yapmak gerekiyor. Örgütlülük çalışmasını yükseltmek, sendikalaşma oranlarını arttırmak için yeni çalışmalarla, politikalarla ancak ileriye doğru sağlıklı yürüneceğini düşünüyorum.
Kriz konusuna gelirsek... Aslında bir yıl öncesinden dünyada bu tür dalgalanmalar kendisini gösterdi. Herkesin ifade ettiği gibi kriz, aslında kapitalizmin kendi krizidir. Krizler gün geçtikçe, zaman aralığını daraltarak kendini göstermeye başladı. 1930’lardan sonraki kriz süreçleri arkasından yeni süreçleri gösterdi. Krizlerin arkasından savaşlar çıkıyor, yeni paylaşım alanları açılıyor, sermaye el değiştiriyor, sermayenin bir kısmı daha da güçleniyor, sömürü daha da artıyor. ABD kendi iç çelişkilerini ortadan kaldırmak, dünya üzerindeki zayıflayan hegemonyasını güçlendirmek üzere yeni bir krizle, bu süreci kendi lehine kullanıyor. Şimdi küreselleşme ile ortaya çıkan yeni yeni krize neden olabilecek yöntemler de kendini gösterdi. Krizin nedeni para alışverişi değil, şirketlerin kâğıt üzerinde değerlerinin yükselip alçalmasından kaynaklanıyor. 100 diye baktığınız bir kâğıdın değerinin veya şirketin bedelinin birden bire 10 lira olduğunu görüyorsunuz. Şirketler aradaki 90 liralık zararı, kriz dönemlerinde devleti yardıma çağırarak, vergilerle topluma ödettiriyorlar. Olay artık bono, tahvil, kâğıt satışı ile gerçekleşiyor. Bildiğim kadarıyla kısmen Asya’da, Japon borsasının çökertilmesiyle ortaya çıkmıştı. Bu tür krizler, artık yeni yeni tüm dünyaya, dalga dalga yayılıyor. Borsalar yoluyla kriz yaratma, şirketlerin değerlerini düşürerek kriz yaratma gibi bir anlayış ortaya çıkartıldı. Verilen kredilerin geri dönüşleri sağlanamıyor, emlak sektöründeki kredilerin geri dönüşümü sağlanamadı. Son 5-6 yıl içinde iç piyasa desteklenerek, sanal canlanma sağlanmaya çalışıldı. Herkese kredi kartı verildi, araç, konut ve özel harcamalara kredi kolaylığı sağlandı. Fakat verilen krediler geri toparlanamadı. Halk da bu uygulamalara pek alışkın değildi. Bol keseden verilen kredileri geri ödeyemedi. Kriz sanal bir kriz haline dönüştü. Sanalı olmayan bir şey anlamında söylemek istemiyorum. Reel uygulamaların dışında sanal alışverişlerle ortaya çıktı. Küreselleşme ile birlikte finans sektöründe ortaya çıkan kriz, birbirine çok yakın ilişki içinde olan reel sektöre yansımakta gecikmedi. Çünkü her reel sektörün arkasında finans kuruluşu var. Birbirleriyle iç içe geçmiş durumdalar. Kredi bulamayınca, sıcak para dönüşü olmayınca, şirketlerde krize girip üretimlerini aşağıya çektiler. Aşırı şişkinlik, kâr hırsı, sömürü düzeni sonuçta bu krizi ortaya çıkardı. Türkiye’ye yansıması 8-10 ay sonrasını buldu. Bizim için de önemli bir talihsizlik oldu. Toplu sözleşme dönemine denk geldi ve sermayenin çok önemli bir avantaj ele geçirmesine neden oldu. Fakat buna rağmen biz krizi şöyle değerlendiriyoruz. Kriz gelip geçici bir dalgadır. Türkiye’nin en büyük elli kuruluşunun içinde 33 tane metal fabrikası var. Dünya ticaretinde metal sektörünün payı yüzde 70’tir. Türkiye’de de aynı ağırlıktadır. 132 milyar dolar ihracat gerçekleştirilmiş, bunun yüzde 65-70’i metal sektörünce sağlanmıştır. Son 6-7 yıl içinde metal sektöründe, dolar milyarderleri ortaya çıkmıştır. Birilerinin yeni zenginler yaratma hevesi yüzünden gelir dağılımı OPEC ülkeleri içinde en bozuk, en kötü ülke haline geldik. Bu kadar kazançların olduğu, kazançların amiral gemisine dönüştüğü metal sektöründe 5-6 aylık süreçte yaşananların vebali işçilere yüklenemez. Yaptığımız başka bir araştırmaya göre, işçilerin bir yıllık üretimi ile işverenlerin 5 yıllık işçi maaşlarını verebilecek kazanç sağladıkları