Buradasınız
İşçi Sınıfı İçin Tek Yol Var: Birlik, Dayanışma Güven ve Cesaret!

Siyasi iktidarın sermaye politikaları nedeniyle işçi ve emekçilerin yaşadığı şok edici yoksullaşma devam ediyor. Cumhuriyet tarihinde ilk kez yedi yıl üst üste kişi başına gelirin azalması, Türkiye’nin dünyanın en büyük ekonomileri sıralamasında 16’dan 21’e gerilemesi ekonominin kötüleşmesi konusunda fikir verebilir. Ancak yoksullaşma dalgasının herkesi vurmadığını hemen belirtelim. Emekçiler yoksulluk uçurumundan tepetaklak yuvarlanırken, patronlar sınıfı ve siyasi iktidarın çevresi tıka basa tıkınıp palazlanıyor. Üstelik bankalar ve büyük şirketler Türkiye ekonomisi krizle sarsıldığı bir dönemde kâr rekorları kırıyor. Bu durum hem işçilerin çok daha fazla sömürüldüğünü hem de devlet kaynaklarının sınır tanımadan sermaye sınıfına aktarıldığını gösteriyor. Zenginlik dağı büyüyüp yoksulluk çukuru derinleştikçe, egemenler yalan ve ikiyüzlülükte de tüm sınırları aşıyorlar. Tepeden tırnağa yozlaşmış ve çürümüş iktidarlarını korumak için her türlü kötülüğe başvurmaktan, topluma kin ve nefret kusmaktan geri durmuyorlar. Fakat unutmayalım ki bir siyasi iktidarın veya düzenin Nemrutlaşarak topluma korku salması, onun güçlü olduğu anlamına gelmez. Zalimlerin gücü aslında emekçilerin örgütsüz, dağınık ve bölünmüş olmasından doğar.
Uzun zamandır yıkıcı hayat pahalılığını ve yoksullaşmayı inkâr eden siyasi iktidar, şimdi de “dünyada da benzer bir süreç var” diyerek sorunun kendisinden kaynaklanmadığı algısı yaratmaya çalışıyor. Ukrayna’daki savaş ve Rusya’ya uygulanan yaptırımların tüm ülke ekonomilerini olumsuz etkilediği doğrudur. Enerjiden tahıla ürünlerin fiyatları yükseliyor, enflasyon artıyor, işçilerin alım gücü düşüyor. Rejim medyası yalan ve çarpıtma haberlerini inandırıcı kılmak için dünyada yükselen hayat pahalılığını sos olarak kullanıyor. ABD’de enflasyon oranının 40 yıl sonra yüzde 8,5’e, Almanya’da ise 30 yıl sonra yüzde 7,3’e çıkmasını ballandıra ballandıra veriyor. Batı’da enflasyonun nasıl rekor kırdığını anlatmaya pek meraklı rejim medyası, Türkiye’de yüzde 140’ı aşan gerçek enflasyon oranı hakkında tek laf etmiyor. Türkiye’deki gerçek enflasyon oranı ABD’dekinin 16, Almanya’dakinin ise 20 katıdır. TÜİK’in yüzde 61’lik uydurma enflasyon oranıyla bile Türkiye, dünyada en yüksek enflasyon sıralamasında Afrika ülkeleriyle birlikte tepeye güreşmektedir.
Gözlerinden ışıklar saçan Hazine ve Maliye Bakanı Nebati, enflasyonun Aralık ayında düşeceğini ve ona güvenmemizi söylüyor! “Bize güvenin” dedikçe emekçileri nasıl yolup yoksullaştırdıklarını ve ülkeyi nasıl uçuruma sürüklediklerini bildiğimiz için, Nebati’nin sözlerini üzerimize almıyoruz. Ama şu konunun altını kalınca çizelim: Enflasyonun düşmesi fiyatların geldiği düzeyden geri gitmesi ve ürünlerin ucuzlaması demek değildir. Çünkü enflasyon denen şey, malların genel düzeyinin yükselmesi, şişmesi ve bir önceki aya/yıla göre fiyatların oransal değişimidir. Yani enflasyonun düşmesi, ürünlerin fiyatlarındaki artış hızının düşmesi ama ürün fiyatlarının toplamda yükselmeye devam etmesidir. Fakat bu kadar pahalandıktan sonra yağın fiyatının yüzde 50 oranında değil de yüzde 30 oranında artması emekçilerin yaşadığı ekonomik yıkımı hafifletmez.
