Buradasınız
Gebzeli İşçiler: Hayatın Güzelliklerine Hep Uzaktan Bakıyoruz

Büyük organize sanayi bölgelerinin, yüzlerce fabrikanın bulunduğu Gebze’nin sokak ve caddelerinde, haftanın her gününde, günün her saatinde işçi servislerini görmek mümkün. Gebzeli işçiler adeta gecelerini gündüzlerine katarak çalışıyorlar. Düşük ücretler işçileri daha fazla mesai yapmaya zorluyor. Peki, bu koşullarda işçiler dinlenmeye, ailelerine, sevdiklerine, sosyal yaşamlarına vakit ayırabiliyorlar mı? Farklı sektörlerde çalışan kadın ve erkek işçilere sorduk.
“Fabrikalardaki çalışma şartları bizi yaşamdan koparıyor!”
Abdullah (metal işçisi): Benim sosyal hayat deyince aklıma ilk gelen piknik yapmak, sinemaya gitmek, ailenle birlikte zaman geçirmek oluyor. Mesela doğayla iç içe olmak geliyor. İnsanın sağlıklı olması çok önemli, beden sağlığı kadar ruh sağlığı da çok gerekli. Ama çoğunluğumuz doğadan kopuk yaşıyoruz, her yer beton, rant ve kâr için her şeyin altını üstüne getirdiler, gidecek doğru düzgün bir alanımız da kalmıyor. Bu durum sağlığımızı çok etkiliyor.
Ben genelde boş zamanımı televizyon izleyerek geçiriyorum, aile dostlarımla birlikte bazen piknik yaparak geçiriyorum. Bunun dışında çok fazla bir şey de yapamıyorum. Bunu yapmaya imkânlar el vermiyor. En büyük engel de hayat pahalılığı ve üç kuruş parayla çalışmam. Kira, faturalar, mutfak harcamaları derken elde avuçta bir şey kalmıyor. Kalan parayla yapılabilecekler çok sınırlı, ayda yılda bir eşimle sinemaya zor gidiyoruz.
Fabrikadaki çalışma şartları da sosyal yaşamdan bizi koparıyor. En büyük sorunlardan biri vardiyalı çalışmak. Vücudumuz bu çalışma düzeninden dolayı kendine gelemiyor. İşten eve geldiğimde bitik oluyorum. Hele bir de gece vardiyası var ya, bunu ortaya çıkarana lanet olsun! Gece vardiyasında ruh gibi oluyorsun, kendine gelmen zaten zor oluyor, tembelleşiyorsun. Bir de tabi mesailer var. Mesailere kalmak zorundasın. Ne yapalım, aldığımız para az olunca biz de mesailere kalmak zorunda oluyoruz. Ama sürekli mesailer de canımızı çok sıkıyor artık.
Kendine zaman ayırmak, imkânlardan yararlanmak, gezmek, yeni yerler görmek, kendine bir şeyler katmak bizim de hakkımız ama bunu bize çok görüyorlar. Hayatımız çok sıradan gerçekten. Robota ya da bilgisayar programına benziyor. Ama bunların üstesinden gelmemiz lazım. Bir araya gelip sohbet etmesek, faaliyetlere katılmasam herhalde ben de biterim.
“İnsanlar öncelikli olarak temel ihtiyaçlarını karşılamayı düşünüyorlar”
Fatma (Flormar direnişçisi): Yazları günler uzun olduğu için bir kaç arkadaş haftanın bir-iki günü çarşıda oturup vakit geçirebiliyorduk. Onun dışında pek de yapabildiğimiz bir şey yok. Hafta sonlarımız da temizlikle geçiyor. Örneğin benim ablam da çalışıyor. O da sürekli fazla mesai yapıyor. Fırsat bulduklarında çocuklarına zaman ayırmaya çalışıyorlar eşiyle birlikte. Hereke taraflarına pikniğe gidiyorlar ailece. Ancak bunu hafta sonları yapabiliyorlar çünkü bir taraftan da vardiyalı çalışıyorlar. Evli ve çocuklu olan insanlar öncelikli olarak temel ihtiyaçlarını karşılamayı düşünüyorlar. Kendilerine zaman ayırmak falan bunlar hiç akıllarına gelmiyor. Çocukların okulları, onların ihtiyaçları, onların masrafları bunlar ilk sırada geliyor. Sosyal hayat kimsenin aklına bile gelmiyor. Mesela sosyal hayat denince benim aklıma arkadaşlarla zaman geçirmek, çeşitli aktiviteler yapmak geliyor. Ama bu koşullarda nerde?
