Buradasınız
Yeni Eğitim Yılı: Emekçi Aileleri Neler Bekliyor?

Yeni eğitim yılının başlamasıyla işçi ailelerinde kayıt, alışveriş telaşı da başladı. Ekonomik krizin zamlarla kendini iyice hissettirdiği bugünlerde eğitim masrafları çok daha fazla artmış durumda. Ama iş masraflarla da bitmiyor. Eğitim sisteminin yap-boz tahtasına dönüştürülmesi ve eğitimin niteliğinin, kalitesinin her geçen yıl belirgin bir şekilde düşmesi işçi ailelerinin canını en az işin maddi boyutu kadar yakıyor. Evlerine konuk olduğumuz emekçi kadınlarla eğitim sisteminin sorunları, okul masrafları, toplumun yapay temelde ayrıştırılmasının okullardaki sonuçları üzerine sohbet ettik. Ortak kaygıların ve sorunların dile getirildiği bu sohbetlerde bozuk düzende sağlam çark olamayacağını bir kez daha görmüş olduk. Aşağıda yazı dizimizin birinci kısmını yayınlıyoruz.
Devlet okulu içinde “özel” sınıflar!
Ortaokul, çocuklar için yeni bir başlangıç demek. Okul değişiyor, sınıf arkadaşları ve öğretmenler değişiyor. Çocuklar ve aileleri için heyecan verici olması gereken bu başlangıç işçi aileleri ve çocukları için stres ve kaygı anlamına geliyor. Çocukları ortaokula başlayacak olan emekçi kadınlara kayıt sırasında yaşadıklarını soruyoruz. İstanbul’un Sancaktepe ilçesinde, Nurcan ve Pınar çocuklarını aynı okula kaydettirmişler. Sıradan bir devlet okulu burası. Ancak Nurcan ve Pınar’ın anlattıkları bu sıradan devlet okulunun kendi içinde nasıl bir ticarethaneye dönüştüğünü gösteriyor. Bazı aileler 1000 lira kayıt parası vererek özel sınıflara kaydettirmişler çocuklarını. Peki, neymiş bu “özel” sınıfların farkı? Nurcan şöyle anlatıyor: “Özel sınıflarda İngilizce ders saati diğer sınıflardan fazla olacak. Bunu yapabilmek için de Beden, Müzik ve Resim derslerini kaldırıyorlar. Bu derslerin olduğu saatler İngilizce ile doldurulacak. Ayrıca sınıflar 30, en fazla 34 kişilik olacak. Diğer sınıfların ise 45-50’yi bulacağını söyledi idare. İngilizce kitapları da farklı olacak. Dışarıdan 350 liraya kitap seti alacağız.” Çocuklarının bir nebze olsun nefes alabileceği, yeteneklerini ortaya çıkarabileceği dersleri kaldırma pahasına neden bu özel sınıfları tercih ettiklerini soruyoruz. Nurcan “Biliyorum, bunun adı devlet okulunda paralı eğitim. Ama öyle bir sistem ki bu, seni mecbur bırakıyorlar. Biz çocuklarımızın dil öğrenmesini istiyoruz. Dışarıdan özel ders aldıramayız çünkü bütçemiz yetmez. Çocukların Beden, Müzik ve Resim derslerine de ihtiyacı var biliyoruz. Bu da bir eksiklik aslında. Ama iyi bir eğitim almaları için mecburen bunlardan vazgeçtik” diyor. Pınar da çocukların sürekli ders çalışmaktan nefes alacak zaman bulamayacaklarından tedirgin olduğunu belirtiyor.
Çocuğunu aynı okula kaydettiren Nilay ise bu “özel” sınıfların ailelere getirdiği maddi yük bir tarafa çocuğa yarar değil zarar getireceğine inanıyor: “Okul içinde özel sınıf ne demek! İyi bir eğitim almak için ekstra para veriyorsun ama çocuk için gerekli derslerden feragat ediyorsun. Resim ne kadar önemli mesela. Çocuğun hayal gücünü geliştiren bir ders. Bu kesilir mi? Beden dersi ne kadar önemli çocuğun fiziksel gelişimi için. İngilizceyi öğrenip öğrenemeyeceği, öğrendiğini yarın ne kadar kullanabileceği belli değil. Ama bir resim yapar, hayal gücü gelişir. Öyle çocuklar var ki sorunlarını resim yaparak ya da şarkı söyleyerek anlatıyor. Sen bunun önüne geçiyorsun.”
