Buradasınız
17 Ağustos Depreminden 23 Yıl Sonra: Yine Önlem Yok, Yine Hazırlık Yok!

17 Ağustos 1999 tarihinde bu toprakların gördüğü en büyük felaketlerden biri yaşandı. Gece saat 03.02’de gerçekleşen Gölcük merkezli büyük bir deprem, Marmara Bölgesinde on binlerce yaşamı kararttı. 16 milyon insanın değişik düzeylerde etkilendiği deprem, emekçilerin felaketi oldu. Adeta bir kâğıt parçası gibi katlanan binalar, denizin yuttuğu yapılar, çöken yollar ve köprüler, Tüpraş rafinerisinde çıkan ve günlerce söndürülemeyen yangın… Resmi rakamlara göre 18 bin 373 kişi hayatını kaybederken, 50 binden fazla insan yaralandı, 5 bin 840 kişi ise kayboldu. Ancak bölge halkı ve sivil toplum örgütleri ölü sayısının 50 bini bulduğunu ifade ediyor.
Deprem kuşağında olduğu asırlardır bilinen Türkiye’de 99 depremine kadar irili ufaklı binlerce sarsıntı geçiren Kuzey Anadolu Fay hattı üzerinde 1939 Erzincan depremi gibi büyük bir felaket yaşanmış, şehirdeki tüm evler yıkılmış, 33 bin insan yaşamını yitirmişti. Geçen yıllar boyunca hiçbir önlem alınmadı. Siyasi iktidarlar, aynı fay hattı üzerinde yer alan İzmit civarında gerçekleşecek bir deprem için seneler öncesinden uyarılar yapan bilim insanlarını dinlemediler. Önlem almak yerine kârları için bina kolonlarını eksik demirle yükselten, deniz kumu kullanan, zemine veya yapılara dair hiçbir testi yeterli ölçüde yapmayan müteahhitleri beslediler. Ranta dönük kentleşme neticesinde depremin etkisi katlanmış ve maalesef 17 Ağustos sabahında yüz binlerce insanın yaşamı altüst olmuştu.
Aynı Gölcük depreminde olduğu gibi Büyük İstanbul Depremi için de yıllardır uyarılar yapılıyor, büyük bir felaketin önünü almak için gerekli önlemlerin alınması talep ediliyor. Ancak AKP iktidarı gerçekleşme olasılığı giderek güçlenen büyük bir depreme karşı 20 yıldır hiçbir önlem almış değil. 2002’den bugüne 70 milyar liradan fazla deprem vergisi toplanırken, bu paralar iç edildi.
Deprem bölgesine yardım ve arama kurtarma ekiplerini göndermekte geç kalan devlet, insanları bir kez daha enkaz altında bırakmış, kurtulma şansı olan binlerce can ölüme terk edilmişti. Aylar geçmesine rağmen enkazlar tamamıyla kaldırılmamış, çıkarılamayan cenazeler yıkık binaların altında çürümeye terk edilmiş, yer yer enkaz dağları oluşmuştu. Depremden sadece 4 gün sonra, güya dürüst lider Ecevit başbakanlığındaki DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti bir gece yarısı “mezarda emeklilik” yasasını meclisten geçirdi. Depremzedelerin yaralarını sarmak yerine Gelir ve Kurumlar Vergisi, Emlak Vergisi ve Motorlu Taşıtlar Vergisine ek vergiler getirildi, Özel İletişim Vergisi ve Özel İşlem Vergisi adı altında yeni vergiler uygulamaya konuldu. Vergilerle ilgili düzenlemenin “depremin yol açtığı ekonomik kayıpları gidermek” amacıyla bir yıllığına yapıldığı söylense de Özel İşlem Vergisi ve Özel İletişim Vergisi her yıl uzatıldı, 2003 yılındaysa “deprem vergisi” olarak bilinen Özel İletişim Vergisi kalıcı hale getirildi.