ortaya çıkmıştır. Başbakanın, işverenlerin 2 yıllık zulaları var dediği, aslında bizim araştırmamıza dayanarak ifade ettiği, bizlerin rakamını abartı bulup, yarı yarıya düşürerek ifade ettiği rakamlardır. Aslında 4-5 yıl işçilerin maaşlarını karşılayacak bir kazanç elde etmişlerdir. Başbakan da biliyor bunu. 2007 banka kârları 1 trilyon YTL’nin üzerindedir. İş Bankası, Akbank, Koç Bank, Garanti veya Yapı Kredi Bankası vs. hepsi reel sektör ile iç içe olan finans kurumlarıdır. Bu kadar kâr ve kazanç dönemi bir kenara bırakılıyor ve krizin sorumluluğu bizlere yıkılmaya çalışılıyor. Bizler sözleşmelerin, kazanç döneminin dikkate alınarak yapılmasını istiyoruz. İki yıl önceki işçi ücretleri ile bugün MESS grup sözleşmesine girdiğimiz işçi ücretleri aynı. Sanki yüzde sıfır sözleşme yapmış gibi sonuç ortaya çıkıyor. Bu durum, iki nedenden kaynaklanıyor. Birincisi, birçok işçi, düşük ücretle işe alınıyor ve bu durum ücret ortalamalarını düşürüyor. İkincisi ise, yüksek ücretli eski işçiler fabrikalardan çıkartılıyor. Bu özellikle Türk Metal’e üye olan fabrikalarda gerçekleşiyor. Fazlaca sirkülasyon oluyor. İşverenler, sözleşmelerin yükünü üzerinden atıyorlar.
Biz işçi arkadaşlarımızın kazanımlardan pay almasını istiyoruz. Alım güçlerine baktığımızda o günde açlık sınırının biraz üstünde, yoksulluk sınırının biraz altında ücret alınıyordu, bugün de aynı durum var. Biz, mücadelemizin haklı ve meşru olduğunu ifade ediyoruz. Kriz bahane edilerek işverenler haklarımızı elimizden almaya çalışıyorlar. Örgütlü olan yerlerde krizin yansımaları örgütsüz yerlere nazaran daha az oluyor. Türkiye’de kayıt dışı, sendikasız çalışan binlerce insan var. Hatta küçük ölçekli esnaf, manav, market, kasap dahi bu krizden çok fazla etkilendi. Önemli olan sadece kendi bünyemizdeki kesimlerin krizden en az etkilenmesi değil, toplumun en geniş kesimlerinin bu krizden en az etkiyle çıkmasının çabası içinde olmak ve bu mücadeleyi örgütleyebilmektir. Dün İstanbul Şubeler Platformundan arkadaşlarımız bizlere ziyarete geldiler, onlarla çok şeyi ortaklaştırdık. Geçenlerde Taksim’de aydınlarla, sendikalarla bir çalıştay yapıp, işçilerin yanı sıra küçük esnafı, köylüyü de mücadelenin içine katacak bir platformun nasıl örüleceği üzerinde yoğunlaştık. Biz böyle bir çaba içerisindeyiz. Aksi takdirde insanlar yoksul derneklerine muhtaç hale gelecekler. Yapılan bir araştırmaya göre Kürt bölgelerinde yoksul derneklerinin çığ gibi büyüdüğü ortaya çıkıyor. Toplum yoksullaştırılıyor, iktidarlara bağlı yoksul dernekleri, yoksulluğu yönetme anlayışı ile insanları kendilerine muhtaç hale getiriyor. Güney Amerika ve Afrika’da bu yöntemler denendi. Önemli olan sosyal devlet anlayışıyla bu durumu ortadan kaldırmak ve insanların sosyal ihtiyaçlarını karşılamaktır. Örgütlü mücadele şarttır. Bizler kendi çabamızla birtakım şeyler yapabiliriz, lokal başarılar elde edebiliriz. Fakat sınıf tarihine gün geçtikçe yeni yenilgiler ekleniyor. Bizim amacımız sınıf mücadelesindeki bu yenilgilere bir tane daha eklememektir. Artık sınıf kendi mücadelesinin başarıyla sonuçlandığını görüp, gelecekte yapacağı çalışmalarda kendine güven duymalıdır. Bu açıdan örgütlü ve birlikte mücadeleye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
UİD-DER: Sözleşme sürecinde olan metal işçilerinin yanında bu TİS’den etkilenecek olan geniş bir işçi kesimi de mevcut. Mücadelenizin ilerleyebilmesi ve mevcut kazanımların geliştirilebilmesi bakımından işçi sınıfının bu geniş kesimlerine ne söylemek istersiniz? Mücadeleyi işçi sınıfının geneline yaymak için neler yapmayı planlıyorsunuz?
