Buradasınız
Hiçbirimiz Yerli Değiliz, Hepimiz Göçmeniz...
İzmir’den emekli bir işçi

Merhaba işçi kardeşlerim. Bu mektupta sizlere anlatacaklarımla aslında hepiniz bir şekilde karşılaşıyorsunuz. Evet, hiçbirimiz yerli değiliz, hepimiz göçmeniz... Meramımın iyice anlaşılması için birkaç kısa soruyla başlayacağım: “Nerelisiniz” diye sorulunca kaçınız mesela “İstanbulluyum” diye yanıt verebiliyor? Çoğunuz kendi doğduğunuz hatta daha ziyade babanızın-annenizin hatta dedelerinizin doğduğu yeri söylemiyor musunuz? Mesela İstanbul’un nüfusu 1950’lerde 1 milyon civarındaydı ve özellikle 1960’lı-70’li yıllarda Anadolu’dan işçi olarak çalışmaya gelenlerin göçüyle birlikte 80’li yıllarda 5 milyona ancak ulaşmıştı. 90’larda da özellikle Kürt illerinden gelen yoğun göçle birlikte nüfus 7 milyona çıkmıştı. Bugünse 16 milyonu geçmiş durumda… Yani bir anlamda hepimiz göçmeniz bu şehirde.
İkinci sorum da şu: Suriyeli göçmenler gelmeden önce ülkede işsizlik yok muydu? 1990’da işsizlik oranı %8 civarındaydı, Suriyeli var mıydı o zamanlarda? Hayır. Suriyelilerin gelmeye başlamasından hemen önceki yıllarda, mesela 2009’da ise işsizlik oranı %14 idi! (Suriyeliler 2010’dan sonra gelmeye başladılar.) İşsizliğin Suriyelilerle ilgisi yok anlayacağınız… Üçüncü sorumsa şöyle: Suriyeli göçmenler gelmeden önce ev kiralarımız ucuz muydu? Maalesef değildi. Örneğin Suriyelilerin henüz ortada görünmediği 2005 yılında asgari ücret net 350 lira iken ortalama bir evin kirası 300-400 lira arasında değişiyordu. Yani aldığınız ücret ancak kiranıza yetecek kadardı.
Farkına varsak da varmasak da 21 yıllık AKP iktidarı altında yoksulluğumuz ve borç yükümüz büyüdü. Bugün 10 yıl öncesine göre çok daha yoksullaşmış durumdayız. Ev kiraları uçmuş vaziyette, işsizlik oranı yine %10’lardan aşağı düşmüyor… Ama mesele şu ki yaşadığımız zorlukların sebebi sandığınız gibi Suriyeli veya başka ülkelerden gelen göçmen kardeşlerimiz değil. 60’lı-70’li yıllarda İstanbul’da yaşayanlar, Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden gelenleri “köylü” diye beğenmezler, hor görürlerdi. 90’larda İstanbul’da yaşayan dünün göçmenleri ise Kürtleri küçümseyip “niye geldiniz?” diyorlardı. Bugünse Kürtler, Suriyeli göçmenleri aşağılıyor…
Tabii ki bunun sebebi egemenlerin kafamıza soktukları milliyetçi düşüncelerdir. Osmanlı’da egemenler Türkmenleri aşağılardı. Cumhuriyet kuruldu, Türkler Kürtlere, Sünniler Alevilere aynı muameleyi yaptılar, şimdi de Türkler, Kürtler ve Aleviler Suriyeli göçmenlere benzer bir muameleyi reva görüyor, egemenlerin oyununa geliyorlar. Evet, meselelere sınıf temelinde bakan işçiler bunları gayet iyi biliyorlardı. Bildikleri gibi, sınıf kardeşlerimize ısrarla ve inatla, “ırkçılık janjanlı ambalaja sarılmış, nane şekerinin içine gizlenmiş zehirdir, beynimize sokulan paslı bir vidadır. Bu gerçeği görmek için örgütlen, örgütlü ol, sınıf kardeşlerin senin düşmanın değil” diyorlardı. Ama çoğunluk maalesef bu zehrin etkisi altındaydı, bugün de öyledir. Yaşadığımız tüm sorunların sebebi kapitalist düzen iken, işçi-emekçilerin ekseriyeti, egemenlerin propagandasına kanıp sorunu Suriyeli veya Afgan göçmenlerde arıyorlar. Bu son derece tehlikeli bir aldanıştır. Egemenler yüzyıllardır bu ve benzeri fikirleri kafamıza sokup böl-parçala-yönet taktiğiyle sömürü düzenini sürdürmeyi başarıyorlar.