Ayrıca unutmamak lazım ki yüksek enflasyon, sermaye lehine uygulanan bir yoksullaştırma politikasıdır. Enflasyonla birlikte üretim sürecinde gerekli olan maddelerin maliyetlerinin arttığı doğrudur ama ürün fiyatları da aynı oranda artıyor. Fakat işçi ücretleri aynı oranda artmıyor ve böylece ürünler zamlanıp enflasyon patlarken reel işçi ücretleri düşüyor.Örneğin yüzde 140 düzeyine çıkan gerçek enflasyon, asgari ücret dâhil tüm ücretlerdeki artışı silip süpürmüştür. Bu yüzden emek (işgücü) maliyetleri ucuzluyor ve sermaye sınıfının işçilerin sırtından elde ettiği kâr miktarı yükseliyor. Keza resmi enflasyon oranı yüzde 61 olmasına rağmen, Merkez Bankası diğer bankalara yüzde 14 faizle kredi pompalıyor ve patronlar ucuz krediye boğuluyor. İstanbul Sanayi Odasının 28 Nisan tarihli toplantısında ucuz krediler hakkında konuşan Bakan Nebati, patronlara şöyle sesleniyor: “Siz istiyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde sizlere arz ediyoruz.” Türkiye’de iş adamı, iş kadını olmak “çok tatlı, çok güzel” diyen de bu Bakandı. Özetle enflasyon emekçileri vururken, başta ihracat şirketleri, bankalar, devletten dolar garantili ihale alan yandaşlar olmak üzere sermaye sınıfı kâr rekorları kırıyor.
Kapitalizmde tüm ülkelerde siyasi iktidarlar sermayenin çıkarlarını gözeterek politika oluştururlar. Hareket tarzlarını sermaye sınıfının önceliği belirler. Fakat Türkiye’deki siyasi iktidar, sermaye sınıfı ve özellikle yandaş sermaye lehine politika oluşturmada hiçbir sınır tanımıyor. Sonradan görmeliğin şekillendirdiği kapitalist açgözlülükle devlet kaynakları yağmalanıyor ve doğa talan ediliyor. Tarikatlardan yandaş sermaye gruplarına kadar iktidar çevresi 20 yıl içinde akıl almaz ölçüde zenginleşti, servet biriktirdi, mevki-makam sayesinde muazzam ayrıcalıklar elde etti. İşte bu yüzden iktidarı kaybetmekten ölesiye korkuyor, ülkeyi kaosa sürükleyecek politikaları devreye sokmaktan geri durmuyorlar.
Oy tabanı giderek eriyen tek adam rejimi, seçim yasasını değiştirerek her türlü hile-hurdaya zemin hazırlamıştır. 8 milyonu aşan işsizin, geleceksiz bırakılıp depresyona itilen genç kuşakların, hayat pahalılığı altında inleyen emekçilerin öfkesi açığa çıkmasın diye toplumu baskı altında tutuyor. Gezi Davasından daha önce beraat etmiş Osman Kavala’ya ömür boyu, 7 kişiye ise 18 yıl hapis cezası verilmesinin amacı toplumu korkutup sindirmektir. Rejim, toplumda ortak bir duygu birliği oluşmaması için durmaksızın siyasal gerilimi ve ayrımcılığı körüklüyor. Toplumu inanç, kültür, etnik kimlikler temelinde bölüp parçalamak için hamleler yapıyor. Mesela muhalefet partilerinin ortak zeminde hareket etmesini engellemek amacıyla Kürt düşmanlığını kışkırtıyor; 6 milyon insanın oyunu almış HDP’yi “terörist” olarak sunuyor. Muhalefet partileri ise bu tuzağa düşerek ve sinik bir siyaset izleyerek, iktidardan bıkıp usanan kitleler nezdinde alternatif ve inandırıcı olamıyorlar.