“Kadın olmak da sosyal hayatını etkiliyor”
Aylin (Flormar direnişçisi): Benim sosyal hayatım diye bir şeyim yok. Ailem evde olmayı, bir arada olmayı tercih ediyor. Kalabalık bir aile olduğumuz için gelen giden çok oluyor. Hafta sonları misafir ağırlamakla geçiyor. Mesela bugün arkadaşlar olarak bir araya geldik. Annem “geç kalma” dedi çıkarken. Ben sinemaya gidebiliyorum arkadaşlarımla. Ama bunu yaparken kadın olduğumuz için bize hep bir zaman sınırı konuluyor. Böyle olunca da yaptığın şeyden keyif almaya vaktin olmuyor. Bir bakmışsın eve gitmen için sana verilen süre dolmuş. İnsanın kendine zaman ayırmasında, boş vaktini değerlendirmesinde, kadın olmanın da çok etkisi var. Aileni zar zor ikna etsen çevre baskısı onları etkiliyor. Bu nedenle hep sınır çekiliyor ailen tarafından.
“Hayatın güzelliklerine hep uzaktan bakıyoruz”
Ayşe (Flormar direnişçisi): Üç vardiya şeklinde çalışan insanlar nasıl vakit bulacaklar ki? Örneğin benim ablam ve eşi üç vardiya çalışıyor. Birbirlerini görmüyorlar. Hafta sonları mesaiye gidiyorlar. 14-15 yıldır Gebze’de yaşıyorum. Eve giriş saatim 21.00’i geçemez. 21.15 olamaz. Sendikalaşma sürecine kadar ben çok evden çıkan bir insan değildim. Arkadaşlarımla bir yere gidemezdim. Ama şimdi video çekimi oluyor ya da direnişle ilgili bir durum oluyor. Eve geç gitmem gerekiyor. Eğer yanımda sendikadan biri varsa bunu sorun haline getirmiyorlar. Normalde beş dakika geç kalsam hemen ararlar. Bu durum sendikalaşmaya başladığımızdan, direnişe çıktığımızdan beri biraz değişmeye başladı. Biz hep çalışıyoruz. Güzel şeylere, hayatın güzelliklerine uzaktan bakıyoruz. Ben 33 yaşındayım. Hayatım boyunca sadece bir kez sinemaya gittim. Kadın işçi zaten işten yorgun argın eve geliyor. Kendine ayıracak zamanı yok zaten. Çocuğuna vakit ayırması gerekiyor. Çalışmaktan çocuğa nasıl zaman ayıracak ki? Bu nedenle pek çok kadın işçi artık çocuk sahibi olmaya soğuk bakıyor.
“En uzun çalışma saatleri olan ülke biziz!”
Hilal (metal işçisi): Güne her gün servis için 30 dakikalık bir yolu yürüyerek başlıyorum. Oldukça stresli ve hata kabul etmeyecek bir işte çalışıyorum. Haftanın üç günü 16 saatlik fazla mesailere kalıyorum. Her işçi gibi benim de aldığım maaş bana yetmiyor. Hafta sonları da fazla mesailer oluyor. Zaten çalışmaktan pek boş vaktim kalmıyor. Ben erken yaşta okulu bırakıp fabrikalarda çalışmaya başladım. Hasta bir annem var. Annem de benim gibi işçi. Biraz zamanım kalırsa eğer ona vakit ayırmaya çalışıyorum. Ailenle bir yerlere gitmek istesen benzin fiyatları almış başını gidiyor. O ayrı bir dert. Yani gitsen olmuyor gitmesen olmuyor. Benim de her işçi gibi kredi borçlarım var. Bakıyorum mesela OECD ülkeleri arasında en uzun çalışma saatleri olan bizleriz. Ne kendime ne de eşime vakit ayıramıyorum. Arkadaşlarımla bir şeyler yapmak istesem ancak vardiyalar denk gelirse iş çıkışında yapabiliyoruz. Çünkü sosyal hayatımız yok. Bunun olması için de zamanımız yok. Zaman olsa da para olmuyor.