Size şahit olduğum bir durumu anlatacağım. İzmir’de ikamet ettiğim eve yakın Demir Yolu Sitesi var. 1990’lı yıllarda Demir Yol-İş Sendikası üyesi işçilerden kesilen paralarla ve birikmiş aidatlarla inşa edilmiş. Bu sitede küçücük bir parkımız var. “Parkımız” diyorum çünkü bir mahalledeki parklar, parktaki spor aletleri ve diğer tüm giderler bizlerden kesilen vergilerle karşılanır. Bunları şunun için söylüyorum: Bir gün, etrafı yüksek duvarlarla ve üstü de keskin jiletli tellerle çevrili olmadığı halde, siteye sonradan gelen kimi kişilerin “park sitenin parkı, site dışından kimse gelmesin” sözlerine tepki göstermiş, dağdan gelip bağdakini kovmaya çalışanlara anlayacakları dilden cevaplarını vermiştik. Mahallenin bütün çocukları “oleyyy” diye kaldıkları yerden oynamaya devam etmişlerdi.
Evet, bizim küçük ve bize göre şirin parkımızın yanında hem otopark olarak hem de düğün, dernek, nişan, sünnet ve eğlence için kullanılan bir alan var. Parkımızla arasında araç geçişini engelleyen bariyerle ayrılan kısa bir yol var. Bayramın üçüncü günü orada araba üzerinde lokma servisi vardı. İzmir’de her semtte ve her gün birileri hayır için lokma döktürür, tavuklu, etli pilav pişirilir ve kimi köylerde de sonbaharda keşkek kaynatılır. Bu işler kamyonet kasasında seyyar olarak yapılır. Bizim lokmacı, teknolojinin nimetlerinden istifade ederek, lokma bitene dek arabasından lokmanın parasını verenin istek ve durumunun mahiyetine uygun Arapça dua çalar sürekli. Arabanın hoparlöründen yayılan duaları karşı mahallede oturanlar bile rahatlıkla duyar ve kimsecikler rahatsız olmaz. Ancak aynı günün akşamı bizim mahalleden Suriyeli komşularımız o alanda düğün yaptılar. Ben hemen hemen her akşam yaptığım gibi, parkta bisiklet çalıştım. Sonra da düğün alanına gittim. Düğün sahiplerini bulup hayırlı olsun dileğinde bulundum. Buyur ettiler. Bir süre de içlerinde oturup çaldıkları müziği dinledim. Oyunlarını ve halaylarını izledim. Bir-iki yaşındaki bebeklerden gençlere ve yaşlılara dek, erkekler siyah pantolon, beyaz gömlek, rugan parlak siyah ayakkabı ve parlak siyah beyaz kravat giymişlerdi. Bebekler dâhil kadınlarsa, bol takılı, çok renkli giysiler giyinmişlerdi, beyaz tülbentliydiler. Altın ve gümüş dişli çok sayıda yaşlı da vardı. Kendi kültür ve inançlarına göre ve hiç kimseyi de rahatsız etmeden mutlu mesut düğünlerini nihayete erdirmeye çalışıyorlardı. Bir süre sonra gelen gelin ve damada mutluluklar diledim. Düğün sahipleriyle vedalaşıp ayrıldım.
