Buradasınız
Avukat Mesut Badem ile İş Kazaları Üzerine
Ayrıca gerek web sitemizde gerekse İşçi Dayanışması bültenimizde iş kazası geçiren işçilerin haklarının neler olduğuna dönük yazılar da yayınlıyoruz. İş Hukuku üzerine çalışan avukatlarla yaptığımız röportajlarda; iş kazası geçiren işçilerin ne oranda dava açtığının, ne gibi sıkıntılarla karşılaştıklarının, yasaların ne ölçüde işçilerin yanında olduğunun, patronların iş kazası geçiren işçileri nasıl aldattığının ve yasal düzeyde neler yapılması gerektiğinin izini sürdük. Aşağıda, Mesut Badem ile yaptığımız röportajı yayınlıyoruz.
Derneğimiz UİD-DER’in “İş Kazaları Kader Değildir, İşçi Ölümlerini Durduralım” kampanyasını biliyorsunuz. İş hukuku avukatı olarak anlatacaklarınız, iş kazası geçiren işçilerin hukuksal süreci bakımından önemli. Öncelikle şunu sorarak başlayalım: İş kazası geçiren işçiler size hangi taleplerle geliyorlar, durumlarını nasıl anlatıyorlar?
Mesut Badem: Öncelikle iş kazası geçirmiş işçiler, kaza tarihinden çok sonra, bir hayli geç geliyorlar. İş kazası geçiren işçiler çoğunlukta aynı işyerinde çalışmaya devam ediyorlar. İşten atılma korkusu nedeniyle dava açmaktan kaçınıyorlar. Meselâ işçi birkaç yıl önce iş kazası geçirmiş ama şimdi dava açmak için geliyor. Neden? Çünkü işten atılmış. Şimdi haklarını aramak için, hukuki destek almak için geliyor. Ama daha önemlisi, iş kazası geçiren işçinin bir avukattan bilgi almasından önce gidip SGK’ya başvuru yapmasıdır. Ancak ne yazık ki işçiler bunu pek çok işyerinde yapmıyorlar. İşverenlerin de pek çoğu iş kazası olduğunu bildirmiyor. Oysa yasa iş kazası olması durumunda hem işçiye hem de işverene iş kazasını bildirme yükümlülüğü getiriyor. İşçi işinden atılma korkusuyla, kötü niyetli işverenler ise “nasıl olsa olay örtbas edilir” düşüncesiyle bildirimde bulunmuyorlar.
Çoğu işçi gerçekten hukuki açıdan da hakkını aramıyor. Dolayısıyla iş kazası olduğunda SGK bundan bihaber oluyor. Öyle olunca gereken kaza soruşturması, hazırlanması gereken raporlar hazır olmuyor. Dolayısıyla biz aradan yıllar geçtikten sonra iş kazası bildiriminde bulunuyoruz. SGK, önce bunun iş kazası olup olmadığına ilişkin bir tespit çalışması yapıyor. Eğer deliller karatılmışsa o konuda sıkıntı yaşıyoruz. Eğer şahitler varsa, doktor raporları varsa, bunlar durumu açıkça ortaya koyuyorsa işimiz biraz kolaylaşıyor. Geç de olsa, güç de olsa davayı sonuca götürüyoruz. Esas mesele hangi taleplerle geldiklerinden ziyade ne zaman geldikleridir. Tabii ki mağduriyetlerini giderecek maddi ve manevi bir tazminat elde edilebilir mi diye bilgi alıyorlar. Ama geç gelmeleri işçiler için bir sorun teşkil ediyor.
İş kazası geçirmiş işçiler, mağduriyetlerinin giderilmesini istiyorlar. Ama bu haksızlığın hesabını sormak da istiyorlar.
Bu kararlılıkla gelen işçiler daha çok belli bir deneyimi olan, en azından belli bir sendikal deneyimden geçen işçilerdir. Bilinçli işçiler açısından sorun sadece maddi-manevi bir tazminat değil; aynı zamanda yaşadıkları haksızlıklara karşı durmak, hesap sormak ve bedel ödetmek düşüncesi oluyor. Ama Türkiye’de işçilerin çoğunluğunun sendikal anlamda örgütsüz olduğunu göz önünde tutarsak, ekonomik talepleri ile aynı zamanda demokratik talepleri için de mücadele eden işçiler çok sınırlı. İstatistik olarak söyleyemesek de karşılaştığımız olayları oranladığımızda gördüğümüz tablo bu.