Bakıyorum yaşadığım yerde Gebze’de yeterli bir yeşil alan yok. Ağaç yok, nefes alacak alan yok. AVM’ler var. Bunlar da şöyle stres atacağın kaliteli zaman geçirmek için uygun yerler değil.
“Yıllarca İstanbul’da yaşayıp Boğaz’ı görmeyen insanlar var!”
Şahin (genç bir metal işçisi): Ben kendi çalıştığım fabrikadan örnek verecek olursam iki vardiya çalışıyoruz. Bir hafta 10 saat, diğer hafta 14 saat çalışıyoruz. Ayın sadece iki pazarı evde kalabiliyorum onun dışında hep çalışıyoruz. İşten çıktığımızda sadece uyumak için vakit kalıyor bize. Yine de arkadaşlarım biraz vakit bulabiliyorlarsa en fazla evlerinin yakınındaki bir çocuk parkına gidip çocuklarıyla vakit geçirmeye çalışıyorlar. Bir sinemaya ya da tiyatroya gidemiyorlar. Sadece zaman sıkıntısından değil. Sinemaya gitmek lüks geliyor. Çalıştığımız işyerlerinde hepimiz fazla mesai yapmak zorunda kalıyoruz. Sonuçta bu insanın sağlığını, psikolojisini olumsuz yönde çok etkiliyor. Resmen insanın düşünme ve sorgulama yeteneğini kaybettiriyor. Yorgunluktan eve gittiğinde tek düşündüğün şey dinlenmek oluyor. Çevrende ne oluyor, dünyada ne olup bitiyor bunları görme, takip etme şansın olmuyor, pek çok işçinin durumu böyle. Ayrıca işyerinde bu aşırı çalışmalar nedeniyle insanların artık sinirleri de fazlasıyla yıprandığı için arkadaşlar arasında tartışmalar sürtüşmeler de yaşanıyor.
İnsanlar çok çalışmaktan, fazla mesailerden çocuklarının yüzlerini göremiyorlar. Böyle olunca da hafta sonunu mutlaka çocuklarına ayırmaları gerekiyor. Ama bunu da ya evde ya da eve yakın bir parkta yapıyorlar. Çocuklarını alıp şöyle gönül rahatlığıyla bir geziye gidemiyorlar. Yıllarca İstanbul’da yaşayıp bir kere Boğaz’ı görmemiş insanlar tanıyorum. Ben de dâhil. Yıllardır, 20 yılı aşkındır Gebze’de yaşıyorum. İstanbul çok yakın. Kız Kulesi’ni en fazla iki kez görmüşümdür. Galata’yı en fazla iki kere görmüşümdür.
14 saat çalışıyorum. 2 saat yolda geçiyor. İşe giderken yolda uyuyoruz. Kahvaltı yapmadan yola düşüyoruz. Mesela molalarda sorunlarımızı bir araya gelip konuşamıyoruz. Çünkü yorgunuz. Molalarda uyuyoruz. Bu da patronların işine geliyor. İnsanlar uzun saatler boyunca çalışmaktan o kadar yorulmuş ki. İşçilerin zaman geçirmek için gittikleri yerler AVM’ler oluyor. Onlar da dört duvar arası. Yani biz işçilerin ne yeteri kadar boş vakti ne de boş vakti olsa onu değerlendirebileceği kadar maddi imkânı var. Sonuç: sosyal hayat diye bir şey yok.