Sitede ikamet eden komşulardan Mardinli Beşir amca ve 39 yaşında iki çocuk annesi Hazal yolumu kestiler. “Bu Suriyelilerin burada düğün yapmalarını istemiyoruz. Karakola gidip şikâyetçi olacağız. Bize destek ver” dediler. Az buçuk insanlaşmadan nasibime düşeni almaya çalıştığım için, köpürüp taşmadan “komşular, siz dilinizin ne dediğinin farkında mısınız? Suriyeli komşularımız samanlığı iki gence seyran eylemek için ne kadar mutlular? Azıcık empati kuralım. Kendimizi onların yerine koyalım” diyerek anlatmaya çalıştım. Fakat kaplan sürüsüne saldıran aslan sürüsü gibiydiler. Karakola gitmek için arabalarına doğru koşar adım gittiler. Yarım saat sonra geri döndüler. Onlardan bir süre sonra da iki polis aracı geldi. Neyse ki polis şefi sakin biriydi. Suriyelilere “23.30’da son haa” dedikten sonra gittiler. Bizim kendilerini yerli, Suriyelileri yabancı gören ve hiçbiri İzmir doğumlu bile olmayan komşularımız savaşta yenilmiş ordunun erleri gibi birbirlerinin milliyetçi duygularını okşuyorlardı.
Evet, tanıdığım, arada bir sohbet ettiğim, bildiğim kadarıyla insanlaşmak üzerine bir iki şey anlattığım kişileri gözlerinizin önünde belirmesi için anlatmalıyım. Beşir amca demir yollarından emekli bir Arap’tır. Babası demir yolu işçisiymiş. Eski zamanlarda emekli olan işçinin yerine varsa oğlu, yoksa bir yeğeni işe alınırmış. Beşir amcanın sağ ayağı iş kazası yüzünden sakattır. Sağ ayağını yerden kaldırmadan, sürüyerek ileri atar. Emekli olalı yıllar olmuş. Ama alt tarafında pantolon da olsa, eşofman da olsa, üstünde gömlek ve boynunda kravat eksik olmaz. Ana dili Arapçadan dolayı Türkçesi ziyadesiyle kırıktır. Kırık Türkçesiyle Arapçayı harmanlar. Daha önceki sohbetlerimizden atalarının Suriye tarafından göçüp geldiğini biliyorum. Ama kendi ataları da Suriye’den göçüp gelen Beşir amca, çok sonradan canlarını kurtarmak için kaçıp gelen soydaşlarının düğününü basmak için benden destek istiyor…
Hazal ise 6 yaşında kendisi gibi iri kara gözlü kızı ve 9 yaşında karakaşlı, iri kara gözlü, esmerin yakışıklısı oğlu olan Hakkârili genç bir Kürt kadını. Geçen aylarda kanser nedeniyle rahmini aldıklarını ağlayarak anlatmıştı. Oysa üçüncü çocuğu çok istediğini biliyorum. “Çok istiyorsan ve gerçekten kendi çocuklarından ayrı tutmayacaksan, evlatlık edin. 6 Şubat depremlerinden ve savaşlardan yüzlerce annesiz ve babasız çocuk var” demiştim. Evet, Hazal da Hakkârili Kürt bir ana olduğu halde kendisi gibi ana-baba olan Suriyeli ailenin en mutlu gününde polise gidip onları şikâyet etti. Oysa bu ülkede Kürtlerin neler çektiğini, daha birkaç gün önce bir Kürt çocuğunun panzer altında can verdiğini iyi biliyor. Ne acıdır ki, Suriyeli ve diğer göçmenlere karşı oluşturulmuş bu düşmanlık benim anlattıklarımla sınırlı değil. Kendi halkını, kendi soydaşını, kendisi gibi yoksul olanları linç edenlerin ve ilk taşı atmaya can atanların sayısı hiç de az değil. İlk taşı attığında öbürlerine “bakın ilk taşı ben attım, ben de sizdenim” diyerek kendi gerçeğini gizlemeye çalışanların sayısı epey kabarık...
