Buradasınız
Artıklar ve Gerçeklerin Kavgası
Mersin Üniversitesi’nden bir işçi öğrenci

Okuduğum bölümün gereği olarak sürekli restoranlarda ve otellerde çalışıyorum. Otellerde çalışmaya birinci sınıfta başlamıştım. O zamanlar bizleri yaz sezonunda otellerde çalışabilelim diye eğiteceklerini söylemişlerdi. Yol ve konaklama giderlerimizi karşılayan otel, garsonluğu ve dünya standartlarında hizmet kurallarını öğretmek için bizleri Bodrum’a çağırdı. Hayatımızda ismini duymadığımız, tadına hiç bakamayacağımız yemekleri soylu beyzadelere nasıl servis edeceğimizi öğreniyorduk.
Bize sadece servis kurallarını öğretmiyorlar aynı zamanda sınıfsal konumumuzu da öğretiyorlar. Öncelikle otelin kuruluş hikâyesi anlatıldı ve burada konaklayacak insanların çok önemli kimseler olduğu ve asla saygıda kusur edilmeyeceği vurgulandı. Otelde konaklayan konuklar için her şeyi var edebilmemiz gerektiğini öğreniyorduk. Bu çerçevede bu otelde “yok diye bir kavram yok”tu. Zengin insanlar için bu kavram gerçekten söz konusu iken biz işçiler için ise işin rengi çok farklıydı.
Bizler sıcaklık dayanılamayacak seviyelerde olsa dahi gece gündüz demeden koşturuyorduk. Bizim için servis esnasında mola diye bir şey de söz konusu olmuyordu. Yemek molasının 40 dakika olması kavramı da vardı mesela. Zaten yemeğe inene kadar yolda git gel yirmi dakika harcıyorduk. Sanki hayata zengin olanlara hizmet etmek için gelmiş gibiydik. Her fırsatta, onlar burada olmasa, bizlerin hayatlarının bir anlamının olmadığı vurgulanmaktaydı müdürler tarafından. Şunu çok iyi anlamıştık: Bizler farklı bir dünyada, zenginler ise bambaşka bir dünyada yaşıyorlardı. Bizler sabahın köründe kalkıyor, servislere binip işyerine gidiyor, kahvaltı büfesinin hazırlıklarını yapıyorken onlar, sıcacık yataklarında uyuyorlardı. Bizler lojmanlarda kaskatı yataklarda, duvarları nemden küf kokan odalarda yatıp kalkarken, onlar lüks otel odalarında yatıp kalkıyorlardı. Bizler ise sadece onların istediği bu hizmetleri yapıyorduk, yani her şey bizim elimizden çıkarken, keyfi onlar sürüyor cefayı biz çekiyorduk. Sadece asgari ücrete yaptığımız bu işlerde patronun sömürüsünün haddi hesabı yoktu. Bazı günler on sekiz saat çalışan arkadaşlar oluyordu. Bugünün sarayları niteliğindeki yedi yıldızlı bu otellerde sanki krallara hizmet veren hizmetçiler, köleler gibiydik.
Otellerde durum bu iken çalıştığım restoranlarda da durum hiç farklı olmuyordu. Yaptığımız işleri sanki biz değil de kendileri yapıyormuşçasına hareket eden müdürler ve patronlar buralarda da vardı. Biz işçilere ancak parası olanın insan yerine konduğunu o kadar net bir biçimde gösteriyorlardı ki! Bir servis esnasında arkadaşım sanki hayatı buna bağlıymışçasına şunları söylemişti: “Çabuk olmamız lazım, bu gelenler çok zengin insanlar abi, bekletilmeye gelmez, çok önemli beni oyalamayın!” Ben de dayanamadım; “arkadaş sen biraz sakin ol, sen işini zaten yapıyorsun burada sorun yok, ama onlar zenginler diye senden benden önemli mi olmuş oluyorlar yani, tüm emeği biz verelim sonra kaygıyı da biz yaşayalım, kesinlikle yanlış!” demiştim. Aynı akşam arkadaşın çok önemli dediği masadakiler gece saat 02.00’ye kadar oturdular. Restoranda onlardan başka kimse kalmamıştı. Biz de diğer masaların üstündeki tuzlukları, peçetelikleri topluyorduk. Masada iki kadın bir de erkek oturuyordu. Oturanların arasında aynen şu konuşma geçti: Birinci kadın: “Şekerim bir kahve mi söylesek acaba?” İkinci kadın: “Olur hayatım, açılırız biraz.” Erkek: “Artık kalkalım, restoran kapanıyor.” “Birinci kadın: Bize ne şekerim? Bu varoşların hepsi bize hizmet etmek için burada, istediğim an istediğim şeyi söylerim” dedi. İşte bu sözler biz üç arkadaşın kulaklarında çınladı. Arkadaşı köşeye çektim: “Bak gör senin önemli dediklerini, şimdi söyle bakalım sen mi önemlisin, onlar mı?” diye sordum. Arkadaş da “doğrusun abi, bir şey demiyorum, resmen yerin dibine girdim” dedi.
