Buradasınız
Gelin Değil Helin!
Tuzla’dan bir işçi
Tedavi için sık sık gittiğim hastanede uzun burunlu biri dikkatimi çekmişti. Kimseyle konuşmuyor, bir köşede yalnız oturuyordu. Ben her karşılaştığımda selam veriyor, merhaba diyordum. Böylece artık karşılaştığımızda benim yanıma gelip oturmaya başladı. Birkaç ay selam alıp vermenin dışında hiç konuşmadı yine de. Sonraları ara sıra bir şeyler söylemeye başladı. Sonra ara sıra soru sormaya başladı. Bir gün oturduğu sandalyeyi benim oturduğum sandalyeye iyice yaklaştırdı, kulağıma iyice yaklaşarak sağa-sola baktıktan sonra Karadeniz şivesiyle, “sana bir şey diyeceğum, ama çimseye demeyeceksun” dedi. Ben de onun gibi Karadeniz şivesiyle, “uy tamam daa çimseye demeyeceğum” dedim. “Uy sen bizim oralı değilsun ama bizim gibi konuşaysun” dedi.
Oturduğu sandalyeyi iyice yanaştırarak, “ninem ben küçükken beni bir gün yanına çağırdı, uşağım biz Vanliymuşuk. Bizi Türkleştirmek için Of’a getirmişler. Rahmetli babam, amcam ve köyün erkekleri silahları alıp dağa kaçmış. Babamdan bir daha haber alınamadi, bulunmadi demişti. Ben ninemin bana anlattıklarıni senden başka kimseye demedum biliy misun? Sen çok akilli, iyi bir arkadaşsın. Sana güvendiğim için anlattım” dedi. Ben de “ninen yaşıyor mu diye” sordum. “He, yaşiy, doksan beş yaşında” demişti. Ninenin adı ne diye sormuştum. Nineme evde Gelin diyruz. Ama kimlikte Helin yaziy” demişti. Bu evde Gelin kimlikte Helin işini çok anlamamıştım. Bizim sohbetlerimiz haftada iki gün devam etti. İkimiz yavaş yavaş birçok meseleyi konuşur hale geldik. Göçü, savaşı, Ermenileri, Hıristiyanları, işçileri, patronları, en son Rumları ve Kürtleri konuşmaya başlamıştık. Arkadaşım Rumlara ve Kürtlere karşı kin ve nefretle doluydu. Bizim sohbetimiz ilerledikçe soruları da Rumlar ve Kürtler üzerine yoğunlaşmaya başlamıştı. Ben dilim döndükçe ne Rumların ne Kürtlerin ne de dünyanın başka bir bölgesindeki insanların bizim düşmanımız olduğunu, bu düşmanlığı isteyenlerin devletler ve patronlar olduğunu anlatıyordum. Arkadaşımın ninesi bizim sohbetimizde konuşan ve yürüyen tarih olmuştu. Biz Rumları konuşuyorduk, arkadaşım gidip ninesine anlatıyordu. Ninesi bir güzel bizim konuştuklarımıza bir sürü ek yapıyordu. Sözü her bittiğinde son lafı yine “ben saa anlattim, sen çimseye anlatma ha” oluyormuş. Bu böyle sürüp gidiyordu. Ama arkadaşımı milliyetçilik zehri öylesine zehirlemişti ki, Kürt ve yabancı düşmanlığı öyle kolay kolay temizleneceğe benzemiyordu. Zaten ben de bir anda bunların temizleneceğini düşünmüyordum.
Bir gün koşarak yanıma geldi, yaşadığı şeyleri bir solukta anlatmak istiyor gibiydi. Sandalyeyi iyice yakınıma çekti, başladı konuşmaya. “Ben Meis-Kaş arası yüzme yarışlarına katıldım. Bizu Yunaistan’a cötürdüler. Oyle çok kortum ki bizi öldürecekler dedum. Ama Yunanlı biri bize yemek ve çay ısmarladi. Elini uzattı, benimle tokalaştı. Hiç konuşmadık. Ama baa hiç düşman cibi bakmadi. Ha benden paşka Turk olanlar da vardi. Ha bi sor bakayım ne iş yapiymuş dedum. İnanmayacağsun, o da işçiymuş. Onlar da çay içiyler. Onlar da pazardan tomades filan âlilerdi. Onlar da bizüm cibi insanmışlar. Senin anlattiklerin doğruymuş biliy misun” diye tebessüm etti.
