Buradasınız
Bir Hastane Öyküsü: İşte Sağlıkta Devrim!
Pendik’ten bir işçi
Hastanede insanın neler yaşadığını kendi yaşadıklarımdan bir örnekle anlatmak istedim. Geçtiğimiz hafta küçük bir operasyon geçirmek için SGK hastanesine yatışım yapıldı. Yatışım yapıldı dediysem öyle bir anda, kolayından yapılmadı. Yatışım yapılmadan önce en az üç dört gün sürekli hastaneye gidip geldim. “O imza atılmamış”, “şu doktor bunu yazmamış” vs. Doktorlar evrak eksik olunca sürekli birbirilerini karalamayı da ihmal etmediler. Olan biz hastalara oluyor. Her eksik işlemde doktorun odasına girdiğimde sekreterler “giriş yapmamız gerekiyor, usul bu” diyorlardı. Giriş yapmak demek, hastadan her odaya girdiğinde muayene ücreti alınması anlamına geliyor.
Ve sonunda işlemler bitti. Artık ameliyat olabilecektim. Cuma günü hastaneye yatışım yapıldı. Bir dolu evrak doldurdum ve imzaladım. Sanırsınız ki hastaneyi satın alacağım da sözleşmeleri yapılıyor, yığınla evrak! Tabi evraklarda hastanın birçok şeyi baştan kabul ettiğini beyan ederek imzası alınıyor. Özü itibarıyla hastanın başına bir iş gelirse hastane kanunen kendini sağlama alıp, hastaya baştan oluşabilecek riskleri kabul ettiğini beyan ettiriyor. “Okudum, anladım, kabul ediyorum” yazıp imzanı atıyorsun. Ama tabi imzalamak istemezsen “zorlamıyorlar” sadece tedavi etmiyorlar. Seçim hastaya ait. Bu arada Cuma günü yatışım yapıldıktan sonra “Pazartesi ameliyata alınacaksın” dediler. “O zaman bizim işlemler tamamsa biz Pazartesi gelelim” dedik. “Yok, beklemeniz gerekiyor; izin kâğıdı alın, Pazar akşamı saat 22.00’de burada olun” dediler. Cuma günü 11.00 gibi işlemlerimiz bitmiş olmasına rağmen sadece bir izin kâğıdının hazırlanması için bütün gün beklemek zorunda kaldık. Neyse ki saat 18.30’da izin kâğıdını bakmadan imzaladılar. Kaşe basıldı ve biz de hastaneden izinli çıkabildik.
Pazar akşamı gittik. Saat 24.00’ten sonra bir şey yiyip içmeyin dediler. Ben de öyle yaptım. Pazartesi sabahtan ameliyata alacaklar sandım ama ne gezer! Bekle dur. Saatler geçmiyor. Aç bir şekilde beni 16.30’a kadar beklettiler. Nihayet ismim okundu, hazırlık yapıp ameliyathaneye doğru yol aldık. Bu arada şunu da paylaşmadan geçmeyeyim. Önlüğü giydim ve genç bir stajyer eşliğinde yürüyerek ameliyathaneye gittim. Asansör genellikle çalışmıyor ya da geç geldiği için merdivenlerden inerek gidiyorsunuz. Hatta hastalardan bir tanesi elinde serumuyla ameliyathaneye indiriliyordu. Hasta taşıma personeli eksikmiş, sadece ameliyat çıkışında sedyeyle taşıma işini yapabiliyorlarmış. Ha bir de çok yaşlı ya da yürürken çok riskli olanları taşıyorlarmış! Hastanın merdivenlerde başına bir şey gelirse Allah’a emanet yani. Neyse uzun çabalar sonucunda ameliyathaneye gittik. Soğuk bir odada bekleyen birçok hasta gibi beklemeye aldılar beni de. Ara ara gelip “safra kesesi mi”, “kulak mı” diye soranlar oldu. Bu soruları ameliyata almak için soranlar asistan doktorlardı. Kendi hastalarını arıyorlardı. Ya nasıl iştir anlamadım, doktorlar hastalardan bihaber. Mezbahada koyun seçer gibi hastalarını arıyorlar. Ben de içimden “eyvah burun ameliyatı için geldim. Yanlışlıkla benim safra kesemi almasınlar” diye bu garip durumu eğlenceli hale getirmeye çalıştım kendi kendime.
Neyse, yarım saat sonra doktor geldi yanıma, dosyamı inceledi. “Yapılacak tetkiklerden bir tanesi yapılmamış sizi ameliyata alamayacağız” dedi. Tabi ben şok oldum. Bu tahlilin yapılması gerektiğini her seferinde doktora, hemşireye, hatta sekretere önceden hatırlatmama rağmen nasıl böyle bir şey yapılabildiğini sordum. Bağırdım çağırdım ama nafile! Asistan doktor “haklısınız ben şimdi konuşacağım” deyip olayın üstünü örttü. Tabi inanılmaz bir sinir harbi yaşadık. Ameliyat olabilmem için o kadar önemli olan, üstelik her seferinde hatırlattığım tahlilimi yapmamışlardı. Delirmemek elde değildi. Doktorların, takip etmesi gereken işleri sanki sağlıkçıymışız gibi biz hastalar takip ediyoruz. Sonuç bir dünya bürokrasi ve bir yığın aksaklık. Yetersiz hastane çalışanı, canından bezmiş doktorlar ve sağlık personeli. Bu düzende canımızı hangi koşullarda, kimlere emanet ediyoruz?