Rejimin baskıcı ve ayrıştırıcı uygulamalarından, muhalefetin çapsızlığı ve işçi sınıfının örgütsüz olmasından dolayı toplumda biriken tepki yeterince açığa çıkamıyor. Korkunç bir yoksullaşma yaşanmasına rağmen emekçiler örgütlü ve güçlü bir tepki veremiyor. Örgütsüzlük yalnızlığı, yalnızlık korku ve tepkisizliği besliyor. Bu durum bugünkü dönemin bir şekilde geride kalacağı beklentisinin oluşmasında ve insanın kendisini kandırmasında önemli bir rol oynuyor. Oysa nasıl ki sürekli baskı altında olan ve büyüyen sorunlarını içine atan bir kişi hastalanırsa, aynı durumdaki bir toplum da hastalanır. Fakat bu yıkıcı duruma teslim olmamalı, yan yana gelmeli, birlik ve dayanışmamızı güçlendirmeliyiz. Çünkü kendini yalnız, güvensiz ve çaresiz hisseden insan, toplumsal bir sürecin parçası olduğunda cesaret kazanır, içine itildiği yalnızlık duygusundan sıyrılmaya başlar. Öyleyse birbirimizden güç ve cesaret alarak işsizliğe, yoksulluğa, geleceksizliğe, baskı ve zorbalığa karşı çıkmalıyız. İki yıl sonra Türkiye’nin dört bir yanında yüz binlerce işçi ve emekçinin 1 Mayıs’ta meydanlara çıkmış olması çok önemlidir. Bu tablo, emeğin gücünü göstermekte, işçi ve emekçilere güven ve cesaret vermekte, umutları büyütmektedir.
- Söyleyecek Sözümüz, Verecek Hesapları Olmalı
- Gazze ve İnsanlığın Onur Mücadelesi
- Bizi Güçlü Kılan Birlik ve Dayanışmadır!
- Emekten Yana Bir Bilim İnsanı: Alice Hamilton
- Kölelerin İsyanı, Ücretli Kölelerin Gücü
- İşçi Dayanışması 208. Sayı Çıktı!
- Brecht ve İşçiler İçin Sanat
- Örgütlü Olamayan Ucuz İşgücü Olur
- Komşunun Evi Yanarken…
- İşçi Gençlik Patronların Kölesi Olmayacak
- On Depo Benzin İle Ölçülen Emek
- Yaşadığımız Çağın Sorumluluğunu Almak, Guido Gibi Olmak!
- “Greve Çıktık, Elimize Ne Geçti?”
- Sağlıksız Bir Sağlık Anlayışı
- Kim Bu Herkes?
- Zeytin Ağacına Bile Düşmanlar!
- Sorunlarımızı Aşmak İçin Birlik Olmaya İhtiyacımız Var!
- İşçi Dayanışması 207. Sayı Çıktı!
- Yıkanan Eller, Hayatları Kurtulan Anneler ve Geleceğimiz
- Mücadele Geleneğimizin İzinde: Bayrak Elden Ele
- Emekten Yana Bir Bilim İnsanı: Alice Hamilton
- Kölelerin İsyanı, Ücretli Kölelerin Gücü
- Komşunun Evi Yanarken…
- Yaşadığımız Çağın Sorumluluğunu Almak, Guido Gibi Olmak!
- “Greve Çıktık, Elimize Ne Geçti?”
- Kim Bu Herkes?
- Sorunlarımızı Aşmak İçin Birlik Olmaya İhtiyacımız Var!
- Yıkanan Eller, Hayatları Kurtulan Anneler ve Geleceğimiz
- Mücadele Geleneğimizin İzinde: Bayrak Elden Ele
- En Büyük Engelimiz Kapitalizmdir
- Grev Hakkımıza Sahip Çıkalım!
- Mücadele İçinde Dönüşenler: Derby’den 15-16 Haziran’a!
- Kurtuluş Ellerimizde, Örgütlü Gücümüzde!
- Sabırla, İnatla, İnançla: Sıra Bize de Gelecek!
- Tarihin Tekerleğini Geriye Çevirmek İsteyenler
- Kasırgalar Kimleri Vuruyor?
- ABD’den Türkiye’ye Ülkeyi Şirket Gibi Yönetenler
- Gençliğe Çağrı: Bize Kılavuz Gerek!
- Anna’nın Annesi ve Anneler Günü
- Baskılara, Zorbalığa, Sömürüye, Emperyalist Savaşa Karşı Umut Örgütlü Mücadelede!