12 Haziran seçimlerine bir aydan az zaman kalmıştı. Bizim de gündemimize seçimler epey önceden girmişti. Fakat arkadaş hâlâ havada uçuşan vaatlerden, AKP’nin “Güçlü Millet”, CHP’nin “Aile Sigortası”, MHP’nin “Hilal Kart” yalanlarından ve hepsinin ortaklaştığı Kürt ve işçi-emekçi düşmanlığından etkileniyordu. Bense ona Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun adaylarını desteklemek ve oy vermek gerektiğini anlatıyordum. Benim arkadaş anlattıklarımı dinliyor fakat işin içinde Kürtler olduğu için bir türlü ikna olmuyordu. Ben çantamdan İşçi Dayanışması bültenini çıkartıp ona uzattım. Başlıkta büyük harflerle, “Patronların Oyununa Gelme, Düzen Partilerine Oy Verme!” yazıyordu. Masanın üzerine koydum. “Bu bülten senin, sen de okumalısın, ben düzen partilerine oy vermeyeceğim” dedim.
“İşçilerin, emekçilerin ve ezilen Kürt halkının temsilcisi olan Blok adaylarına oy vermelisin” demiştim. O, bir önünde duran İşçi Dayanışması bültenine bir bana bakıyordu. Şöyle iyice kulağımın dibine sokuldu, “ha şimdi sen Kütler bizim dostumuz diysun, öyle mi?” demişti. “Evet, aynen öyle diyorum. Sen de bir işçisin, patronların çıkarını güden partilere oy verme” dedim. Parmağını yazının üzerinde getirip götürerek yazıyı okuyordu. Birden parmağıyla bastırdığı yeri göstererek, “uy elim kırılsaydı da bunlara oy vermeseydim yaziy. Ben de her seçimden sonra böyle diyrum. Peki, ne yapacağız? Sana güveniyrum ama Kürtlere nasıl güveneceğimi bilmiyrum” diyerek kaygılı gözlerle bana bakmıştı. “Ben sana güveniyrum, ama nineme bir sormam lazım” demişti. Seçimlerden sonra uzun süre görüşemedik.
Geçen gün tesadüfen karşılaştık. Ben sormadan “senin dediklerin doğruymuş, ninem öyle dedi” diye başladı anlatmaya. “Ben oyumu senin dediğin adaya verdim. Adın neydi yine unuttum. Ama ninem veremedi. Ninem çok yaşlı zor yürüyor. Görevli benim ninemin yanında kalmamı istemedi. Kendisi ninemin yanına gittiği için ninem mührü basmadan kâğıdı katlamış görevliye vermiş. Öyle korkmuştu ki elleri titriyordu. Eve gidince kapıları kapattıktan sonra kulağıma eğildi, uy uşağım oradaki görevli Kürt birine oy verdiğimi görürse bizi yine başka yere götürürler diye çok korktum” dedi.
Arkadaşın ninesi 95 yaşında, ailesi ona Helin ismini takmış, Kürtçe “kuş yuvası” demek. Karadeniz’e gelince Helin Karadeniz şivesiyle olmuş Gelin. Helin Nine hâlâ korkuyor. Çocukluğunda başlarına geleni torununa bile anlatırken kulağına söylüyor ve tembihliyor: “Ben sana söyledim, sen kimseye söyleme” diyor. Patronlar ve onların çıkarı için çalışan partiler ırkçılıkta, milliyetçilikte birbirleriyle yarışıyorlar. Onların amacı belli: Halklar birbirine düşman olsun, bir araya gelmesin ki patronlar da sömürü, kan, irin üzerine kurulu düzenlerini sürdürsünler istiyorlar. Patronların partileri, gazeteleri, televizyonları, kışlası, okulu işçi-emekçi çocuklarının beynine zehir enjekte ediyor. Her örgütlü işçi halkların kardeşliği ve işçilerin uluslararası birliği için bıkmadan usanmadan sınıf kardeşlerine doğruları anlatmalıdır.
- Hindistan’da 250 Milyon Dolarlık Düğün ve Yoksulluk
- Emek Sömürüsü Kapitalizmin Fıtratında Var
- Sahip Olduğunuz Servet Bizden Çaldıklarınızdır!
- “Sayende Sigortalı Çalıştım, Emekliliğime Az Kaldı”
- Bayramları Bayram Gibi Yaşamak İçin!
- Dünya Üzerinde Yaşayan Herkesin Evi Olmalı
- Onlar Yok Ediyor, Biz Yenisini Yapacağız!
- Suyun Lüksü Olur mu Hiç?
- “Senin Yolundan Gideceğim Amca”
- Her Günü Doğa ve İnsanlık Günü İlan Etmek İçin…
- “Kıpır Kıpırsın, Heyecanın Ne Güzel Ey Yolcu”
- “Bence, Sevgi Emektir”
- Ah, Cemal Ah!
- Bir Fotoğraf Karesinin Hissettirdikleri
- Davulun Sesi Uzaktan Hoş Gelir
- İstanbul’da Yaşam: Deniz Kıyısında Deniz Görememek!