Çocuklarımızı asosyalleştiriyoruz
Çocuklarının geleceği için iyi bir eğitimin şart olduğunu dile getiren aileler bunun ancak daha çok ders çalışmakla sağlanabileceğini düşünüyorlar. Rekabetin alabildiğine körüklendiği, bitmeyen bir yarış halinin olduğu okullarda gelecek kaygısı, aileleri çocuklarını sürekli baskı altında tutmaya itiyor. Bu nedenle de çocuklarını sosyal aktivitelerden, sosyal ve kültürel alanlardan uzaklaştırıyorlar. Çünkü bunlar için ayıracak zamanları yok! Büyük kızı 8. sınıfa geçen, küçük kızı ise ortaokula başlayacak olan Gülcan da istemediği halde aynı şeyi yapmaya mecbur kaldığını anlatıyor: “Okul dönemi çok sıkıntılı oluyor. Sınav dönemleri ayrı bir sorun. Sürekli bir yarış, stres halindeyiz. Çatışma yaşıyoruz çocuklarımızla. Sürekli yarış hali çocukları da sıkıyor. Ben isterdim ki çocuğum ders dışında bir enstrüman çalsın, bir resim kursuna gitsin ama bir taraftan kursa verirsem derslerini etkiler mi diye düşünüyorum. Mesela küçük kızım atletizme yetenekli. Ama zaman kalmıyor. Sosyal aktivitelere katmamız durumunda dersler için yeterince zamanı olmayacak. Mecburen kısıtlıyoruz onları. Çocuklarımızı asosyalleştiriyoruz.”
Hani eğitim parasızdı?
Ülkeyi yönetenler eğitimin parasız olduğunu söyleyedursun bütün işçi ailelerinin ortak sorunu okul masrafları. Sadece okullar açılırken yapılan masraflar değil söz konusu olan. Kayıt sırasında verilen paranın yanı sıra bütün eğitim yılı boyunca türlü türlü gerekçelerle sürekli para isteniyor kendilerinden. Nurcan bu konuda yaşadıkları sıkıntıyı şöyle anlatıyor: “Devlet okulları bir nevi ticarethane olmuş durumda. Devlet ödenek vermiyor, okullar her şeyi velilerin sırtından çözmeye çalışıyorlar. Okul giderleri velilerden alınan paralardan, gezi gibi şeylerde toplanan paralardan karşılanıyor. Parasız olan tek şey kitaplar. Onlar da bir işe yaramıyor zaten, her seferinde ek kitap almak zorunda kalıyoruz.” Pınar alıyor sonra sözü: “Oğlum ilkokuldayken de benzer sıkıntılar yaşadık. Gönüllülük temelinde olması gereken bağış, aidat adı altında zorunlu olarak alınıyor kayıt sırasında. Müfredat dışı ek kitaplar almak zorunda kaldık. Kermes yapıyorlar mesela, zorla para topluyorlar. Sorsan zorunlu değilsin ama öyle şeyler söylüyorlar ki bir süre sonra kendini vermek zorunda hissediyorsun.”
Aysel de ancak parası olanın iyi bir eğitim alabildiğini ifade ediyor: “Sınıflar berbat, okullar berbat. Her şeyi cebimizden ödüyoruz. Eğitimde eşitlik olmalı. Parası olan okuyor, olmayan okuyamıyor. Fakirin çocuğu zenginin çocuğuyla yarışamıyor. Her ne kadar çocuğun zeki de olsa imkân olmayınca bir işe yaramıyor. Paran varsa yaşıyorsun, paran varsa çocuğunu iyi okutabiliyorsun, düzen böyle. Çocuklar sadece gel-git yapıyorlar, eğitimin içi boşaltıldı. İktidar müfredatı kendi bakış açısına göre belirliyor.”