Sinirler biraz yatışınca daha önce konuştuğum asistan doktorla tekrar konuştum. “Yarın sabah ilk sırada beni ameliyata almazsanız sizi şikâyet edeceğim. Tüm gün aç beklettiniz bir de üstüne tahlilleri tamamlamadan ameliyathaneye alıp geri çıkardınız” dedim. “Biz gereğini yapacağız” dediler. Normalde prosedür olarak ilk önce çocukları ameliyata alıyorlar sonra yetişkinleri çağırıyorlarmış. Ertesi sabah ilk benim ismim okundu. Yine heyecanla önlüğü giyip aynı şekilde ameliyathanenin yolunu tuttuk. Neyse ki kazasız belasız ameliyatım yapılmış oldu. Ameliyat sonrasında bana biraz daha ilgili davrandılar. Düzenli olarak kullandığım iğneyi sordular. Normalde iğneyi kendim yapıyordum. İğneyi temin ettiler ve hemşireler siz yapmayın, biz uygulama yapacağız dediler. Ameliyat sonrasında iki gün hastanede yattıktan sonra taburcu ettiler. Ameliyat sonrası hastanın dikkat edeceği şeylerin eğitimi verildi diye yine imzalar alındı. Oysa sorduğumuz sorulara bile zar zor cevap veriliyordu.
Hastane çıkışı ilaç almak için eczaneye uğradığımızda bir borç çıkmış ki sormayın. Öyle kolay mı ameliyat olmak! Eczacı sıraladı borç listesini. İlaç katılım, muayene katılım, reçete katılım, ilaç fiyat farkı adları altında devlet bizden almış da almış! Eline düşmüşüz bir kere öyle kolay bırakır mı? Bir de SGK’nın karşılamadığı ilaçlar için de para ödeyip çıktık. Biz çalışan işçilerden, her ay maaşımız daha cebimize girmeden SGK primi kesiliyor. Adım başı para ödedikten sonra SGK hastanelerinin ne anlamı kaldı ki. SGK hastanelerinde işçilerin, emekçilerin ücretsiz alması gereken sağlık hizmeti günden güne değişen prosedürlerle ücretli hale getiriliyor.
AKP hükümeti sağlıkta dönüşüm yaptık diyor! Artık sıra beklemek yok diyorlar ya, siz inanmayın. Haftalar öncesinden bile randevu almakta zorlanıyorsun. Randevu günün gelene kadar evde hasta bir şekilde bekliyorsun, üstüne üstlük hastanede sana verilen randevu saatinde genellikle doktorun odasına giremiyorsun. Vatandaşların artık daha kaliteli sağlık hizmeti aldıklarını iddia eden Başbakan Yıldırım’ın söylediklerini hatırlarsınız: “Acil servislere bayramda vatandaşlar gidiyorlarmış. Ne için gidiyorlarmış biliyor musunuz? Kız bakmaya gidiyorlarmış. Artık hastaneler o kadar şirin hale geldi ki, vatandaşlar oğullarını, kızlarını evlendirmek için acil servislere gidiyorlar, oralara yuvalar kurmak için ziyaretler yapıyorlar. Acil servisler artık sadece sağlık hizmeti vermiyor, yuva kurmak için de hizmet veriyor. İşte geldiğimiz nokta bu.”
Geldiğimiz noktayı ben bizzat gördüm! Durumun Binali Yıldırım’ın söylediği gibi olmadığı gerçeğini SGK hastanelerine bir kere bile giden gayet net görecektir. Her zaman olduğu gibi AKP’nin “müjdeleri” de propagandaları da yalan üzerine kurulu. Öncelik insan sağlığı değil, gelen her hastaya bir müşteri gözüyle bakılmaktadır. Haliyle ticarete dökülen hastaların sağlığı da büyük bir tehlike altındadır. Bu düzende nitelikli bir sağlık hizmeti almak neredeyse hayal gibidir.
Nitelikli ve ücretsiz sağlık hakkını kazanabilmek için mücadele etmemiz gerekir. Sağlıklı kalabilmek için de örgütlü olmamız şart. Her şeye rağmen yine de herkese sağlıklı ve mücadele dolu günler dilerim.
- Adres Doğru mu?
- Emekliler “AÇIZ” Diyor, Onları Kim Duyuyor?
- Geleceğimizi Kurmak İçin Birliğimizi Büyütelim
- “Asıl Haber Biziz Be Abla”
- Sağlık Çalışanlarına Sağlıksız Yemekler
- Sorunlar Mücadeleyle Çözülür
- İşyerinde “Paralı Eğitim!”
- Onların İnsafına Bırakmayalım!