İşçiler ne oranda dava açıyorlar, iş kazası davaları yaygın mı?
Türkiye’de gerçek kaza oranı bilinmediği için iş kazalarının istatistiklere yansıyandan çok çok daha yüksek olduğunu tahmin ediyoruz, çevremizden duyup biliyoruz. Çoğu durumda bildirimde bulunulmuyor ve birçoğu hakkında da dava açılmıyor. Ama bir şekilde SGK’ya bildirimde bulunulmuşsa ve işçi de bir dönem sonra o işyeriyle bağını kesmişse çoğunlukla dava açıyor. Tabi bu davalarla ilgili 10 yıllık bir zaman aşımı süresi var. O süreyi geçirmemiş olmaları gerekiyor. Çoğunlukla 10 yılı geçirmeden çoğu dava açıyor. Elbette SGK’ya bildirimde bulunanlar için bu davaları açabiliyoruz.
Dava açılıyor, peki, bu dava süreci nasıl ilerliyor, işçilerin önüne ne tür prosedürler, engeller çıkıyor?
Eğer SGK tarafından iş kazasına ilişkin bir tetkik soruşturması sonunda hazırlanan bir rapor varsa, olayın bir iş kazası olduğunun tespit edilmiş olması gerekir. Kazanın oluş şeklinin değerlendirilmiş olması gerekir. İş kazasında işverenin kusurunun, varsa işçinin kusurunun, SGK tarafından tespit edilmiş olması gerekir. Bu hem iş kazası tespiti hem de varsa maluliyet oranının belirlenmesi için yapılan bir çalışmadır. Bu sonuçlanmadan dava açmış olsak da sonuca gidilmiyor. Çünkü bu çalışma sonucu iş kazası olmadığı söylenebiliyor. Maluliyet olsa bile SGK tarafından tespit edilmemişse dava başka tarafa doğru gidiyor. Örneğin iş kazası olduğunu kanıtlamak için iş kazası tespit davası açmak zorunda kalıyoruz. “Maluliyet yoktur” diye karar verilmişse, maluliyet vardır diye dava açmak gerekiyor. Maluliyet olduğunu ispatlamaya çalışıyoruz. Yani ilk başta SGK tarafından o prosedürün tamamlanması gerekiyor. Yani bu tespitin olmadığı dosyalar uzun sürüyor. Genellikle kaza tahkikatı bir-iki sene sürüyor. Karmaşık bir iş olmamasına rağmen SGK bu işi uzun bir süreye yayıyor, müfettiş yetersizliği gibi gerekçelerle bu işi süründürüyor açıkçası. Dolayısıyla bu işleri elden takip etmek gerekiyor. Takip edilmezse süre çok uzayabiliyor, deliller karartıldığında kaza geçirmiş işçi, delil sunmak zorunda bırakılıyor.
İş kazası durumunda patronların tutumu nasıl oluyor?
Eğer iş kazası olduğunu kabul etmişlerse başlangıçta tedavi giderlerini karşılarlar. Zaten sigortalı çalışanların masrafını sigorta karşılıyor. Ekstra özel bir ameliyat gerekiyorsa bazen bunları karşılarlar. Bütün diğer mağduriyetlerin de giderileceğini söylerler. Ama ötelemeye çalışırlar. “Nasılsa bu unutulur, çalışırken dava açmaz” düşüncesiyle ötelerler. Çoğunlukla öyle olur zaten.
Dava süreçlerinde patronların başka türlü oynadıkları oyunlar var mı?
Meselâ davadan vazgeçirmeye çalışırlar. İşçinin gerçekte hukuki süreçte elde edebileceği haklardan çok daha az bir kısmını teklif ederek davadan vazgeçmesini sağlamaya çalışırlar. “Zaten daha fazlasını elde edemezsin” derler. Bir de iş kazası geçirmiş işçinin çalışamadığı için paraya ihtiyacı olduğu gerçeğiyle kabul ettirmeye çalışırlar. Bu şekilde işçinin davadan feragat etmesini sağlamaya, davayı bitirmeye çalışırlar.
Yasalar iş kazasında işçiyi yeterince koruyor mu?