- Bruno’nun Fikri, Benim Fikrim, Senin Fikrin…
- Yüzüncü Maymun Teorisi
- Bir Otobüs, İki Kuşak ve İşçi Sınıfı
- “Hey” Diyen ve UİD-DER Saflarında Büyüyen Çocuklarımız
Son Eklenenler
- Bugün milyarlarca insan kapitalizmin yarattığı pek çok sorunla cebelleşiyor. İşsizlik, yoksulluk, iklim krizi, göç krizi, emperyalist savaşlar… Dünya üzerinde yaklaşık 300 milyon göçmen var. Türkiye’de Amerika’da, İspanya’da İngiltere’de ve daha...
- Geçtiğimiz günlerde Asya’nın en zengin ailesi olan Ambaniler’in Martta başlayan 4 aylık düğün maratonunda 250 milyon dolar harcadıklarına dair bir haber okudum. Mukesh Ambani’nin oğlu Anant’ın evlendirildiği şatafatlı düğüne dünyanın her yerinden...
- İstanbul 112 Ambulans çalışanları ve SES İstanbul Şubeleri, 26 Temmuz Cuma günü Avrupa İl Ambulans Servisi Başhekimliği binası önünde, yaşanan sorunlara çözüm bulunması talebiyle basın açıklaması gerçekleştirdi. Yapılan basın açıklamasına 112...
- Otoriter, faşist rejimlerin iktidarda olduğu dönemlerde toplumsal değerler aşındırılır, insanlar yalnızlaştırılır, bencillik ve bireycilik daha fazla öne çıkar. Zulme ve haksızlığa karşı çıkmak aptalca, kişisel çıkarları ön planda tutmak, bunun için...
- Kemal Türkler anılırken yaşadığı dönemle ve mücadele arkadaşlarıyla, sınıf mücadelesinde elde ettikleri kazanımlarla anılıyor. Bize öyle önemli bir miras bırakmış ki katledilişinin 44. senesinde bizler onu hâlâ aramızda ve kavgamızda hissediyoruz....
- İstanbul Çatalca’da bulunan, sucuk, salam, sosis gibi işlenmiş et ürünleri üretimi yapılan Polonez’de baskılar ve hukuksuzluklar artıyor, işçiler de sendikal haklarına sahip çıkmaya devam ediyor. Tekgıda-İş Sendikasının yeterli çoğunluğu sağlayarak...
- Siyasi iktidar Türkiye’nin dört bir yanını maden şirketlerine peşkeş çekmeye devam ediyor. Son olarak Emsa Enerji ve Madencilik şirketi Tokat’ta 30’dan fazla köyün yaylası ve su havzası olan Sorhun Obasında altın aramak için sondaj çalışmalarına...
- Sermaye sınıfının sendika düşmanlığına ve ücret gasplarına karşı işçilerin ve emekçilerin mücadeleleri sürüyor. İstanbul Çatalca’da Polonez işçileri patronun sendika düşmanlığına karşı direnişe geçti. Şişli Belediyesi işçileri ücretlerinin eksiksiz...
- “Fabrikadaki çoğu kadın 600-700 işçiye haklarının ellerinden gideceğini anlattığımızda protestoya katılmayı tereddütsüz kabul ettiler. Fabrikada sendikasız işçi yoktu. Kadınlar erkeklerden daha bilinçliydi. Sınıfsal olarak da meseleyi biliyorlardı....
- Başka dilde bir şarkı söylendiğinde sözlerini anlamayız. Yine de şarkıda akan hisler yüreğimize kolaylıkla işler. Elbette müziğin gücü ve evrenselliğidir bu. Ancak esas güç, egemenlerin ne yaparlarsa yapsınlar önüne geçemeyecekleri duygudaşlık...
- DİSK’in kurucusu, Maden-İş’in Genel Başkanı, Türkiye işçi sınıfının unutulmaz önderi Kemal Türkler, katledilişinin 44’üncü yılında Topkapı Mezarlığındaki mezarı başında anıldı. 22 Temmuzda gerçekleştirilen anmaya DİSK’e bağlı sendikaların üye ve...
- Türkiye işçi hareketinin yükselişe geçtiği 1960-1980 arası dönemi düşündüğümüzde bu yükselişe büyük katkısı olan Maden-İş geleneğini ve Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler’i anmamak olmaz. Kemal Türkler, bu dönemin sembolü haline gelmiş isimlerden...
- Kemal Türkler… DİSK’in kurucusu, Maden-İş’in unutulmaz önderi… Dürüst, namuslu ve yüreği işçi sınıfından yana atan bir sendikacı… Katledilişinin 44. yıldönümünde büyük işçi önderi Kemal Türkler'i saygıyla anıyoruz.