Evet, işte böyle sevgili genç işçi kardeşlerimiz. Örgütlü olmak gerçek manada insanlaşmak için de bir mücadeledir. İnsanlaşma, evet insanlaşma tüm ezilenleri sınıf kardeşi olarak görebilmektir. Egemenler işçi sınıfını iliklerine dek sömürdüğü gibi, beyinlerini de esir almak için her türlü sahtekârlığa başvurmaktan geri durmazlar. Biz sınıf temelinde örgütlü işçiler dünyayı yurdumuz ve dini, dili, inancı, rengi ne olursa olsun tüm dünya işçilerini ve tüm halkları kardeşimiz olarak görürüz. Hem de laf olsun diye değil, aynı ananın evlatları gibi kardeşimiz olarak görürüz. Görmeliyiz.
- Çayırhan Maden Ocağında Patlama: 2’si Ağır 14 İşçi Yaralandı
- Herkese Birinci Sınıf Sağlık Hizmeti İddiası ve Gerçekler
- Mücadelenin Gençlerinden Sokak, Slogan ve Meydan
- Eğitim Sen’den ve Üniversite Öğrencilerinden Tutukluların Serbest Bırakılması İçin Eylem
- Kuzey ve Güney: İki Sınıfın Gerçek Hikâyesi
- Boykota Destek Genişledikçe İktidarın Saldırıları Büyüyor
- Büyük İnsanlığın Safında Bir Kalem: Sabahattin Ali
- İşçi Sınıfı Tarih Bilinci Kazanırsa İlerler
- O Yılan Kapitalizmdir, Sana da Dokunur Kardeşim
- Maltepe’de Milyonlar Bir Araya Geldi
- KESK İstanbul Şubeler Platformu: “Levent Dölek Serbest Bırakılsın!”
- Kapitalist Karanlığa Karşı Mücadeleyi Büyütelim
- Eğitim Sen: Baskılar Bizi Yıldıramaz
- “Hadi Siz de Birlik Olun, Korkmayın!”
- Zenginlik ile Yoksulluk Arasındaki Uçurum!
- Rejimin Saldırıları Yeni Gözaltılarla Sürüyor
- Amasra Madenci Katliamı Davasından da Adalet Çıkmadı
- Kâğıt Üstünde Her Şey Kurallara Uygun
- TTL İşçileri: Haklarımızı Alana Kadar Mücadeleye Devam!
- Aile Hekimlerini Desteklemeli miyiz?
- Türkiye’deki Suriyeliler ve Almanya’daki Türkiyeliler
- Göçmen Düşmanlığı Kimin İşine Geliyor?
- Maden Ruhsatsız, Göçmen Sahipsiz!
- Göçmen İşçilerin Katili Sermaye Düzenidir!
- Hiçbirimiz Yerli Değiliz, Hepimiz Göçmeniz...
- Umut Tekneleri Ölüm Tekneleri Olmaya Devam Ediyor
- Hem Yurtdışına Gitmek İste Hem de Göçmenlere Demediğini Bırakma!
- Genç Bir Göçmen, Eziklik Duygusu ve Yitirilen Vicdanlar!
- Göçmen Kıyımı Bu Kez de Teksas’ta Yaşandı
- Kapitalizmde Güvenli Liman Yoktur!
- Bir Afgan Göçmen İşçiyle Söyleşi: “Ölmek ya da Özgürce Yaşamak”
- İki Yıl Önce Bugün ve Kapitalizmin Fotoğrafı
- Fas Sınırında İnsanlık Trajedisi: Umut Tekneleri Ne Zaman Kıyıya Varacak?
- Umut Yolculuğu
- Hindistanlı Göçmen İşçilerin Eve Dönüş Mücadelesi
- Yunanistan’da ve Almanya’da Mültecilerle Dayanışma Eylemleri
- Bu Sistem Acı Üretiyor!
- Önyargı ve Suriyeliler Meselesi
- Fakir Baykurt’un Gece Vardiyası; Türk, Alman ve Suriyeli İşçiler
Son Eklenenler
- Gerek dünyada gerekse yaşadığımız ülkede öyle olaylar, öyle gelişmeler yaşanıyor ki ilk bakışta her şey çok bilinmeyenli bir matematik denklemi gibi karmaşık ve anlaşılmaz görünebilir. Nasıl ki matematikte karmaşık problemleri çözebilmek için...