Yeterince koruduğu söylenemez tabii ki. Korusa, zaten bu kadar iş kazası, bu kadar mağdur olmaz. İş kazalarını engelleyecek iş güvenliği tedbirleri alınmıyor. Uygulanıp uygulanmadığı denetlenmiyor. Bu anlamda sadece işverenler sorumlu değil, aynı zamanda siyasi iktidar da sorumludur. SGK’nın da sorumluluğu vardır. İş kazası oluşmasını engelleyecek tedbirlerin alınması, iş kazası olduktan sonra bunun tespiti, maluliyetin belirlenmesi, gerekli denetimlerin ve çalışmaların yapılması yeterli olmadığı için iş kazaları ve mağduriyetler her gün biraz daha artıyor. Dolayısıyla yasaların yeteri kadar koruduğunu söyleyemeyiz. Ama dava açıldıktan sonra, işçinin bir şekilde tazminatını alması sağlanabiliyor.
İş kazası geçiren bir işçinin işyerindeki işçi arkadaşları o anda ne yapmalı, nasıl tutum almalılar?
İş kazasına ilişkin somut delilleri belirlemek, ileride delil karartılmasını engellemek en acil olarak yapılması gerekenlerdir. Ardından SGK’ya iş kazası bildiriminde bulunmak ve eğer diyelim bir makine arızasından, işverenin kusurundan, tedbirsizliğinden kaynaklanıyorsa buna ilişkin delilleri somutlaştırmak yapabilecekleri en iyi şey. Çünkü işverenler delilleri karartmaya yönelik olağanüstü çaba sarf ediyorlar. Kimi durumlarda ender de olsa tespit davaları açarak, işyerinde inceleme yaparak delileri toplama yoluna gidebiliyoruz.
Bir de işçilerin dava sürecinde yapabilecekleri var, öyle değil mi?
Elbette, işçilerin birbirlerine şahitlik yapması önemlidir. En büyük görev, olayın oluş şekli, iş güvenliği tedbiri alınıp alınmadığı, işveren kusuru olup olmadığı konusunda vicdani kanaatlerine uygun tanıklık yapmalarıdır.
Peki, o işyerinde bir iş kazası yaşanmışsa bu, orada çalışan diğer işçilerin canlarının da tehlikede olduğunu göstermez mi?
Tabii, hatta iş kazasının olduğu işyerinde çalışan işçiler “bir ay önce de oldu” gibi şeyler söylüyorlar. Parmakları kopuyor, kolları kopuyor, bacakları kopuyor. “Bir ay önce de olmuştu” demek bu kazaların rutin hale geldiğini gösteriyor. İşveren de, orada çalışan işçiler de adeta bu iş kazalarını kanıksamışlar. Özellikle sendikalı olmayan işyerlerinde çok yaygın bir durum.
Ölen işçilerin ailelerinin dava açmaya dönük yaklaşımları nasıl?
Bize başvuran aileler zaten bu niyetle başvuruyorlar. Ama yaklaşımlarının yeterince kapsamlı olduğunu söyleyemeyiz. Daha ziyade maddi olarak “ne çıkar?” diye düşünüyorlar. Çünkü mağdurun kendisinin bu olayı hissedişiyle, ailelerin hissedişi aynı olmuyor. Genellikle yakınları “olmuş bitmiş artık bu iş” gözüyle bakıyorlar. Nasıl bir tazminat alınabilir kısmıyla ilgileniyorlar. Ama bazıları da üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, işin maddi boyutuyla ilgili olmayıp, özellikle hesap sormak için dava açıyorlar. Hiç değilse yasaların sağladığı olanaklar çerçevesinde işverene hesap sorma isteğiyle dava açıyorlar. Örneğin bazı aileler, manevi tazminat oranını uygulamada elde edebileceğimiz miktarlardan çok daha yüksek miktarlar isteyerek dava açmak isteyebiliyorlar. “Benim amacım burada işverene bedel ödetmek, hesap sormak. Masrafı ne olursa olsun ben en yüksek talepte bulunmak istiyorum. Burada asıl amacımız para değil, olabildiğince ağır bedel ödetmek” diyenler de oluyor.
Bir ailenin değil de birkaç ailenin bir araya gelerek dava açması, dava sürecini nasıl etkiliyor?
Teknik olarak bir etkisi olmuyor. Yani her dava bağımsız olarak açılır. Her dava kendi başına bir dava dosyası olarak ele alınır, yürütülür. Ama elbette ki olaya dikkat çekmek, bazen mahkemelerin de daha fazla farkında olmasını sağlamak, vicdani kanaatlerin işçi lehine geçmesini sağlamak bakımından elbette faydalıdır. Bir de kendi aralarındaki dayanışmayı güçlendiren bir şey bu durum. O süreci birlikte yaşadıkları için hukuki anlamda da takibini birlikte yapmak, ailelerin arasındaki dayanışmayı dışarıda da sürdüren bir şey olduğu için faydalı oluyor.