- “Sana Ceza Veriyorum Tayfun!”
- Emekli Maaşı Ne Zaman Ödenecek?
- “Çalışanlarımıza Rapor Vermeyin!”
- “Kırtasiye Ürünleri İkinci Ele Düştü”
- Örgütlü Olmak ve Toplu İş Sözleşmeleri
- Alo 170: Yanlış Numara Çevirdiniz!
- Turgut Özal, Gökova Santrali ve Sonrası
- TÜİK Kimin Hizmetinde?
- Emekliler Sendika Kuramazmış!
- Sorumluluk Almadan Kazanım Elde Edemeyiz
- Topluma Fildişi Kulelerden Bakmak
- Mücadele Edenler Mutlaka Kazanır!
Son Eklenenler
- Vivident, Mentos gibi sakız ve şekerleme markalarının üreticisi olan Perfetti Van Melle’nin İstanbul/Kıraç’ta bulunan fabrikasında çalışan işçiler Tekgıda-İş Sendikasında örgütlenmiş, şirket yönetiminin sendika düşmanı tutum ve baskılarıyla...
- Sevgili işçi kardeşlerim, Rus yazar Tolstoy “acı duyabiliyorsan canlısın, başkasının acısını duyuyorsan insansın” der. Tolstoy’un bu ifadeleri özü itibariyle insanlaşmayı anlatır. İşçi sınıfı olarak, sömürücü efendilerden insanlık için insanlaşma...
- İşçilerin mücadele örgütü UİD-DER, sözünü İşçi Dayanışması’yla söylüyor. Kapitalist sömürüye, zorbalığa, ayrımcılığa, haksız savaşlara karşı işçi sınıfına sesleniyor ve diyor ki kurtuluş ellerinizde, birliğinizdedir.
- İşçi ve emekçiler pek çok ülkede 2024 yılını mücadeleyle kapattı, 2025’i mücadeleyle karşıladı. Kapitalist sömürü düzeninin yol açtığı sorunlar büyürken, buna karşı işçilerin mücadelesi ve dayanışması da güçleniyor. Emperyalist savaşın yayıldığı,...
- Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Aralık ayı yıllık enflasyonunu yüzde 44,38, 12 aylık ortalama enflasyonu ise yüzde 58,51 olarak açıkladı. Kamu emekçilerinin ve emeklilerin maaş artışında önemli bir faktör olan altı aylık enflasyon ise yüzde 15,75...
- Harb-İş Sendikası Eskişehir Şubesi, 3 Ocakta basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasında kamu işçilerinin toplu iş sözleşmesi (TİS) sürecine, TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarına ve Harb-İş üyesi işçilerin yaşadıkları ekonomik...
- İşçi Dayanışması yayınlandığı ilk günden bu güne biz işçilere kocaman bir sınıf olduğumuzu, yaşamlarımızın, sorunlarımızın ve çözüm yollarının ne kadar yakın olduğunu anlatmaya devam ediyor. Yazıların kaleme alınmasından görsellerin hazırlanmasına,...
- İstanbul Planlama Ajansının (İPA) Ekim ayı araştırmasına göre, İstanbul’da ortalama stres seviyesi 10 üzerinden 6,9 çıktı. Aslında bu veri sadece İstanbul’u yansıtmıyor. Mersin olsun, İstanbul olsun hiç fark etmiyor: Stres seviyemiz artıyor,...
- Sevgili işçi kardeşlerim, başlıktaki sözlere gelmeden meramımın tamamını anlatmak için 6 ay geriye gitmem gerekiyor. Mayıs ayının son haftasında iki azı dişime kanal tedavisi için Dokuz Eylül Üniversitesi diş bölümüne randevu alarak gitmiştim. İki...
- “Zeytinyağlı yiyemem aman/ basma da fistan giyemem aman…” Kütahya ya da Bursa yöresine ait olduğu düşünülen bu türkü düğünlerde, keyifli eş dost toplantılarında hep bir ağızdan söylenir. Hatta eğlenceli ritmi karşılıklı oynamaya da teşvik eder....
- Hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı korkunç boyutlara ulaştı. Emekçiler olarak temel ihtiyaçlarımız olan barınma, beslenme gibi ihtiyaçlarımızı karşılamakta zorlanıyoruz. Aldığımız maaşlarla kirayı mı ödeyelim, karnımızı mı doyuralım diye kara kara...
- Kapitalist sistemde yaşıyoruz ve bu sistemin yol açtığı büyük-küçük pek çok sorunla boğuşuyoruz. Peki sorunlarımızı çözmek için ne yapıyoruz? Örneğin pek çoğumuzun ailesinde çocuk, hasta, yaşlı ya da engelli olduğu için bakıma muhtaç yakınlarımız...
- İşçi Dayanışması çıktığında her birimiz ilk görüşte etkilendiğimiz yazıyı seçiyoruz. Neden etkilendiğimizi, yazının bizi nasıl etkilediğini, neyi düşünmemizi sağladığını anlatıyoruz birbirimize. Bu yazıyı herhangi bir arkadaşımıza nasıl ve neden...