Gülcan bu yıla kadar bir tekstil atölyesinde yarım gün çalışarak bir yandan evini geçindirmeye, diğer yandan çocuklarının eğitimiyle ilgilenmeye çalışmış. Bu çabaya bir de evin işleri eklenince hem fiziksel olarak hem de manevi olarak çok yıpranmış. Bu yıl ihtiyacı olduğu halde çalışmamaya karar vermiş. Eve giren paranın azalması ister istemez masrafları olabildiğince kısmasına neden olmuş: “Kıyafetler çok pahalı. Bir tişört 30 lira, pantolon 45 lira. Her birine üç tişört, bir pantolon alacağım. İki pantolon alamıyorum çünkü iki çocuk okutuyorum. Her hafta yıkayıp ütüleyeceğim. Süveter, hırka vs. almıyorum bile. Üç tişört bir pantolon 135 lira tutuyor. Daha bunun ayakkabısı var, kırtasiye malzemeleri var. Boya kalemlerini ayrı ayrı almayacağım mesela, ortak kullansınlar diyorum. Yani kısabildiğimiz her yerden kısacağız. Milli Eğitim’in verdiği kitaplar yetersiz, ek kitap alacağız. Öğretmenler ek kitapları zorunlu tutmuyor ama yetersiz olduğu için almak zorunda kalıyoruz zaten. Milli Eğitim’in verdiği kitapların içeriği boş, çocuk bir şey alamıyor o kitaplardan. Bir de servis masrafımız olacak. Geçen yıl en kısa mesafe için 180 liraydı servis ücreti. Bu sene ne olur, bilmiyorum. Ama iki çocuk için en az 400 lira vermem gerekecek. Büyük kızım bu sene LYS’ye gireceği için dershaneye göndereceğim. Yıllık 3500 lira vereceğiz. Ama küçük kızımı gönderemiyorum.”
Ne “özel” sınıfa ne de bir özel kursa maddi gücü yetmeyen aileler genellikle belediyelere ait kültür merkezlerinde verilen ücretsiz kurslara gönderiyorlar çocuklarını. Nilay da geçen sene oğlunu göndermiş içinde bin bir tereddütle. “Bir saatlik özel ders 200-250 liradan başlıyor. Yok artık öyle 50’ye, 100’e ders. Kültür merkezleri var, oralara gidiyor çocuklar. Geçen yıl oğlumu ücretsiz diye ben de gönderdim. Ama orada nasıl bir eğitim veriliyor emin değiliz. Bizim aldığımız kitapların yaprakları birkaç gün sonra dökülmeye başlıyor. Ama orada belediyenin tanıtım kitapları çok kaliteli kâğıda basılmış. Peynir ekmek gibi dağıtıyorlar çocuklara. Bu parayı nereden buluyorlar? Ücretsiz diye gönderiyoruz ama velileri açılışlara, toplantılara gitmek zorunda bırakıyorlar. Sürekli mesajlar geliyordu bununla ilgili. Bir gün seçim toplantısı olur, bir gün belediye başkanının katılacağı bilmem ne daveti olur. Yetmiyor evlere bildiriler dağıtılıyor. Direkt reddedemiyorsun çünkü çocuğun oraya gidiyor. Ben çalıştığımı bahane edip zamanım olmadığını söylemiştim de öyle gitmemiştim.”
Öğretmenin iyisi kötüsü mü olur?