Davutpaşa’daki patlamada ölen işçilerin aileleri örgütlendiler. 5 yıl sonra Zeytinburnu Belediye Başkanını da sanık sandalyesine oturtabildiler. Sizce bunda işçi ailelerinin örgütlenmesinin bir payı var mı?
Kesinlikle! İş kazası nedeniyle bir ceza-soruşturma davası açılmışsa dahi, bunlar o işyerinde daha alt kademede görevli olanlara açılıyor. Örneğin vardiya amiri ya da şef gibi görevlilere açılıyor. İş güvenliği tedbirlerini uygulamayan, iş kazasına veya ölüme neden olan kişiler onlarmış gibi. Hâlbuki onlar kendilerine sağlanan olanaklar çerçevesinde bu görevi yapabilecek, kendileri de ücretli olarak çalışan, dolayısıyla da bu yönden bire bir sorumlu tutulamayacak kişiler. Aslında doğrudan işverenin sorumlu tutulması gereken bir şey bu. Çünkü iş güvenliği tedbirini almak, uygulamak, belli bir bütçeyi, bu konuda belli bir işyeri politikasını gerektirir. Bu konuda karar verebilecek olan işverenin bizzat kendisidir. Ama onlar bu davalardan azade sayılırlar. Alt kademedeki çalışanlara dava açılır. Bu yanlış, bununla da mücadele ediyoruz. Çok istisnai davalarda, özellikle arkasını takip eden örgütlü bir güç varsa, işçilerin bu konuda olayı sahiplenen bir tutumları söz konusuysa, işverene de dava açıldığı oluyor. Ama çoğunlukla yine alt kademede çalışan insanlara dava açılıyor.
Bir de meslek hastalıkları var. Türkiye’de meslek hastalıklarından yılda 1 ya da 2 kişinin öldüğü söyleniyor. Kayıtlarda öyle geçiyor. Gerçekte durum nedir?
Gerçekte durum çok farklıdır. Onlarcası, yüzlercesi var. İstatistikler bu konuda yalan söyler. Bir kere meslek hastalığı olduğunu tespit ettirebilmeniz için kırk dereden su getirmenizi isterler. Yok, meslek hastalıkları hastanesinden heyet raporu alacaksın, rapor SGK incelemesinden geçecek. Çoğunlukla da kurum “meslek hastalığı değil” der. Yüksek Sağlık Kurumu’na itiraz edersiniz. O da “yok” der. Bazen meslek hastalığı olduğunu kabul eder ama “maluliyet yoktur” der. Meslek hastalıkları, iş kazalarına göre Türkiye’de daha üstü örtülen bir alan. Meslek hastalığını ispatlayabilmek çok daha güçleştirilmiş; hem mevzuatta, hem uygulamada. Sanki dışarıdaki hayatında olmuş gibi. Meselâ, özellikle bel fıtığı gibi kas ve sinir sistemi hastalıklarında bunun meslekten kaynaklandığını ispatlamak çok daha zor. Hele bir de önce iş kazası sonra meslek hastalığı şeklinde gelişen, yani iş kazasının tetiklediği meslek hastalığı olaylarında işimiz daha zor oluyor. İstatistikler hiçbir şekilde bu konuda doğru söylemiyor.
Bu zorluklardan biri de hatta en temel olanı da bunun tanımı. Meslek hastalıklarına yakalanan bir işçiye hayatını devam ettirebilmesi için yeterli güvence sağlanıyor mu?
Eğer meslek hastalığına yakalandığı ve bunun sonucunda bir işgücü kaybının, maluliyetinin olduğu kesinleşirse, maluliyet oranı %10’un altında olmamak koşuluyla kurum tarafından sürekli iş göremezlik ödeneği bağlanır. Ücret, sigortalı olduğu dönemdeki ücret ve sosyal hakları baz alınarak hesaplanır, bağlanır. Ama çoğunda meslek hastalığı olduğu dâhi kabul edilmez.
Bu sıkıntı neden kaynaklanıyor? Tanımlanmayan ne kadar hastalık var?