A.S.: Bugün asıl sorumluluğu taşıyan birçok grup, sorumluluklarını yerine getirebilmiş değiller. Türkiye’de konfederal, sendikal, demokratik kitle örgütleri düzeyinde henüz sorumluluklarını ortaya koyabilmiş değiller. O açıdan metal sektörünün ve krizin can yakıcı noktalara gelmesi, bizim daha fazla efor sarf etmemiz gerektiğini ortaya çıkardı. Birilerinin eksiklerini kapatma veya birilerinin yapması gerekenleri de üstlenme çabasıyla son birkaç ay içerisinde sendikamız olağanüstü bir çaba içinde oldu. Bugüne kadar yapılan çalışmalar istediğimiz sonuçları verdi mi, kısmen verdi diyebiliriz. Toplumun bütün kesimleri bu krizden etkileniyor ve işaret bekliyor. Birilerinin mücadele ateşini yakmasını bekliyor. Bunun için biz bu çığlıkları örgütleyebilir miyiz, toplumun değişik kesimlerini bir araya getirebilir miyiz diye çabalıyoruz. Bu zamana kadar metal sektöründeki işçilerin birliğini sağlamak için elimizden geleni yaptık. Otomotiv fabrikalarında, Boch, Renault, BMC, Mercedes, Ford, Tofaş’ta işçi arkadaşlarımız bizimle çeşitli yollarla ilişkiye geçiyor ve sözleşme hakkında bilgi alıyorlar. Amacımız 500 bin işçi ve işçi ailesini bir araya getirmek, süreç hakkında bilgi vermek, motive etmek. Türk Metal’in yapacağı yanlış bir hareketin kendileri için kötü sonuçlara neden olacağını göstermeye çalıştık. Bugüne kadar Türk Metal’in sözleşmeyi bitirmemesinin önünde de fabrikalardan gelen bu basınç vardır. Tepkiler fabrikalarda yoğunlaşıyor. Bizler metal sektöründeki işçileri bu düzeyde bir araya getirdik ama bunun da yetmediğini açıkça söylüyoruz.
Konfederasyonlara baktığımız zaman Türk-İş hükümetle yakın ilişki içinde olan bir görüntü veriyor, Hak-İş tamamen hükümetin payandası olmuş durumda, DİSK yönetimi kriz konusunda aktif değil. Bizler konfederasyonların sendika şubeleriyle bir araya geldik ve işçilerin mücadele programının ne olması gerektiğini tartıştık. İktisatçı ve sosyal bilimcilerle birlikte mücadele programı ortaya koyduk. Önümüzdeki günlerde sendika şubeleri ile görüşmelerimiz sürecek. Yerel hareketleri, Gebze, Bursa, Kocaeli sendikalar birliğini ve işçi platformlarını bir araya getirmek istiyoruz. Üstten çok fazla şey beklemeden aşağıdan yukarıya doğru bir hareketlenme yapmak gerekiyor. Hak-İş’i bu yanlışlarından çevirebilir miyiz, Türk-İş’i uyandırabilir miyiz, DİSK’i erken başladıkları kış uykusundan uyandırıp daha aktif hale nasıl getirebiliriz, bunları düşünüyoruz. KESK ile görüşüyoruz. Bugün yapılması gerekenleri, tarihsel ve sınıfsal görevlerimizi yapmak istiyoruz. “Geçmişte şunu da yapsaydık keşke” diye kendimizi pişmanlıklar mezarlığına dönüştürmek istemiyoruz. İşverenler nasıl ülke ve dünyada tek davranıyorlarsa, bizler de bu parçalanmışlığı aşıp, sermaye sınıfına karşı mücadele vermek istiyoruz. Emek Platformu geçmişte bir hareketlilik yarattı fakat onu da parçaladılar. Yeni bir emek platformu değil fakat yeni bir emek birlikteliği, yeni bir mücadele birlikteliği yaratmamız gerekiyor.