“İnsanların çoğu mutsuz”
Rahşan (metal işçisi): Bence işçilerin sosyal bir hayatı yok. Ekmek parası kazanmanın derdinde herkes. Kimseye aldığı maaş yetmiyor. Sosyal hayatı nasıl bulalım? Zaman yok, para yok. Çocuklarınla, eşinle bir yere gitsen en az 200 lira gidiyor. Eskiden ekmek aslanın ağzında derlerdi, şimdi midesinde. Ama bence bu hep böyle gitmez. Böyle bir yaşam olmaz.
Ben mesela gezileri, sinemayı en çok da tiyatroyu seviyorum. En son sinemaya gideli bir yıl olmuş. Vardiya düzeni, çalışma saatlerinin uzun olması, pazar mesaileri derken kendimize ait bir zamanımız kalmıyor. Üstelik sinemaya gideyim desem sadece kendim gidemem. Eşim, çocuklarım olmayınca nasıl gideyim? Sonuçta onlar da benim gibi işçi. Onların da ihtiyacı var bu tür şeylere. 4 kişilik hesap yapınca insan vazgeçiyor. Her şey maddiyata bakıyor. Kısacası para olmayınca sosyalleşemiyoruz.
Mesela şimdi en çok yapmak istediğim şey tiyatroya gitmek. Şimdi sohbet edince geldi aklıma. Tiyatronun tadı farklı. En son 21 yıl önce gitmişim. Çalışmak, hayat telaşı derken bunları unutmuşuz. Hep çalışmaya programlanmışız. Sabah git, akşam gel. Yemek, temizlik, çocukların yüzünü göremiyorum. Çalışıyorum çalışıyorum maaşı cebime koyamadan nereye gideceğini hesaplıyorum. Bunun adı yaşamak değil. Resmen köle gibiyiz. Ben de amma dertliymişim. Konuştukça ortaya çıktı. (Gülüyor)
Bakıyorum, çevremdeki herkes de benim gibi bir hayat sürüyor. İnsanların çoğu mutsuz. Çocuklarımızı alıp adam akıllı bir geziye gidemiyoruz. Mesela ben çocuklarımı alıp bir müzeye götüremedim. İsterim ki, bir sürü müze var, gidelim, çocuklarım da tarihlerini öğrensinler, görsünler. Kendimden örnek vereyim. Yıllardır burada yaşıyorum. Ama bir kere Topkapı Sarayına gidemedim mesela. Bunların hepsine ilgim var ama hep ekmekle yatıp faturayla kalkıyoruz. Gebze’de insanların zaman geçireceği düzgün yerler de yok. Bir AVM var bir de kent meydanı. Sosyalleşecek bir alan yok.
Biz bu şartlar altında çalışmaya, yaşamaya devam edersek bu hep böyle gider. Tabi hükümetle de alakası var. Çünkü işverenlerin yanında taraf oluyor. Ancak işçiler birbirine sahip çıkarsa, örgütlülük olursa her şey değişebilir.
- Adres Doğru mu?
- Emekliler “AÇIZ” Diyor, Onları Kim Duyuyor?
- Geleceğimizi Kurmak İçin Birliğimizi Büyütelim
- “Asıl Haber Biziz Be Abla”
- Sağlık Çalışanlarına Sağlıksız Yemekler
- Sorunlar Mücadeleyle Çözülür
- İşyerinde “Paralı Eğitim!”
- Onların İnsafına Bırakmayalım!
- “Sana Ceza Veriyorum Tayfun!”
- Emekli Maaşı Ne Zaman Ödenecek?
- “Çalışanlarımıza Rapor Vermeyin!”
- “Kırtasiye Ürünleri İkinci Ele Düştü”
- Örgütlü Olmak ve Toplu İş Sözleşmeleri
- Alo 170: Yanlış Numara Çevirdiniz!
- Turgut Özal, Gökova Santrali ve Sonrası
- TÜİK Kimin Hizmetinde?
- Emekliler Sendika Kuramazmış!
- Sorumluluk Almadan Kazanım Elde Edemeyiz
- Topluma Fildişi Kulelerden Bakmak
- Mücadele Edenler Mutlaka Kazanır!