En medyatik olanlarından biri kot taşlama işçilerinin çalıştığı alanla ilgili silikosiz idi. Mücadelelerin sonucunda bu hastalık kabul edildi. Ama örneğin bu kas ve sinir sistemi hastalıklarında, meselâ otomotiv sektöründe çalışan işçilerde daha çok görülür. Direksiyon simidi dikerler, elle deri kaplama yapmak için çalışırlar. Benzeri işlerde çalışanlarda sıklıkla görülür. Kas ve sinir tahribi oluşur sonuçta ve 5, 10 yıl bu işi sürekli yapan, yoğun bir mesaiyle çalışan arkadaşlarda çok görülür. Ama bunun meslek hastalığı olduğunun ispatı çok güç oluyor. Yani önce meslek hastalıkları hastanesinden heyet raporu almanız gerekiyor. Bu kesin kanıt olarak görülmüyor. Tekrar SGK sağlık kurulu tarafından inceleniyor. Yüksek Sağlık Kurulundan geçmesi gerekiyor. O da “yok” derse adli tıbba ya da üniversite ana bilim dalı başkanlıklarına kadar işin götürülmesi gerekiyor. Meslek hastalığı olduğunu bir an için kabul etseler dahi “maluliyet yoktur” dediklerinde o zaman maddi tazminat çıkmıyor. Maddi tazminat çıkmadığında manevi tazminatı da mahkemeler vicdani kanaatleri ölçüsünde, çok cüzi oranlarda miktarlara hükmedebiliyorlar. 2, 3 bin lira gibi rakamlara hükmediyorlar. O zaman da işçi bunun için dava açmaya gerek görmüyor. İşçi uğraştığıyla kalıyor. Dolayısıyla meslek hastalığı olup olmadığının tespiti ve bundan doğan maluliyetin giderilmesi için hukuki destek almaları belki iş kazası davalarına göre çok daha gerekli. Onu kendi başlarına götürebilmeleri çok daha güç görünüyor.
Meslek hastalığı nedeniyle dava açmak isteyen işçiler var mı? Ne yoğunlukta?
Elbette var ve giderek artıyor. Bu yönde bir bilinç gelişmeye başladı sanırım. Çoğu bunun meslek hastalığı olduğunu kendisi de bilmiyordu belki. Ama yavaş yavaş bu tür bir bilinç yayılıyor. Örneğin üniversite hastanelerinde tetkiklerini yapıyorlar, raporlarını alıyorlar. Onlarla geliyorlar. “Benim böyle bir rahatsızlığım var, ne yapabilirim?” diye yardım istiyorlar. Bazılarıysa biliyor, doğrudan meslek hastalıkları hastanesinde tetkiklerini yaptırıyorlar, raporlarını alıyorlar vs. Ama iş kazalarına ilişkin başvurularla kıyasladığımda onun onda biri gibi. Meslek hastalıkları konusundaki bilinç hâlâ çok zayıf!
Geçmişe göre artışın sebebini neye bağlıyorsunuz?
İşçiler birbirlerinden öğreniyorlar, duyuyorlar. Bir fabrikada birisi bununla ilgili dava açmış, bir prosedür izlemiş. Diğer çalışan da ne yapabileceğini ondan öğreniyor. Bundan kaynaklı diye düşünüyorum. Bir de bazıları için artık daha hissedilir sonuçları oluyor. Yaşamsal fonksiyonlarını etkilemeye başlayınca bir çözüm arıyor. Hani biz belki toplum olarak hastalıklarımızı çok önemsemeyiz. Ama bunlar aynı işi yaparken daha fazla rahatsızlık verince belki de bunun zorlamasıyla, ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Bunun meslek hastalığı olabileceğini çevrelerinden öğrenebiliyorlar veya doktorlar tarafından uyarılıyorlar bu konuda. Buna göre gelip başvuru yapabiliyorlar.
Peki, iş kazası geçiren bir işçinin nasıl bir yol izlemesi gerekir?
Önce derhal Sosyal Güvenlik Kurumu’na ne zaman, nerede, ne şekilde iş kazası geçirdiklerine dair bir bildirimde bulunsunlar. Taleplerini, şikâyetlerini derhal bildirsinler. Keza o iş kazasına sebep olan hususlarda delillerin karartılabileceğine, örneğin makine arızasının sonradan giderilebileceğine dair kaygılar güdüyorlarsa buna ilişkin mümkün olduğu kadar tespit niteliğinde çalışmalar yapsınlar. Arkadaşlarıyla tutanaklar düzenleyebilirler. Şahitlerini bu konuda güvence altına almaya çalışabilirler, tespit davası açabilirler, fotoğraf çekebilirler vs. Bunları yapmaları başlangıçta gereklidir. İşveren tarafından mağduriyetini gidermek için bir çaba gösterilmiyorsa, hukuki süreci başlatmalarını öneririm. Hem kaza tahkikat çalışmasının uzun sürmesi nedeniyle hem mahkemelerin iş yoğunluğu nedeniyle bu tür davaların uzun sürdüğünü söyleyebiliriz diğerlerine nazaran. Dolayısıyla o süreci başlatmaları gerekiyor.