UİD-DER: Bu uyuşmazlık sürecinin sizin örgütlü olduğunuz fabrikalardaki yansıması nasıl? Biliyoruz ki sizin örgütlü olduğunuz fabrikalarda Cuma yürüyüşleriyle tepkinizi gösteriyorsunuz. Bu yürüyüşlere fabrika çalışanlarının katılım düzeyi beklenildiği kadar yüksek mi? Örgütlü olduğunuz fabrikalarda işçiler sorunun yeterince farkında mı? Bunun için ne tip bilgilendirme, eğitim ve örgütlenme toplantıları yaptınız?
A.S.: Bizim sendikamızın genel bir anlayışı var. İşin özeti işçilerdir. Biz yol haritamızı işçilerle, işçi temsilcileriyle, komitelerle yönlendiriyoruz. Sürecin rutin bir süreç olmadığını biliyoruz. Genç işçi arkadaşlarımızın sabırsız ama enerjik olacağını biliyoruz. Onun için başından beri işçi arkadaşlarımızı komitelere katarak çalışmalarımıza başladık. Komite ve işçi arkadaşlarımızla toplantılar yaptık. TİS’leri birlikte hazırladık. Fabrikalara götürdük ve onay aldık. Her gelişmeyi işçi arkadaşlarımıza aktardık. Eksik bir bilgilendirme olmadı. Merkez komisyonlarını temsilci ve yöneticilerimizle hazırladık. Eylem programlarımızı birlikte tartıştık ve karar alıp kamuoyuna yansıttık. Bizler geçmişte de sabah yürüyüşleri yaptık, ama bu kez Almanya’daki IG Metal işçilerinin Pazartesi yürüyüşlerini çağrıştıran Cuma yürüyüşlerini planladık. Bu yürüyüşlere arkadaşlarımız tam katılım sağladı. Fabrikada arkadaşlarımız çalışıyorken, yakalarına taleplerini dile getiren kokartlar taktılar. Bölge toplantılarıyla işçi arkadaşlarımızı bilgilendirdik. Mesai eylemlerinde büyük oranda başarı sağlanmış oldu. Bir iki fabrikada çok acil işler ile ilgili mesailer oldu. Bundan sonraki süreç açısından da işçi arkadaşlarımızın motivasyonlarının devamı niteliğinde eylem ve etkinlikleri yapmamız gerekiyor. Arkadaşlarımızı bu sürecin içinde tutmak istiyoruz. Uluslararası toplantılarımız oldu. Karşılıklı olarak yapabileceklerimizi tartışıyoruz. Güvencesiz çalışma konusunda eylemlerimiz oldu. İşin özü işçi arkadaşlarımız işin içine daha fazla girmeli. MESS kimi baskılarda bulunuyor, Cuma yürüyüşlerine katılanları tespit etmeye çalışıyor.
UİD-DER: Bu işin sonunda greve çıkılır mı? İşçileri ve sendikayı greve hazırlamak için neler yapıyorsunuz? Yani grev ve direniş bu sendikanın gelenekleri içinde önemli bir yer tutuyor. Özellikle Maden-İş zamanında yapılanlar sınıfımızın mücadele gelenekleri açısından çok önemli. Maden-İş’in mücadelesinden öğrendiğimiz, greve, grev komiteleriyle hazırlanmak gerekiyor. Bu doğrultuda adımlar attığınızı biliyoruz, geldiğimiz noktada durum nedir?