Son Eklenenler
- Hatay’dan İstanbul’a emekçiler rant uğruna evlerinden, tarım arazilerinden, geçim kaynaklarından ediliyorlar. Hatay Samandağ’da gece vakti alınan acele kamulaştırma kararıyla arazilerine giren ve narenciye ağaçlarını söken iş makinelerini durduran...
- Türkiye’de sayıları 16 milyona yaklaşan emeklilerin büyük bölümü, açlık sınırının altında maaşlarla yaşamaya çalışıyor. Yaşlılık dönemlerini huzur içinde geçirmesi gereken emekliler; temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor, kiralarını ödeyemiyor,...
- Jack London’ın 1900’lü yılları resmettiği “Uçurum İnsanları” kitabını geçtiğimiz günlerde, arkadaşlarla birlikte okuduk. Yaşadığımız bazı şeyler nasıl da bu kitapta anlatılanları çağrıştırıyor.
- Hüzünlüsün, biraz durgun, biraz da dalgınsın kardeşim./ Evet ve tabii olmadan, hayat zor bizim için./ Her gün, günün en aydınlık, en sıcak, en soğuk, en kıpır kıpır saatinde/ Kapanmak dört duvar arasına, esaret saatlerine mahkum ve mecbur olmak...
- Siyasi iktidarın “aile yılı” ilan ettiği 2025’te nice ailenin ocağına ateş düştü, düşmeye de devam ediyor. Ocak ayında meydana gelen ve 78 kişinin hayatını kaybettiği Kartalkaya’daki otel yangını felaketiyle başladı yeni yıl. Ama bu felaket ne ilkti...
- Bombalarla yerle bir edilen Gazze’de artık ne sokak kaldı ne okul ne hastane… Ölüm çok, açlık derin… Açlığın ne olduğunu bilenler, “Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin” der. Çünkü açlık, insanın canının yavaş yavaş çekilmesidir, gözünün gördüğüne...
- İzmir Gaziemir Serbest Bölgede üretim yapan Digel Tekstil fabrikasında, sendikalı çalışmak istedikleri için işten atılan 15 işçinin direnişi devam ediyor. 14 Ağustosta TEKSİF Ege Bölge Temsilciliğinde, direnişçi işçiler ve sendika temsilcileri bir...
- İsrail devleti, Filistin halkına yönelik saldırılarını sürdürerek savaşın alevlerini büyütmeye devam ediyor. Dünyanın dört bir yanındaki işçi ve emekçiler ise emperyalist savaşa karşı öfkelerini dile getiriyor, savaşın ortasında kalan sınıf...
- Toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan, üreten, hizmet sağlayan, zenginlikleri var eden biz değil miyiz? Aynı sorunlarla boğuşan biz değil miyiz? Çürümeden, yozlaşmadan kurtulmak, nefes almak isteyen biz değil miyiz? Birbirimize ihtiyaç duyan biz...
- KESK, Ağustos ayının ilk haftasında alternatif TİS masası kurarak 2026-2027 Toplu Sözleşmesinde kamu emekçilerinin taleplerini duyurdu. İktidarın ilk zam teklifini açıkladığı gün Çalışma Bakanlığı önünde açıklama yaparak teklifi protesto etti. 13...
- İsrail devleti Filistin halkına yönelik saldırılarını her geçen gün arttırıyor. Filistin halkı yalnızca bombalarla, kurşunlarla değil abluka nedeniyle açlıkla da mücadele ediyor. Bölgede gıdaya erişim neredeyse imkânsız hale geldi. Ancak İsrail...
- Sırbistan’da geçtiğimiz yıl Kasım ayında Novi Sad şehrindeki bir tren istasyonunda meydana gelen çökme sonucu 16 kişi hayatını kaybetmişti. Yolsuzluk ve ihmalin yol açtığı bu felaketin üzerinden 9 ay geçti, ancak öğrenciler ve işçilerin öfkesi...
- Geçtiğimiz ay Emekçi Kadın köşemizde, 1840’lı yıllarda Ignaz Semmelweis adlı genç bir doktorun annelerin hayatını kurtaran mücadelesine yer vermiştik. Zorluklara, engellere, baskılara rağmen doğru bildiği yolda yürüyerek kadınların ve bebeklerin...