İşyerlerinde iş kazalarını önlemeye yönelik iş güvenliği tedbirleri alınması için taleplerini işverenlere dayatmaları, yani sorunun kökten çözümüne dönük adımları atmaları, dolayısıyla örgütlenmeleri esastır. Çünkü olay olduktan sonra onun mağduriyetini giderecek “tazminat” alma çalışmaları yapılıyor. İşveren açısından bu parasal bir bedel ve onun diyetini öyle ödemiş gibi varsayıyor. Ama işçi, sağlığından ve geleceğinden oluyor. İş güvencesini kaybediyor. Aslında gerçek anlamda bu bedelin bir tazmini olmuyor. Dolayısıyla sorunu yaratan koşulları ortadan kaldırmak asıl gereken! İş güvenliği tedbirinin hangi konularda alınması gerekiyorsa, işçi çalışırken bunu pekâlâ görebilir. Bu konuda taleplerini dayatmaları gerekiyor. Örneğin, kimi işverenler bez eldiven veriyor, bir işe yaramayacak hatta bazen iş kazasında daha fazla zarar görmesine yol açabilecek malzemeler veriyorlar. Bunun yerine gerçekten sağlam, kullanılabilir, iş güvenliğine uygun eldiven ya da gerekli malzeme ne ise onun verilmesi, iş güvenliği tedbiri neyse bunun alınması için zorlamaları gerekiyor. Bu da tabi ki işçilerin işyerinde dayanışma içerisinde örgütlü davranmalarıyla olabilecek bir şey. Çünkü işçi tek başına söylediğinde kapı dışarı ediyor işveren.
Yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası hakkında ne dersiniz?
Nasıl uygulanacağı en önemli sorun olacak ama bu haliyle aslında çalışma hayatında pek de kolay uygulanabilecek gibi görünmüyor. Kâğıt üzerinde işverenlere ağır yaptırımlar getiriyor gibi görünüyor. Aslında yeni düzenleme ile iş kazalarından kaynaklanan cezai sorumluluk doğrudan işverene değil işveren tarafından istihdamı zorunlu kılınan iş güvenliği mühendisine/personele yıkılıyor. Ayrıca bu personelin iş verene karşı kusurları oranında hukuki sorumluluğunu da gerektirecek, yani iş verenin rücu davası açarak iş güvenliği uzmanından/personelinden istemesine imkan yaratan bir özellik barındırıyor.
Ağır yaptırımlar var mı gerçekten? Yasa kâğıt üzerinde dört dörtlük ama icra etmeye gelince böyle mi oluyor?
Türkiye standartları açısından diyorum, işverenlerin cephesinden bakınca öyle çok ağır yaptırımlar değil. Bu zamana kadar uygulanan yasalara göre kâğıt üzerinde biraz daha işçi sağlığı ve iş güvenliğini sağlamaya yönelik tedbirler alınıyor görünüyor. Ama bunun nasıl uygulanacağı, bir keyfiyet olup olmayacağı henüz görebileceğimiz bir şey değil. Ama Türkiye’de nasıl uygulanacağını az çok geçmiş deneyimlerimize bakarak yorumlayabilir, tahmin edebiliriz. Bir de küçük ölçekli işyerleriyle büyük, orta ölçekli işyerleriyle aynı koşulları dayatmak aslında baştan uygulama kabiliyetini de zorlaştıran bir şey. Aslolan bence SGK’nın denetim görevini yapması, yasal düzenlemeler yapmaktan ziyade SGK’nın bu konuda daha işler bir kurum haline gelmesini sağlamak, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin yerinde uygulanmasını denetlemek, uygulanmıyorsa da kaza olmadan önce bu konuda ağır bedeller ödetebilmek.
Bir avukat olarak UİD-DER’in başlattığı kampanya ile ilgili olarak ne düşünüyorsunuz? Neler söylemek istersiniz? Nasıl destekleyebilirsiniz?
