Buradasınız
Boynumuzdaki Değirmen Taşlarından Birlikte Kurtulalım!
Gebze’den bir kadın işçi

Tohumun tarlada başlayan macerasının una dönüştüğü yerler olan değirmenlerin uzun ve köklü bir geçmişi vardır. İnsanlığın yaklaşık on bin yıl önce tarımsal üretime başlamasıyla buğday, arpa, mısır gibi tahılların üretimi sağlanmıştı. Tarlalardan biçilen bu tahıllar, taş fırınlarda kavrulup kurutularak değirmenlere getirilirdi. Değirmen önünde un elde etmek üzere bekleyen insanlar, birbirleriyle sohbet eder, yapılacak işleri imece usulüyle hep beraber görürlerdi. Sadece öğütücü taşlardan ibaret değildi değirmenler onlar için. Birbirlerini tanıyarak kaynaştıkları, işbölümü yaptıkları, dayanışma ve paylaşma duygusuyla, birlikte iş yapmanın tadına vardıkları yerlerdi. Yediğimiz ekmeğin hammaddesi olan tahılın hikâyesi günümüzde epey bir değişikliğe uğrasa da, o günlerden bugüne taşınan şu sözü hatırlamak gerek; “Değirmen taşının altından diri çıkar.” Bu atasözü en ağır şartlarda güçlükleri yenebilen, en ağır yüklerin dahi altından kalkabilen güçlü kişiler için binlerce yıl kullanıldı ve nesilden nesile aktarılarak bizlere ulaştı.
Geçen binlerce yılın ardından değirmenlerin yerini un fabrikaları aldı. Yediğimiz ekmeğin tadı değişti, ama ekmek için verdiğimiz mücadele hiç bitmedi. Kuraklığın, hava koşullarının, olağanüstü doğa olaylarının yerini günümüzde kapitalist sömürü düzenin yarattığı felaketler aldı. Şimdi ekmeğimizi büyütmek için doğayla, teknolojiyle değil patronlar sınıfı ile karşı karşıya geliyoruz. Çünkü değirmenin kolu tahılı öğütmek için değil, patronların kâr düzenin devamlılığını sağlayan işçi emeğini öğütmek için dönüyor. Çalışma saatlerinin 12-14 saatlere ulaştığı, iş kazalarına bağlı ölümlerin her geçen gün arttığı, özel istihdam büroları eliyle işçilerin köleleştirildiği, bireysel emeklilik sistemiyle işçiden alınıp sermayeye verildiği, taşeronlaşma ve sendikasızlaştırma eliyle iş güvencesinin ortadan kaldırıldığı bir düzende yaşıyoruz. Yani bu düzen boynumuza astığı değirmen taşlarıyla hayatımızı çekilmez hale getirdi, getirmeye de devam ediyor.
Sömürü çarkları durmaksızın dönsün isteyen patronlar, tohumun tarladan una dönüştüğü aşamalardaki ayrıştırma işlemini işçiler arasında uyguluyorlar. En eski tahıl ürünlerinden biri olan mısır hasat zamanında önce koçanlarından ayrılır. Sonra fırınlarda kavrulup kurutulur ve dibeklere dökülerek dâne haline getirilir. Dâne mısırlar kepeklerinden ayrılır ve iri taneli dâneler tohumluk olarak saklanır. Kalanın bir kısmı el değirmeninde iri bir biçimde öğütülerek çorbalık mısır elde edilir. Diğer kısmı da iyice öğütülerek un haline getirilir. Patronlar ise, işçi olmasına rağmen kendisini işçi olarak görmeyen, bilinçleri çarpıtılmış en eğitimli unsurları en yakınlarında isterler. Kalan işçilerin bir kısmını sosyal haklar ve ücret politikalarıyla, çıkar temelinde yanlarına çekmeye çalışırlar. Geriye kalanları da, din, dil, ırk, memleket, cinsiyet, işkolu gibi ayrımlarla değirmendeki un misali paramparça etmeye çalışırlar. İşçileri bölmek suretiyle izledikleri bu yol, birlik olmamızın, etrafımızda olup bitenleri anlamamızın önündeki en büyük engeldir. Böylece tek tek işçiler halinde birbirimizden ayrışarak patronların değirmenine su taşımış oluruz.
Tarlada tohuma, sofrada dumanı tüten çorbaya ve ekmeğe dönüşen tahıl için verilen onca emek de gösteriyor ki, zorlu günlere emek verilerek hazırlanılır. Ekonomik ve sosyal haklarımıza topyekûn saldırıldığı, en temel demokratik ve siyasal haklarımızın tanınmadığı bu zorlu günlerin biz mücadele etmeden geçmeyeceğini bilmeliyiz. Zorlu koşulları atlatmak emek ister. Bizler bu gerçekliğin farkına vararak birlik olduğumuzda bu sömürü değirmeninin taşları arasında sıkışıp kalmaktan kurtulabiliriz. En ağır koşulların üstesinden gelebilen, en ağır yüklerin altından kalkabilen işçiler geçmiş deneyimler ışığında, zorlu koşullara hazırlıklı olan işçilerdir. Tarih bilinciyle donanmış, örgütlü işçiler patronların sömürü düzeninde öğütülemezler. Kölece çalışma koşullarına, hak gasplarına, emperyalist savaşlara, krizlere, darbelere, yani hayatımızın her alanındaki çürümeye ancak örgütlü ve bilinçli olursak karşı durabiliriz.