23 yılda yapılanlar ve yapılmayanlar
Büyük Marmara depreminin üzerinden tam 23 sene geçti. Depremden sonra açılan iki binden fazla dava yıllarca sürdü, zamanaşımına uğradı ve nihayetinde neredeyse tamamı cezasızlıkla sonuçlandı. Aynı Gölcük depreminde olduğu gibi Büyük İstanbul Depremi için de yıllardır uyarılar yapılıyor, büyük bir felaketin önünü almak için gerekli önlemlerin alınması talep ediliyor. Ancak AKP iktidarı gerçekleşme olasılığı giderek güçlenen büyük bir depreme karşı 20 yıldır hiçbir önlem almış değil. 2002’den bugüne on milyarlarca liradan fazla deprem vergisi toplanırken, bu paralar iç edildi. Vatandaşın alın terinden koparılan bu vergilerin nereye gittiği sorusu yaşanan her depremden sonra gündeme geldi ancak her seferinde yavuz hırsız tavrıyla soru geçiştirildi. Örneğin 2011’deki Van depreminden sonra zamanın Maliye Bakanı “Bu, duble yollara gidiyor, demiryollarına, havayollarına, çiftçimize, eğitime gidiyor” diyerek toplanan vergilerin amacı dışında kullanıldığını hiç rahatsızlık duymadan itiraf etmişti. Benzer açıklamalar sonraki yıllarda da yapıldı.
Sözüm ona depreme yönelik önlemler aldığını söyleyen iktidar, gerçekte milyonlarca canı göz göre göre ölüme sürükleyecek politikaları hayata geçirdi. Örneğin 99 depreminden sonra kurulan Ulusal Deprem Konseyi 2007’de lağvedildi. İnşaat firmalarının istekleri üzerine 2007, 2010 ve 2019’da imar yasasında değişikliklere gidilerek deprem güvenliğinden tavizler verildi. Belirlenen yüzlerce toplanma alanı yağmalanarak imara açıldı. 2001’de Acil Eylem Planı ile belirlenen ancak sonradan yapılaşmaya açılan alanlar saymakla bitmiyor; Forum İstanbul (Zeytinburnu), Starcity Outlet Center (Bahçelievler), Capacity AVM (Bakırköy), Ortaköy Ermeni Vakfı Arazisi (Beşiktaş), Kiptaş Tuzla 2-3 Etap Konutları (Tuzla), TOKİ Avrupa Konutları (GOP), DAP Royal Center (Maltepe), Çınar Olimpia Park Sitesi (Bağcılar), Ora AVM (Bayrampaşa)…
99 depreminden sonra mevcut yapıların yüzde 7’sinin ağır hasar, yüzde 12’sinin orta hasar aldığı raporlanmıştı. Ancak bu yapılar hâlâ tamamıyla güçlendirilmiş ya da yenilenmiş değil. Emekçileri çürük binalarda yaşamaya mahkûm bırakan siyasi iktidar her felakette sorumluluktan sıyrılmaya çalıştı, çalışıyor. 2003’te Bingöl’de, 2011’de Van’da, 2010 ve 2020’de Elazığ’da ve son olarak 2020’de İzmir’de yaşanan depremlerde yüzlerce insan hayatını kaybederken siyasi iktidar göz göre göre gelen yıkımlara “doğal afet” dedi, bu felaketleri fıtrata, kadere bağladı, deprem öncesi ve sonrası yapıl(may)anları eleştirenleri “acının siyaseti olmaz” diyerek susturmaya çalıştı. Oysa yapı stoku iyileştirilseydi, kentsel dönüşüm yeni yağma alanları açma projesi olarak değil de depreme dayanıklı zeminlerde, güvenlikli yapılar yapmanın fırsatı olarak görülseydi ve emekçiler bu yapılara yerleştirilseydi, zemin ve yapı denetimi maliyetleri vatandaşın sırtına yüklenmeseydi, afetler sonrası gerekli yardımlar yapılsaydı, bu doğal afetler bir felakete dönüşmeyecek, can kaybı olmayacaktı.
Bugüne kadar yaşanan depremlerde ve son bir ay içinde peş peşe gelen yangın ve sel felaketlerinde siyasi iktidarın takındığı tutum, sorumluluk almak yerine kendini sorumsuz ilan etme çabasıdır. Yıkılan ve yanan binalar, yüzlerce can kaybı, afet sırasında ve sonrasında yeterli destek olmaması, her felaketten sonra IBAN numarası verilmesi bize olası bir Marmara Depreminde neler yaşanacağını yeterince gösteriyor.