Arkadaşlar, bunu söylediklerinde gerçekten sevindim. Çünkü bu büyük bir toplumsal kesimi ilgilendiren bir konu. Çünkü sadece kaza geçireni değil, onun ailesini, yakınlarını ilgilendiren ve hatta kaza dışında kalan diğer işçileri de ilgilendiren bir konu. Toplumun hemen hemen tüm kesimlerini ilgilendiren bir konu. Gerek bilinç yaratılması gerekse hak ve hukuk mücadelesinin yürütülmesinde bu alanda çok boşluk var. Aslında kampanyalar, bir bilinç yaratmak açısından anlamlı fakat bunu kalıcılaştıracak kurumlara ihtiyaç var. İşçiler açısından hem bilgi hem de destek alabileceği kurumsal aygıtlar yaratmaya ihtiyaç var. Bunları yaratabilecek çalışmalar başlatılırsa biz de bilgimiz, olanaklarımız, mesleğimiz kapsamında her şeyi yapmaya hazırız. Çünkü tek tek başvuru yapıldığında elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz ama ya başvuru yapamayanlar? O açıdan belki internet kanalıyla ya da başka olanaklarla olabilir ama sorunu yaşayanların doğrudan başvurabilecekleri herhangi bir bedel, karşılık talep edilmeksizin bilgi ve destek alabilecekleri kurumsal araçların yaratılması lazım. Belki bunlar sendikalar olmalıydı. Ama olamadıkları ya da yeterli olmadıkları açık. Dolayısıyla bunu örgütleyen demokratik kitle örgütlerine, kurumlara, derneklere ihtiyaç var. UİD-DER’in de bu alan yoğunlaşması bu açıdan çok olumlu.
Asgari Ücrete Büyük Zam: %4!
- Toplu Konut Değil, Toplu Mezar!
- Örgütlenmeye İhtiyacımız Var
- Kâr Hırsı Doğayı ve İşçileri Katlediyor
- Gençlerimiz Ölmeye Devam Ediyor
- Kocaeli’de “MESEM’e ve Çocuk İşçiliğine Son”Eylemi
- Sağlıksız ve Kötü Çalışma Koşullarına Karşı Birleşelim
- Mesleki Eğitim mi Kâr Hırsı mı?
- Hayatımızı Değiştirecek Parolayı Unutmayalım!
- Gizli Açlık Tehlikesi Büyüyor
- Biz Mücadele Edersek Her Şey Düzelir!
- Hasköy Sanayi Sitesinden Sonra Şimdi Sıra Kimde?
- Ya Beni İşten Atarlarsa?
- İSG-SEN Ankara’da Siyah Baret Eylemi Yaptı
- Patronların Prestiji Yangın Riskinden Daha Önemli
- “El Cerrahisi 7/24 Yanınızda”
- Yangından Haberimiz Bile Olmadı!
- TMO Silosundan Fabrikalara Patlamalar ve Yangınlar Ne Anlatıyor?
- Aşırı Sıcaklar İşçi Sağlığı ve Güvenliğini Tehdit Ediyor
- Teknoloji Çağındayız Ama İşçiler Çalışırken Ölüyor!
- Örgütsüzlüğümüzün Bedeli: Artan İş Cinayetleri
- Grevci Tarkett İşçileri: “Birliğimizi Güç Haline Getirelim!
- Grevdeki MKB Rondo İşçileriyle Söyleşi
- Durak Tekstil İşçileriyle Söyleşi
- Bursa’dan Bir Özel Okul Öğretmeniyle Söyleşi
- Malatyalı Kadın Tekstil İşçisi İle Deprem ve Kadın İşçiler Üzerine Söyleşi
- Nilgün Soydan ile Kemal Türkler Söyleşisi
- Genel-İş İzmir 8 No’lu Şube Başkanı Gümüştekin ile Söyleşi
- İş Güvenliğimiz İçin 1 Mayıs’ta Sınıfımızın Saflarındayız
- Avukatlar Anlatıyor: Yasalar Yetmez, İşçi Sınıfını Örgütlülük Kurtarır
- Bir Afgan Göçmen İşçiyle Söyleşi: “Ölmek ya da Özgürce Yaşamak”
- Ekmekçioğulları İşçileri ve Anadolu Şube Başkanı Deniz Ilgan’la Direniş Üzerine
- Söz Hakları İçin Direnen Ekmekçioğulları İşçilerinde
- Trelleborg İşçileriyle Grev Üzerine Söyleşi
- Cargill İşçileriyle Sohbet
Son Eklenenler
- DİSK 24-27 Aralık tarihleri arasında bölge temsilciliklerinin olduğu şehirlerdeki vergi daireleri önlerinde, Ankara’da Hazine ve Maliye Bakanlığı önünde “İnsanca Ücret Vergide Adalet” talebiyle basın açıklamaları gerçekleştirdi. İşyerlerinde...