Son Eklenenler
- Türkiye’de siyasal gelişmelerin hızlandığı, her bakımdan zorlu, her bakımdan ağır bir süreçten geçiyoruz. İşçi ve emekçiler, emekliler, gençler olarak enflasyonun hız kesmesini, hayat pahalılığının son bulmasını, geçim derdinin hafiflemesini...
- Sosyal medya platformlarında her gün yeni bir trend beliriyor, insanlar yeni bir akımın peşinden koşturuluyor. Dün “lokma dünyası”, yakın zamanda “Dubai çikolatası” peşinde koşan insanlar, yarın farklı bir yiyecek ya da akımla tüketim sarmalına...
- Toplumun itirazının güçlenmesi, işçi sınıfının kendi talepleriyle, kendi örgütleriyle, kendi mücadele yöntemleriyle sahneye çıkmasıyla mümkün olabilir. Bunun yolu işçi sınıfının sendikal ve siyasal örgütlülüğünün, bilinç düzeyinin ve dolayısıyla...
- Elizabeth Gaskell’in Kuzey ve Güney adlı romanını okumaya başlamadan önce, kitabı okuduğunu düşündüğüm birçok mücadele arkadaşımın yorumlarını almak istedim. Biri önce dört bölümlük dizisini izlememi tavsiye etti, bir diğeri uzun bir özet gönderdi....
- 19 Marttan bu yana başta gençler olmak üzere protestolara katılanları polis şiddetiyle gözaltına alan, tutuklayan, tehdit eden rejimin saldırıları giderek artıyor. Saldırılar karşısında geri adım atmayan ve faşist baskılara itirazını dersleri boykot...
- İngiltere’de işçi ve emekçiler, başkent Londra’da hükümet binalarının bulunduğu Whitehall sokaklarına çıktı. Endonezya’da emekçiler, kabul edilen Silahlı Kuvvetler yasasını protesto etmek için sokaklara döküldü. Arjantin’de iktidara gelir gelmez...
- İşçi sınıfının yanında saf tutan, kalemini yoksulların, emekçilerin hayatını ve özlemlerini anlatmak için kullanan nice yazar, şair ve aydın geçmiştir dünyamızdan. 2 Nisan 1948’de yaşamdan koparılan Sabahattin Ali de bunlardan biriydi.
- Sevgili işçi kardeşlerim, İşçi Dayanışması’nın 202. sayısında ve UİD-DER web sitesinde yayınlanan “Hüsrevlerin Değil Ferhatların Destanıdır Hatırlanan” yazısını okudum ve sesli yorumunu defalarca dinledim. Bu yazı, sınıf bilinciyle hareket eden...
- Sevgili işçi kardeşlerim, işçi sınıfının büyüklerinden kulağımıza küpe olan bir söz vardır: “Ayağın taşa değse, kapitalizmden bil!” Sınıf bilinçli işçiler olarak, temas ettiğimiz her işçi kardeşimize bu sömürü düzeninin hepimize nasıl dokunduğunu...
- Yeşiline sevdalandım/ Mavisine…/ Gülen gözlerinden süzülen ışıltıya/ Bir şiir/ Bir şiir yolumuzu açar belki
- 29 Martta CHP’nin çağrısıyla Maltepe’de bir araya gelen 2 milyonu aşkın işçi, emekçi, öğrenci, emekli; faşist saldırılara, polis şiddetine, baskı ve yasaklara, adaletsizliğe karşı “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz” diye haykırdı...
- Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), “Meydanlarda verdiğimiz demokrasi mücadelesini işyerlerine de taşıyoruz!” şiarıyla 28 Martta örgütlü olduğu işyerlerinde yarım gün iş bıraktı. Sabah saatlerinde işçiler işyerlerinde DİSK’in ortak...
- KESK İstanbul Şubeler Platformu, 26 Mart sabahı ev baskınıyla gözaltına alınan ve savcılık ifadesi dahi alınmadan çıkarıldığı mahkemede tutuklanan Eğitim Sen İstanbul Üniversitesi işyeri temsilcisi Levent Dölek ve tüm tutukluların serbest...