Dayanışma ve mücadele hayat kurtarır
Unutmayalım ki Türkiye bir deprem ülkesidir ve mevcut şartlarda ülkenin neresinde olursa olsun meydana gelecek bir depremde en büyük zararı emekçi kitleler görecektir. 26 Eylül 2019’da İstanbul’da gerçekleşen depremden sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından ilan edilen Deprem Seferberlik Planı çerçevesinde yapılan senaryo çalışmalarında, 48 bin binanın ağır hasarlı olduğu tespit edildi. Bu binaların neredeyse tamamı yoksul işçi ve emekçilerin yaşadığı yapılardır.
Bugüne kadar yaşanan depremlerde ve son bir ay içinde peş peşe gelen yangın ve sel felaketlerinde siyasi iktidarın takındığı tutum, sorumluluk almak yerine kendini sorumsuz ilan etme çabasıdır. Yıkılan ve yanan binalar, yüzlerce can kaybı, afet sırasında ve sonrasında yeterli destek olmaması, her felaketten sonra IBAN numarası verilmesi bize olası bir Marmara Depreminde neler yaşanacağını yeterince gösteriyor. Bütün bu felaketlerde ölenler, evini, geçim kaynaklarını kaybedenler emekçiler oldu. Ama aynı zamanda birbiriyle dayanışan, yardım elini uzatan da yine emekçilerdi. 1999’da yurt içinden ve yurt dışından sivillerin dayanışması sayesinde yüzlerce kişi hayata tekrar sarılmış, yakın ve uzak komşularının uzattığı el ile yaralarını sarmaya çalışan emekçiler arasındaki kardeşlik bağları yeniden güçlenmişti. Orman yangınlarında ve sellerde sınıfsal konumunu açıkça belli eden iktidardan gerçek anlamda hiçbir destek alamayan emekçiler yine el ele vermiş, acılarının üstesinden birlikte gelmeye çalışmıştır.
Yapılması gereken, mevcut şartların bir an önce değiştirilmesi için emekçiler olarak mücadeleye girişilmesidir. Deprem öncesi tatbikatlar yapılması, işyerlerimizden başlayarak evlerimizde, kamusal alanlarda önlemler alınmasını sağlamak emekçi kitlelerin depremden en az zararı almasının bir parçasıdır. Tüm bu önlemleri emekçileri düşünmeyenlerden beklemek yerine kolları sıvamalı ve işçiler, emekçiler olarak dayanışmayı büyütmeliyiz. Ancak en önemlisi rant üzerine kurulu kentleşme politikasına, emekçilerin hayatından çalan yağma ve talan düzenine karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmeliyiz. Kapitalizmin yarattığı her felakette olduğu gibi depremlerde de öncesi ve sonrasıyla en büyük güç örgütlülüktür.
- İkinci Yılında Depremin Anlattıkları
- 6 Şubatta Emekçiler Haykırdı: “Unutmak Yok, Affetmek Yok, Helalleşmek Yok!”
- 6 Şubat Depremlerinin 2. Yılı: Felaketlerin Hesabını Örgütlü İşçiler Soracak!
- 6 Şubat Depremlerinde Yaşamını Yitirenler İstanbul’da Anıldı
- 1999’dan Bugüne Önlem Yok, Adalet Yok!
- Toplu Konut Değil, Toplu Mezar!
- Patronlara Yeni Teşvikler, Emekçilere Derinleşen Yıkım
- Felaketlerden Dayanışmayla Kurtuluruz
- Avcılar’da 6 Şubat Depremleri Anması
- Beşiktaş’ta 6 Şubat Anması: Unutmadık!
- Depremin Yıldönümünde Yükselen Sesler: Unutmak, Affetmek Yok!
- Hesap Sormazsak Aynı Acıları Yaşamaya Mahkûmuz!
- 6 Şubat 2023’ün Ardından
- 6 Şubat Depremlerinin Birinci Yılı: Asrın Kötülüğünü Unutma, Unutturma!
- Japonya’da Depremler Can Aldı
- 17 Ağustostan 6 Şubata: Bu Sesi Duyan Yok!
- Depremi Yaşadık, Cehennemi Yaşıyoruz!
- Samandağ Halkı: “Deprem Öldürmedi Asbestle Öldürecekler!”
- “Devlet Baba” Kime Hizmet Ediyor?
- Kader Değil Felaket!