- İrfan Yalçın’ın “Ölümün Ağzı” romanı, 1940’lı yıllarda Zonguldak köylüsünün “mükellef” adı altında bedavaya çalıştırıldığını belgeleyen bir tanıklıktır. Dönemin tek partili rejiminde, İsmet İnönü madeni teftişe gittiğinde, karşısına dizilen...
- Ha geldi, ha gelecek, yok yok bu sene gelmeyecek derken Yaren leylek Bursa’nın Karacabey ilçesinde, Uluabat Gölünün kıyısında balıkçı Âdem amcayla buluştu. On dört yıllık dostluk! Adı gibi yarenlik yapıyor Âdem amcaya. Aslında kimsenin haberi...
- 11 Nisan’da Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Emek ve Demokrasi Güçleri ve öğrenciler birçok ilde tutuklu öğrencilerin serbest bırakılması talebiyle basın açıklamaları gerçekleştirdi. İstanbul’da KESK İstanbul Şubeler Platformunun...
- Yunanistan’da işçi ve emekçiler bir kez daha kamu ve özel sektörde 24 saatlik genel grev gerçekleştirdi. Tembi tren felaketinin ikinci yıldönümü olan 28 Şubatta tarihindeki en büyük grev ve protestolara sahne olan Yunanistan’da, 9 Nisanda bir kez...
- KESK’e bağlı Eğitim Sen, Birleşik Kamu-İş’e bağlı Eğitim-İş ve Hürriyetçi Eğitim Sen, 10 Nisanda birçok ilde Milli Eğitim Müdürlükleri önünde, kent meydanlarında, sendika şubelerinde proje okullara yapılan keyfi atamalara karşı basın açıklamaları...
- Üzerine sayfalarca yazı yazılabilecek, saatlerce sohbet edilebilecek bir konunun en öz, en çarpıcı halidir sloganlar… Hele ki işçi sınıfının sloganları! Birkaç kelimeyle büyük anlamlar sırtlanırlar. Kimisi somut bir talebi anlatır, kimisi bir...
- Ankara’nın Beypazarı ilçesinde bulunan Çayırhan Maden Ocağında 10 Nisanda gece vardiyası sırasında meydana gelen patlamada 2’si ağır olmak üzere 14 işçi yaralandı.
- Evrensel sağlık kapsamı; tüm insanların ihtiyaç duydukları sağlık hizmetlerine, ihtiyaç duydukları yer ve zamanda, mali sıkıntı çekmeden erişebilmeleri anlamına gelir. Sağlığın geliştirilmesinden, hastalıkların önlenmesine, rehabilitasyon ve...
- Gençlik yılları insanın en güzel, en verimli, en dinamik yılları olarak tanımlanır. Fakat gençlerin dinamizmleri yok ediliyor, gelecekleri ve hayalleri çalınıyor, toplum nefessiz bırakılıyor. Kapitalizm genç kuşaklara bir gelecek vaat etmiyor....
- Ruhunda özgür bir dünyanın umudunu taşıyan, yüreği bencil çıkarlarla değil, toplumsal kurtuluş özlemiyle çarpan sevgili büyüklerimiz ve değerli genç arkadaşlarımız, merhaba!
- Rejimin 19 Martta başlattığı saldırı dalgasına karşı başlayan protestolarda öğrenci gençler kitlesel katılımıyla dikkati çekmişti. Günlerce süren eylemlerde, polis barikatlarına, polisin şiddetli müdahalesine rağmen alanları terk etmeyen yüzlerce...
- Çünkü büyük kapitalist ülkeler, milyonlarca emekçinin vergileriyle oluşan bütçeleri sağlık, eğitim, barınma gibi temel ihtiyaçlara değil daha fazla silahlanmaya akıtıyorlar. Baskıcı ve otoriter uygulamaları arttırıyor, demokratik hak ve özgürlükleri...