Aysel’in iki çocuğu var okula giden. Süreç içinde eğitimin daha da kötüleştiğini anlatıyor: “Eğitim daha paralı hale geldi, zorlaştı. Çocuklar okullara yerleşemediği için özel okullara gidiyorlar. İyi bir okul yok, eğitimden eskisi gibi haz almıyor çocuklarımız. Çocuğunun geleceği olsun istiyorsun, çabalıyorsun, varını yoğunu döküyorsun ama sistem sorunlu olduğu için istediğimiz sonucu elde edemiyoruz. Ne olacaksa olsun deme noktasına geldik. Artık çocuğumuzun üstüne düşüp dersleri konusunda titizlik göstermiyoruz, nasılsa gideceği yer belli. Köklü bir değişiklik yapılmalı, sınav sistemi değiştirilmeli. Artık öğretmenler de sallıyor. İyi öğretmen, kötü öğretmen var şimdi. İyi öğretmene göndermek için ekstra kayıt parası ödüyorsun, orada da yığılma oluyor. Öğretmenin iyisi kötüsü mü olur, öğretmen öğretmendir.” Aysel’in söylediklerini destekleyecek şeyleri diğer kadınlar da ifade ediyorlar. Mesela Nurcan eğitimin artık öğretmenlerin vicdanına kaldığını söylüyor. Eski kuşak öğretmenlerin daha iyi olduğunu, yeni öğretmenlerinse birikimli olmadığını dile getiriyor.
Sistem biz öğretmenleri velilerle karşı karşıya getiriyor
Hem bir veli hem de bir sınıf öğretmeni olan Çağla’ya kadınların bu şikâyetleri ile ilgili ne düşündüğünü soruyoruz. Sorumuza kendi oğlundan örnek vererek cevap veriyor: “Oğlum bu yıl LGS’ye girdi. Okulda görmedikleri konularla ilgili sorular da vardı sınavda çıkan.” Sonra müfredatla ve Bakanlığın verdiği kitaplarla neden yetinemediklerini anlatıyor: “Bir öğretmen sadece müfredata bağlı kalarak ders anlatırsa çocuğun gireceği bursluluk sınavı, lise yerleştirme sınavı gibi sınavlarda karşısına çözemeyeceği sorular çıkar. Hatta bildiği halde çözemez bazı soruları. Bazı öğretmenler müfredat dışında bir şey vermiyorlar. Aslına bakarsanız “doğru” olanı yapıyorlar çünkü başka türlü yapmaları yasak! Ama bu öğretmenler “kötü” öğretmenler oluyor işte. Kaynak kitaplarda çocukların girebileceği sınavlarda çıkan bütün soruların konuları anlatılıyor. O yüzden bazı öğretmenler kaynak kitaplara başvuruyor. Bizi de velilerle karşı karşıya getiren sorunların başında bu geliyor. Müfredatla çocukların karşısına çıkan sınav soruları arasında uyumsuzluk var. Ayrıca şunu da belirteyim. LGS’den önce MEB örnek sorular yayınladı. Bütün kurslar, etütler çocukları ona göre hazırladılar. Ama sınavda çıkan soruların bunlarla bir ilgisi yoktu.”
Nurcan ise ilkokuldan başlayan test sisteminden şikâyet ediyor: “Bizim zamanımızda klasik eğitim vardı. Testleri ancak lisede çözmeye başlardık üniversite sınavına hazırlanmak için. Şimdi daha en baştan test sınavları oluyor çocuklar. Klasik sistemde çocuk en azından mantık yürütmeyi, yorumlamayı öğreniyordu. Test sisteminde ise hazırcılık var. Şıklar belli, sen birini seçiyorsun. Biraz göz aşinalığın olsa cevabı işaretleyiveriyorsun. Bir süre sonra da aklında hiçbir şey kalmıyor.”