Son Eklenenler
- Modern tıbbın temel kurallarından biri elleri çok iyi yıkamak, el hijyenine dikkat etmektir. Peki, el yıkamanın bile geçmişte mücadele konusu olduğunu biliyor muydunuz? Ignaz Semmelweis, 1840’lı yılların sonunda, Viyana’daki bir kadın doğum...
- Hayat pahalılığı ve yüksek enflasyon karşısında işçi ücretleri erimeye devam ederken kamudan özel sektöre işçiler, düşük ücretlere karşı mücadele ediyor. Harb-İş Sendikası, 11 Temmuzda Ankara’da basın açıklaması yaparak sefalet zammı dayatmasına...
- Kamu çerçeve protokol süreci uzadıkça uzuyor. Savunma sanayi sözleşmesi hakem heyetine gönderildi. Diğer işkolları ise 3. teklifi bekliyor. Kamu çerçeve protokolü kamu işçilerinin asgari ücretini belirleyen bir protokoldür. Nisan 2024’te Anayasa...
- İspanya’nın Cadiz kentinde 23 Hazirandan bu yana süresiz grevde olan metal işçileri, 8 Temmuzda eylemlerini sonlandırdılar. Yetkili sendika UGT sendikasının işverenle imzaladığı ön anlaşmayı kabul etmeyen yaklaşık 30 bin metal işçisi, 18-19...
- 600 binden fazla kamu işçisini ilgilendiren Kamu Çerçeve Protokolü (KÇP) görüşmelerinde siyasi iktidarın dayattığı düşük zam oranları sağlık işçileri tarafından “sefalet dayatması” olarak değerlendiriliyor. Yüksek enflasyon ve ağır vergi yükü...
- Gebze Sendikalar Birliği, geçtiğimiz hafta İsrail’in Filistin’deki zulüm ve katliamını protesto etmek için bir eylem organize etti. Biz de UİD-DER’li işçiler olarak, zulme uğrayan Filistinli işçi ve emekçilerin haklı mücadelesine destek olmak için...
- 9 Temmuzda Hindistan genelinde milyonlarca işçi, emekçi, çiftçi ve genç, Modi hükümetinin işçi düşmanı politikalarına karşı ülke çapında greve çıktı. Kentlerden köylere, fabrikalardan tarlalara kadar yaşamı durduran dev grev, Hindistan’daki tüm...
- Annem, ablamla birlikte dördüncü katta oturur. Sokağa inmez ama mahallede, köyde, Almanya’daki akrabalarda ne olup bittiğini mutlaka bilir. Evden her çıktığımda balkonundadır. Selamlaşır, iki laf ederiz. Başımda bazen UİD-DER yazılı kırmızı şapkam,...
- Karanlık ve aydınlık… Ölüm ve yaşam… Emek ve sermaye… Sonsuz evrenimizde her şey karşıtıyla birlikte var. Sömürü ve zulüm varsa isyan da var. Sınır, din dil, ırk farkı tanımadan dünya meydanlarında tek ses tek yürek olan işçiler, işçi sınıfımız var...
- Emperyalist savaşın alevlerini büyüten, milyonlarca masum insanı, doğayı katleden, kentleri yok eden egemenler ne yaparlarsa yapsınlar emekçilerin birbirleriyle dayanışmasının önüne geçemiyorlar. İşçi ve emekçiler fabrikalardan limanlara,...
- İzmir Büyükşehir Belediyesi grevinde yaşananlar hakkında Marksist Tutum’da bir makale okudum. Tam da içimden geçenleri, cümlelere dökemediklerimi noktasına virgülüne kadar yansıtan bir yazıydı. Konuyu derinlemesine ele alan bu yazı her mücadelede...
- Zeytinlik alanları maden ve enerji işletmeciliğine açacak yasa teklifine karşı tepkiler sürüyor. Çeşitli illerden Ankara’ya gelen köylüler, talan yasasına karşı TBMM yakınında bulunan Cemal Süreya Parkı’nda direniş nöbetindeler.
- Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli mücadeleler, dönemeç noktaları vardır. 1970 Haziran’ı bu tarihte önemli bir yere sahiptir. Bugün halen aşılamamış bir zirve olan 15-16 Haziran direnişi sürecinde, işçi sınıfı yapay kutuplaştırma...