A.S.: Biz bütün ihtimalleri düşünerek mücadeleye hazırlanıyoruz. Çıktığımız yolda ne ile karşılaşacağımız belli değil. Uzun yolun yükü de fazla olur. Şu anda uyuşmazlık aşamasındayız, 15-20 gün arabulucunun görev süresi var. Kasım ayı arabulucu ile geçecek gibi gözüküyor, Aralık ayında muhtemelen grev kararı alacağız. İşyerlerinde toplu sözleşme komitelerimiz var. Önerilerini TİS komisyonumuza getiriyorlar ve orada tartışılıyor. Bu komiteler ileriki günlerde grev komitelerine dönüşecek. İşverenler krizin yükünü olabildiğince işçilerin üzerine yıkmaya çalışıyorlar. Kriz metal ve demir-çelik sektöründe yoğunlaşıyor. İşverenlerin yandık, bittik demelerinin arkasında işçileri yeni sömürü yöntemlerine alıştırmaları yatıyor. Bizim açımızdan MESS’in önerileri grev nedenidir. Biz bu rakamları kabul edemeyiz. Yan sanayi işverenlerine, gidin MESS’e baskı yapın diyoruz. Kriz ortamında işçiler destek bulamaz, ekonomik olarak yürüyemez diyerek işverenler greve ihtimal vermiyorlar. Oysaki işçi arkadaşlarımız da bu sözleşmeyi yetersiz buluyorlar. Grev kararı aldıktan sonra fabrika fabrika gezip, grev oylamasına, saldırılara karşı hazırlanacağız.
UİD-DER: Son olarak sendikalı metal işçilerine ne söylemek istersiniz?
A.S.: İşverenler son 5-6 yılda tarihlerinde görmedikleri kadar para kazandılar. İşçiler bunun karşılığını istemelidirler. Bunu başarabilmek için metal işçileri birlikte davranmalıdır. Sendika ayrımı gözetmeden, hangi sendikaya üye iseler kendi taleplerini ortaya koymalı ve birlikte davranmalıdırlar. Aksi takdirde sarı sendikaya, emlakçı sendikaya bir iki yıl daha katlanmak zorunda kalırlar. Kriz işverenlerin korkutma aletidir. Bizler krizi bir fırsata dönüştürüp, sıçrama dönemi olarak değerlendirmeliyiz.
İşçiler Zamları Protesto Ettiler
Metal İşçilerinin Cuma Yürüyüşleri
- Metal İşçileri Sefalet Ücretine ve Sendikal Baskılara Karşı Mücadele Ediyor
- MESS Grup Toplu İş Sözleşmesi İmzalandı
- Greve Hazırlanırken Sohbetler
- Birleşik Metal-İş’ten Grev Kararı: Metal İşçileri Greve Hazır!
- Metal İşçilerinin MESS’i Protesto Eylemleri Sürüyor
- Ay Sonunu Bırak, Ortasını Getiremiyoruz!
- Metal İşçileri Greve Hazırlanıyor
- Metal İşçileri Çorlu’da Haykırdı: Greve Hazırız!
- Metal İşçilerinin Eylemleri Devam Ediyor
- Metal İşçisiyiz, MESS’in Dayatmalarına Boyun Eğmiyoruz!
- MESS Grup Toplu İş Sözleşmesi Kimleri İlgilendirir?
- Hak Gasplarına Karşı İşçi Mücadeleleri
- MESS Sözleşmesi ve Emekçi Kadınlar: Ne Düşünüyoruz? Nasıl Düşünmeliyiz? /2
- MESS Sözleşmesi ve Emekçi Kadınlar: Ne Düşünüyoruz? Nasıl Düşünmeliyiz? /1
- Seyahat, Hayat Pahalılığı ve MESS Sözleşmeleri!
- 1977 MESS Grevine Güç Katan Emekçi Kadınlar
- Bu Pahalılıkta Davut Abi’yi Neden Misafir Ediyoruz?
- Birleşik Metal-İş: Metal İşçileri Mücadele Ateşini Yaktı!
- MESS’e Karşı Birliğimizi Güçlendirelim!
- MESS Dayatmalarına Birlikte Karşı Duralım!