Yap-boz tahtasına dönen sınav sistemi
TEOG’un iki gün içinde kaldırılarak yerine LGS’nin getirilmesi ve yerleştirmede yaşanan sıkıntılar çokça gündem oldu. Biz de emekçi annelere bu konuyu sorduk. Gülcan, kızı bu yıl sınava gireceği için tedirgin: “Sistem iyice karıştı. Sistemi insanlara doğru düzgün anlatmadılar, ne öğretmen biliyor ne de veliler. Kimse detaylı bilgiye sahip değildi sınava girerken. TEOG’dan memnun değildik ama ne yapacağımızı biliyorduk en azından.” Nurcan da Pınar da önlerinde daha 4 yıl olmasına rağmen şimdiden liseyle ilgili kaygılar yaşadıklarını belirtiyorlar. Nurcan “Eskiden çocuğumuz için tek kaygımız üniversiteye girip girememesi olurdu. Şimdi liseye bile yerleşemeyecek diye endişeleniyorsun” diyor. Pınar ise adrese dayalı yerleştirmeyle ilgili duyduğu kaygıyı ifade ediyor: “TEOG’un kaldırılması gündeme geldiğinde biz bu sene kalkmaz, şunun şurasında iki ay var çocukların sınava girmesine dedik. İki gün içinde hiç düşünmeden kaldırdılar. O çocukların psikolojisini düşünsene! Nasıl bir sınava gireceklerini, nasıl sorularla karşılaşacaklarını doğru düzgün bilemeden girdiler sınava. Bu yeni dönemde ne olacak, onun endişesi var bende. Yeni sistemde sınavsız girişlerde kontenjan dolu olduğu zaman bu çocuk nereye gidecek, endişeleniyoruz. İmam Hatip Lisesine gitmesini istemiyoruz mesela. Bir günde milyonlarca öğrenciyi ilgilendiren bir sınav sistemi nasıl bu kadar rahat değiştirilebiliyor anlamıyorum. Evet, önümüzde daha dört yıl var ve bu dört yılda kim bilir daha ne değişiklikler olur, çocuklarımız nasıl yıpratılır diye endişe ediyoruz.”
“Artık doktormuş, mühendismiş bunları kazanabilmesi çok zor”
Aysel sınav sisteminde değişikliğe bir başka açıdan tepkili: “Sınav sisteminin böyle birden bire değişimine biz de şaşırdık. Geçen yıl benim kızım 450 puanla liseye yerleşti. Bu yıl o okul adrese dayalı olduğu için nitelik aranmadan kayıtlar yapılıyor. Bizim çocuğumuz onca stres yaşadı, o kadar dershane parası verdik. Bu durumda bunların ne anlamı kaldı? Her şey son dakika değişiyor. Çocuklar kendini bir şeye hazırlıyor, pat diye son dakikada sistem değişiyor, her şey tepeden belirleniyor. Bize bir şey soran yok. Küçük çocuğumu meslek lisesine göndereceğim. Artık doktormuş, mühendismiş bunları kazanabilmesi çok zor. En azından bir meslek lisesine vereyim ki bir mesleği olsun diyorum. Bu hükümetle işler zaten çok zor.”
İtibar Onlara Yoksulluk Bize!
- Harb-İş İstanbul Şube Başkanı Yalçınkaya ile Söyleşi
- Dev Sağlık-İş Bursa Sorumlusu Alper Küçük ile KÇP Üzerine Söyleşi
- Grevci Tarkett İşçileri: “Birliğimizi Güç Haline Getirelim!
- Grevdeki MKB Rondo İşçileriyle Söyleşi
- Durak Tekstil İşçileriyle Söyleşi
- Bursa’dan Bir Özel Okul Öğretmeniyle Söyleşi
- Malatyalı Kadın Tekstil İşçisi İle Deprem ve Kadın İşçiler Üzerine Söyleşi
- Nilgün Soydan ile Kemal Türkler Söyleşisi
- Genel-İş İzmir 8 No’lu Şube Başkanı Gümüştekin ile Söyleşi
- İş Güvenliğimiz İçin 1 Mayıs’ta Sınıfımızın Saflarındayız
- Avukatlar Anlatıyor: Yasalar Yetmez, İşçi Sınıfını Örgütlülük Kurtarır
- Bir Afgan Göçmen İşçiyle Söyleşi: “Ölmek ya da Özgürce Yaşamak”
- Ekmekçioğulları İşçileri ve Anadolu Şube Başkanı Deniz Ilgan’la Direniş Üzerine
- Söz Hakları İçin Direnen Ekmekçioğulları İşçilerinde
- Trelleborg İşçileriyle Grev Üzerine Söyleşi
- Cargill İşçileriyle Sohbet
Son Eklenenler
- Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca adlı romanında Yaşar Kemal, sömürülenlerle sömürücüler arasındaki büyük çelişkiyi anlatır. “Çünkü” der, “sömüren güçlü azınlıkla, sömürülen ve güçsüz sanılan çoğunluk, her çağda vardı. Ama bu çelişki...