- Bir an için zifiri karanlıkta kaldığımızı düşünelim. Yanımızı yöremizi görememenin huzursuzluğuyla korkuya kapılırdık. Ne yazık ki bugün milyonlarca işçi ve emekçi yüreğinde benzer bir korku taşıyor. Çünkü dünyamıza egemen olan kapitalist düzende,...
- İşçi Dayanışması’nın 197. sayısında, Emekçi Gençlik köşemizdeki “Yaşadım Diyebilmek İçin” yazısında şöyle deniyordu: “Öyle bir zamandan geçiyoruz ki her geçen gün daha fazla sayıda genç arkadaşımızın kendine “en güzel yıllarım bu mu?” diye sorduğunu...
- Merhaba, ben Polonez işçisiyim. Daha doğrusu işçisiydim. Direnişimizin 163. günündeyiz, son 21 gündür direnişimizi Çatalca Adliye Sarayı önünde yürütüyoruz. Geçenlerde bir gazeteci arkadaşımız “2025’ten beklentiniz nedir?” diye bir soru sordu. “...
- Sendikalı, sendikasız, hatta sigortasız çalıştırılan işçi kardeşlerim, her yılın son ayında hepimizin kulak kesildiği asgari ücret tiyatrosu başlar. Bu sene de aynı şekilde adeta bir tiyatro izledik. Sınıf temelinde örgütlü mücadelenin bir parçası...
- Yıllar önce fabrika önlerine gidip işçi kardeşlerimize vardiya çıkışlarında İşçi Dayanışması’nı ulaştırıyorduk. Bu fabrikalar arasında sendikalı olan da vardı olmayan da. Amacımız sendikalı ya da sendikasız olsun fabrikalardaki işçi kardeşlerimize...
- Kocaeli’de Gebze Organize Sanayi Bölgesinde üretim yapan Betek Boya (Filli Boya) işçileri Petrol-İş Sendikası Gebze Şubesinde örgütlendiler. Çoğunluğu sağlayarak yetki belgesini alan sendika, toplu sözleşme görüşmeleri için haftalardır patrona çağrı...
- 24 Aralıkta Balıkesir’de ZSR A.Ş’de meydana gelen patlamada 11 işçi hayatını kaybetti. Katledilen işçilerin kimi henüz hayatının baharında fidan, kimi ana, kimi babaydı. Hepsi bir ananın evladıydı. Patlamanın ardından şirket internet sitesinde...
- Birleşik Metal-İş’in Aralık ayında grev kararı aldığı işletmelerden beşincisi olan Green Transfo Energy’de 25 Aralıkta grev başladı. Kocaeli Çayırova’da bulunan fabrikada çalışan 263 işçi, “sefalet ücreti dayatmasına boyun eğmiyoruz” diyerek şalteri...
- Siyasi iktidar ve sermaye sınıfı temsilcileri, 2025 yılı için belirledikleri asgari ücreti düzenledikleri ortak toplantıyla açıkladılar. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Yönetim Kurulu Başkanı Özgür Burak Akkol ve Çalışma ve Sosyal...
- 11 fabrikada 2 bin işçiyi kapsayan toplu sözleşme görüşmelerinde metal işçilerinin MESS’e cevabı grev olmuş, Birleşik Metal-İş Sendikası, 4 Aralıkta Hitachi Energy’nin 4 fabrikasında, 13 Aralıkta Grid Solutions ve Schneider Elektrik fabrikalarında...
- Balıkesir’in Karesi ilçesinde bulunan ZSR A.Ş. mühimmat fabrikasında 24 Aralıkta sabah saatlerinde meydana gelen patlama sonucu 11 işçi hayatını kaybederken 3 işçi yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Mühimmat, av, spor ve ses fişeği gibi patlayıcılar...
- Merhabalar dostlar. Yaklaşık 9 yıldır iş güvenliği uzmanı olarak çalışıyorum. Aslında yapmamız gereken çok daha fazla şey varken yasalar, yönetmelikler, patronların baskıları ve işçilerin canını umursamamaları nedeniyle temel olarak yapabildiğimiz...