“Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
...
Enjeksiyon bölümünde çalışan İbrahim Abi, yemek molasında derinden bir sesle “babalarımız bizleri seviyordu. Ama biz çocuklarımızı sevmiyoruz” deyiverdi. Özellikle kadın işçiler “nasıl bir babasın sen? Çocuklarını sevmediğini söylüyorsun” diyerek önce tepki gösterdiler. Çünkü anne ve baba olmak kendinden önce çocuklarını düşünmek, onların geleceği için çalışmak, çabalamak demek bir yerde. İbrahim Abi, lafını söyledi ve kenara çekilip dinlemeye koyuldu. Diğer işçiler çocuklarını ne kadar sevdiklerini, onları nasıl düşündüklerini, çocuklarının geleceği için gecelerini gündüzlerine katıp nasıl çalıştıklarını anlatmaya başladılar birbirlerine.
Bir süre dinledikten sonra İbrahim Abi yeniden söze girdi: “Babalarımız bizi çok seviyordu. Bizi düşündükleri için zamanında birlik oldular. Ücretlerini yükselttiler. İkramiyelerini arttırdılar. Grev haklarını kazandılar. Kıdem tazminatlarına sahip çıktılar. Kadrolu, güvenceli bir iş için kavga verdiler. İzin haklarını elde ettiler. Daha bir sürü hak kazandılar. Çocuklarının yani bizlerin bugününü değil, yarınlarını düşündüler. Çünkü biliyorlardı ki, haklarını ne kadar büyütürlerse, geleceğin işçileri olacak çocukları bir adım önde başlayacak hayata. Mücadelede bir adım önde olacak. Bir de dönün bize bakın, o neslin çocuklarına yani. Ne yapıyoruz? Gerçekten seviyor muyuz çocuklarımızı? Ne bırakacağız onlara? Nasıl bir gelecekleri olacak? Daha bize bırakılan hakları elimizde tutamıyoruz. Biz çocuklarımızı, geleceğin işçilerini gerçekten de sevmiyoruz. Bakın Kıdem hakkı elden gitti gidecek!” İbrahim Abinin anlattıkları üzerine herkes düşündü bir süre. Bu gidişatın nedeni neydi?
Birlikte biraz kafa yorunca, bu gidişatın altında örgütsüzlüğün, dağınıklığın yattığı ortaya çıktı. Bugünün işçi kuşaklarının örgütsüzlüğünden kaynaklı pek çok hakkı elinden alındı, alınmaya da devam ediyor. Ücretler eridikçe eriyor. Çalışma saatleri uzuyor. İşçinin can güvenliği için önlemler maliyet olarak görülüyor. Grevler yasaklanıyor. İşsizlik fonu patronlara peşkeş çekiliyor. Bireysel emeklilik sistemi işçilere dayatılıyor. Özel istihdam büroları eliyle güvenceli çalışma ortadan kaldırılıyor. Kıdem tazminatı hakkı, yıllık izin hakkı, iş mahkemesi kanunu, yıpranma payı ile ilgili değişiklikleri içeren yasalar da patronların sözcüleri tarafından görüşülmeye devam ediyor. Liste uzuyor da uzuyor. Saldırıların ardı arkası kesilmiyor.
Örgütsüzlük zehri hayatın her alanına bu kadar sirayet etmişken, tek panzehirimiz var. O da örgütlülüğümüzü güçlendirmek. Hiçbir işçi canından bir parça olan, bin bir çileyle büyüttüğü evlatlarını bilerek ve isteyerek geleceksizliğe itmez. Hiçbir işçi, bugünün yarını, yarının umudu olan çocuklarını kölelik koşullarına isteyerek teslim etmez. İşte tam da bu sebeple, annelerimizin, babalarımızın, geçmiş işçi kuşaklarının yolunu rehber edinmemiz gerek. Tıpkı onlar gibi, dibin karanlığından aydınlığa ulaşmak için birlik olmamız gerek. Geleceğimizi çalanlardan, haklarımıza el koyanlardan hesap soracak güce ulaşmak gerek. Çünkü işçi sınıfı yarınlarını bir tek örgütlü gücüyle kurtarabilir.
“Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
...Bir seçim sürecinde daha burjuva siyasetçiler, yani patronların siyasi temsilcileri sahnedeler. Milyon dolarlık reklam kampanyaları eşliğinde, işçileri yalanlarına inandırmak için kapı kapı geziyorlar. İşçilere, emeklilere...