- Çare Sınıfımızda ve Örgütlü Mücadelemizde
- “Eşim Öyle Yerlere İzin Vermiyor”
- Hafta Tatili Haktır, Gasp Edilemez!
- Adres Doğru mu?
- Emekliler “AÇIZ” Diyor, Onları Kim Duyuyor?
- Geleceğimizi Kurmak İçin Birliğimizi Büyütelim
- “Asıl Haber Biziz Be Abla”
- Sağlık Çalışanlarına Sağlıksız Yemekler
- Sorunlar Mücadeleyle Çözülür
- İşyerinde “Paralı Eğitim!”
- Onların İnsafına Bırakmayalım!
- “Sana Ceza Veriyorum Tayfun!”
- Emekli Maaşı Ne Zaman Ödenecek?
- “Çalışanlarımıza Rapor Vermeyin!”
- “Kırtasiye Ürünleri İkinci Ele Düştü”
- Örgütlü Olmak ve Toplu İş Sözleşmeleri
- Alo 170: Yanlış Numara Çevirdiniz!
- Turgut Özal, Gökova Santrali ve Sonrası
- TÜİK Kimin Hizmetinde?
- Emekliler Sendika Kuramazmış!
Son Eklenenler
- İstanbul Emek Barış ve Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla İstanbul Kadıköy’de yapılan mitinge binlerce kişi katıldı. Kadıköy Söğütlüçeşme’de toplanan kitle, “Savaşa ve Sömürüye Karşı Demokrasi ve Barış Kazanacak” pankartı arkasında rıhtımdaki miting...
- Türk-İş’e bağlı Koop-İş Sendikasının örgütlü olduğu Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın (SYDV) Türkiye genelindeki 1003 kurumunda çalışan 10 bin kamu işçisi 29 Ağustosta greve çıktı.
- Güvenliğin ve danışmanın olduğu katta her 5 dakikada bir “sistemsel hata ve arıza olduğu için tüm katlarda hizmet verilemiyor” şeklinde anonslar yapılıyordu. Önce güvenliğe gidip bu yapılanın yanlış olduğunu, insanlara memurların iş bıraktığının...
- Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca adlı romanında Yaşar Kemal, sömürülenlerle sömürücüler arasındaki büyük çelişkiyi anlatır. “Çünkü” der, “sömüren güçlü azınlıkla, sömürülen ve güçsüz sanılan çoğunluk, her çağda vardı. Ama bu çelişki...
- İktidarın “Kamu Çerçeve Protokolü” sürecindeki tutumunu protesto etmek için yapılan bir eylemin ardından bir kadın işçi çevresindeki insanlara sordu: “Bu sene hiç kiraz yediniz mi?” Bu soruya evet diyen tek bir kişi çıkmadı. Kilosu 700 lirayı aşan...
- Mücadele örgütümüz UİD-DER’in saflarında yer almış her işçi kardeşimizden, çoğu zaman övgü dolu sözler duyarız. Bu sözler tesadüf değil, UİD-DER’in sınıf mücadelesinin tarihsel deneyimlerinden süzülüp gelen mücadele kültürünün bir sonucudur. Ben de...
- İstanbul Emek Barış ve Demokrasi Güçleri, 1 Eylül Dünya Barış Günü kapsamında 31 Ağustos Pazar günü Kadıköy’de bir miting düzenleyeceklerini duyurdu. Miting çağrısı, Mecidiyeköy’de bulunan Tüm Bel-Sen İstanbul Şube binasında 27 Ağustosta...
- Toplamda 6,5 milyon kamu emekçisi ve emeklisini ilgilendiren 8. Dönem Toplu Sözleşme görüşmelerinde, anlaşma sağlanamadı. Kamu İşveren Heyeti ile konfederasyonlar arasında görüşmeler çıkmaza girdiği için, süreç Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna...
- İzmir’den İstanbul’a belediye çalışanları, ücretlerinin geç veya eksik ödenmesi, tazminatlarının ve yan haklarının ödenmemesi nedeniyle çeşitli eylemler yapıyor. Evlerini geçindirmekte zorlanan emekçiler, alacaklarının bir an önce ödenmesini talep...
- 600 bin kamu işçisini ilgilendiren Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü (KÇP) süreci, kamu işçilerinin taleplerinin görmezden gelinerek sefalet zammına imza atılmasıyla sonuçlandı. Harb-İş İstanbul Şube Başkanı Murat Yalçınkaya ile Kartal...
- Grev yerindeki bir sohbet sırasında bir işçi kardeşimiz çocuğunun aşçılık bölümünü seçtiğini anlatırken bu durumun onu üzdüğünü şu sözlerle dile getirmişti: “Biz istedik ki bizim gibi işçi olmasın, mühendis olsun, doktor olsun, ezilmesin. Ama olmadı...
- Biz Gebze’den bir grup UİD-DER’li işçi olarak Omsa Metal direnişini ziyaret ettik. Direnişçi işçilerle sorunlarımız üzerine sohbet ettik.
- Kapitalist sistemin tarihsel krizi, siyasi iktidarın sermaye sınıfının çıkarlarına göre yürüttüğü politikalar biz emekçileri derinden etkiliyor. Açlık sınırı altında kalan sefalet ücretlerine mahkûm edilmiş durumdayız. Bizler insanız, sadece...