Son Eklenenler
- 30 Kasımda KESK tarafından Ankara’da düzenlenecek miting öncesi 2021 Tüm Emekliler Sendikası çeşitli kentlerde “Emekliler Ankara’ya Yürüyor” başlıklı basın açıklamaları gerçekleştirdi. Tekirdağ’da Hasan Ali Yücel Meydanı’nda gerçekleştirilen...
- Çayırhan Termik Santrali ve maden sahalarının özelleştirilmesine karşı yeraltında ve yer üstünde eylemler yapan Türkiye Maden İşçileri Sendikası ve Tes-İş Sendikası üyesi işçiler, Enerji Bakanlığıyla yapılan görüşmelerden olumlu sonuç alınamaması...
- Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla, başta İstanbul olmak üzere pek çok kentte, sendika yöneticilerinin, siyasi parti ve demokratik kitle örgütü üyelerinin, gazeteci ve yazarların aralarında olduğu 200’den fazla kişinin gece yarısı...
- Türkiye’nin dört bir yanında, ücretlerini yükseltmek, sendikalaşmak istedikleri için mücadele eden işçiler çeşitli engellerle karşılaşıyor, işten atılıyor, baskıyla sindirilmek isteniyor. Siyasi iktidarın desteğini arkasına alan patronlar işçilerin...
- İspanya’nın Barcelona kentinde on binlerce emekçinin katılımıyla 23 Kasımda yüksek kira fiyatlarına karşı bir protesto gösterisi düzenlendi. Konut kiralarının düşürülmesi ve daha iyi yaşam koşulları talepleriyle bir araya gelen işçi ve emekçiler,...
- 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında 23 ve 25 Kasımda dünyanın dört bir yanında emekçi kadınlar meydanlara çıkarak öfkelerini haykırdı. Kapitalizm altında çifte ezilmişliğe maruz kalan emekçi kadınlar, kadına şiddetin...
- Bizim mahallenin gençlerinin her birine okuyacakları kitaplar almak için Konak’tan Kemeraltı’na girdim. Kitabın adı Küçük Kara Balık, yazarı Samed Behrengi. Kitap her yaştan işçilere ve işçi çocuklarına dereden çaya, çaydan ırmağa, ırmaklardan...
- Yıllar önce çok sevdiğim, dertlerimizi, sevinçlerimizi paylaştığımız ama hayata dair fikirlerimiz ayrı olan bir arkadaşımla aynı dönemde hamile kaldık. Onu hamile olduğu için işten çıkardılar ve buna karşı çok fazla direnemedi. Patron bana da,...
- DİSK Genel Başkan Yardımcısı ve Genel-İş Sendikası Genel Başkanı Remzi Çalışkan ile Genel-İş Sendikası Mersin Şube Başkanı ve DİSK Çukurova Bölge Temsilcisi Kemal Göksoy’un 26 Kasımda sabaha karşı bir ev baskınıyla gözaltına alınmaları üzerine DİSK...
- Türkiye’deki grev ve direnişlere her geçen gün yenileri eklenirken işçilerin mücadelesi dayanışmayla büyüyor. Çayırhan Termik Santrali ve Linyit İşletmelerinin özelleştirilmesine karşı işçilerin başlattığı direniş devam ediyor. Genel Maden İşçileri...
- 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Gününde her yıl olduğu gibi bu yıl da emekçi kadınlar alanları doldurdu. Dünyanın dört bir yanında olduğu gibi Türkiye’de de kadınlar onlarca kent ve ilçede protesto yürüyüşleri, nöbet eylemleri...
- Yunanistan’da 20 Kasımda pek çok sektörden on binlerce işçi genel greve çıktı. Yunanistan İşçi Sendikaları Konfederasyonu (GSEE) ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nun (ADEDY) çağrısıyla gerçekleşen grevle birlikte 70 şehirde protesto...
- Ankara’dan UİD-DER’li işçiler olarak özelleştirmeye ve hak gasplarına karşı eyleme geçen Çayırhan Termik Santrali ve Linyit İşletmesi işçilerini eylem alanlarında ziyaret ettik. 20 Kasımda maden işçileri iş bırakarak direnişe başlamış, ardından...