- İktidarın “Kamu Çerçeve Protokolü” sürecindeki tutumunu protesto etmek için yapılan bir eylemin ardından bir kadın işçi çevresindeki insanlara sordu: “Bu sene hiç kiraz yediniz mi?” Bu soruya evet diyen tek bir kişi çıkmadı. Kilosu 700 lirayı aşan...
- Mücadele örgütümüz UİD-DER’in saflarında yer almış her işçi kardeşimizden, çoğu zaman övgü dolu sözler duyarız. Bu sözler tesadüf değil, UİD-DER’in sınıf mücadelesinin tarihsel deneyimlerinden süzülüp gelen mücadele kültürünün bir sonucudur. Ben de...
- İstanbul Emek Barış ve Demokrasi Güçleri, 1 Eylül Dünya Barış Günü kapsamında 31 Ağustos Pazar günü Kadıköy’de bir miting düzenleyeceklerini duyurdu. Miting çağrısı, Mecidiyeköy’de bulunan Tüm Bel-Sen İstanbul Şube binasında 27 Ağustosta...
- Toplamda 6,5 milyon kamu emekçisi ve emeklisini ilgilendiren 8. Dönem Toplu Sözleşme görüşmelerinde, anlaşma sağlanamadı. Kamu İşveren Heyeti ile konfederasyonlar arasında görüşmeler çıkmaza girdiği için, süreç Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna...
- İzmir’den İstanbul’a belediye çalışanları, ücretlerinin geç veya eksik ödenmesi, tazminatlarının ve yan haklarının ödenmemesi nedeniyle çeşitli eylemler yapıyor. Evlerini geçindirmekte zorlanan emekçiler, alacaklarının bir an önce ödenmesini talep...
- 600 bin kamu işçisini ilgilendiren Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü (KÇP) süreci, kamu işçilerinin taleplerinin görmezden gelinerek sefalet zammına imza atılmasıyla sonuçlandı. Harb-İş İstanbul Şube Başkanı Murat Yalçınkaya ile Kartal...
- Grev yerindeki bir sohbet sırasında bir işçi kardeşimiz çocuğunun aşçılık bölümünü seçtiğini anlatırken bu durumun onu üzdüğünü şu sözlerle dile getirmişti: “Biz istedik ki bizim gibi işçi olmasın, mühendis olsun, doktor olsun, ezilmesin. Ama olmadı...
- Biz Gebze’den bir grup UİD-DER’li işçi olarak Omsa Metal direnişini ziyaret ettik. Direnişçi işçilerle sorunlarımız üzerine sohbet ettik.
- Kapitalist sistemin tarihsel krizi, siyasi iktidarın sermaye sınıfının çıkarlarına göre yürüttüğü politikalar biz emekçileri derinden etkiliyor. Açlık sınırı altında kalan sefalet ücretlerine mahkûm edilmiş durumdayız. Bizler insanız, sadece...
- Metal işkolunda grup toplu iş sözleşmesi yaklaşıyor. Bu sözleşme MESS ve metal işkolunda örgütlü bulunan Birleşik Metal-İş, Türk Metal ve Çelik-İş sendikaları arasında gerçekleşecek. Biz işçiler bir araya geldiğimizde futbol üzerine konuşur, sohbet...
- BM destekli Entegre Gıda Güvenliği Aşaması Sınıflandırması (IPC), Gazze’de yaklaşık 500 bin kişinin yaşadığı yerleşim bölgesinde kıtlık ilan etti. Gazze’de açlıktan ölenlerin sayısı her geçen gün artıyor. İsrail’in uyguladığı bu soykırımı protesto...
- Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu, taleplerini iletmek için 22 Ağustosta konfederasyon genel merkez binası önünde toplanarak Cumhurbaşkanlığına yürümek istedi. Kamu emekçilerinin yürüyüşü polis tarafından engellendi. Emekçiler sendika binası önünde...