Lüks restoranlar, beş ve daha fazla yıldızı olan ihtişamlı oteller bir yanda duruyor, bu yapıları inşa edenler ve buralarda çalışanlar bir yanda. Bu oteller günümüzde padişah ve beyzade yerine koyulan patronlar sınıfı için, onların sarayları. Bizlere ise bu saraylarda onların hizmetçiliğini yapmak düşüyor. Her çalıştığım otel ve restoran için istisna olmaksızın söyleyebilirim ki bu yerler gıda israfının zirvesi. Dört tepsi börekten dört dilim satıldıktan sonra çöpe dökülür. Tabaklarca yemekten beş tabak satılır ve gerisi çöpe dökülür. Her gün açık büfe için dönerler takılır ve yarısından fazlası çöpe gider. Litrelerce süt, portakal suyu, çeşitli sıkılmış meyve suları çöpe dökülür. Gözlerimin önünde çöp olan yiyecekler bir yanda durur, açlıktan ölen çocuklar, fırından simit çaldığı için hapse atılan çocuklar bir yanda.
Bu kadar yiyecek ziyan olurken, bizim için iki tabak güzel yemek çıkarmayı maliyet olarak görenler de bu sarayların sahipleri yani patronlardır. Öyle ki diyelim masadan kalkan müşterilerden tabak içinde yenmemiş üç dört balık olursa, bu orada çalışan personel arasında paylaştırılır.
Bu sektör neresinden tutarsak tutalım biz işçiler için sömürü makinesinden başka bir şey değil. Geçtiğimiz günlerde tanıdığım bir restoran beni iş için çağırmıştı. Gittiğimde çay ocağına bakan ve bardakları yıkayan arkadaşın işten çıktığını, yeni bir abinin işe alındığını gördüm. Abi ile tanıştım. İşimize döndük. Gel git akşam oldu. Üç dört masa hâlâ vardı. Masalardan birinde pasta kesilmişti ve pastanın yarısı duruyordu. Masayı topladık ve pastanın kalanını içeri götürdüm. Çaycı abi bu kalan pastayı çocuğuna götürmek istedi. Biz işçilere o kadar az para veriyorlardı ki abi “pasta alacak 20 lirayı ayıramıyorum” deyince patronlara öfkem yüz kat arttı, tepeme fırladı. Bununla da kalmadı arkadaşlar pastayı bölüşeceklerini söylediler ve abi ile arkadaşlar biraz tartıştıktan sonra pastayı abiye verdik. O gün şunu söyledim yeni tanıdığım Vanlı Ramazan’a: “Bu yaşadıklarımızı hak etmiyoruz.” Bana hak verdi. Bunun zoruna gittiğini ekledi ve “yapacak bir şey yok, ekmek için” dedi. “Evet” dedim, “ekmek için, ancak burada kazanmaktan çok kaybediyoruz. Baksana hayatlarımızın baharındayız. Hepimiz de burada hizmetçilik yaptıklarımızın artıkları için kavga eder durumdayız. Çünkü sömürülüyoruz. Çaycı abinin çocuğuna pasta götürme olanağı olsa bunu yaşar mıydık? Eğer biz hakkımızı istemezsek daha çok artıkların peşinde kavga ederiz.”
Evet, biz işçiler birlik olmaz, hakkımız olanı almak için mücadele etmezsek ürettiğimiz her güzelliğin sadece artıklarına layık görülürüz. Çocuklarımızın artıkların değil gerçeklerin kavgasını vermesini istiyorsak iş bugünden başlıyor.
Hak Verilmez, Alınır!
- Adres Doğru mu?
- Emekliler “AÇIZ” Diyor, Onları Kim Duyuyor?
- Geleceğimizi Kurmak İçin Birliğimizi Büyütelim
- “Asıl Haber Biziz Be Abla”
- Sağlık Çalışanlarına Sağlıksız Yemekler
- Sorunlar Mücadeleyle Çözülür
- İşyerinde “Paralı Eğitim!”
- Onların İnsafına Bırakmayalım!
- “Sana Ceza Veriyorum Tayfun!”
- Emekli Maaşı Ne Zaman Ödenecek?
- “Çalışanlarımıza Rapor Vermeyin!”
- “Kırtasiye Ürünleri İkinci Ele Düştü”
- Örgütlü Olmak ve Toplu İş Sözleşmeleri
- Alo 170: Yanlış Numara Çevirdiniz!
- Turgut Özal, Gökova Santrali ve Sonrası
- TÜİK Kimin Hizmetinde?
- Emekliler Sendika Kuramazmış!
- Sorumluluk Almadan Kazanım Elde Edemeyiz
- Topluma Fildişi Kulelerden Bakmak
- Mücadele Edenler Mutlaka Kazanır!
- Mücadele Geleneğimizin İzinde: Bayrak Elden Ele
- Sınavlar, Gelecek Kaygısı… Çözüm Nerede?
- Nehirler Akmaya, Gençlik Mücadeleye Devam Eder!
- Yaşımız 19…
- UİD-DER’de Çocukların Anlattıkları
- Gençliğe Çağrı: Bize Kılavuz Gerek!
- Üniversite Hayalleri ve Hayatın Gerçekleri...
- “Kıyamet Sığınakları” ve Bizim Sığınağımız
- “Babamıza Bile Güvenemeyecek miyiz?”
- Reklam Deyip Geçmeyelim!
- Yalnızlık ve Korku Duvarını Hep Birlikte Yıkalım!
- Mücadelenin Gençlerinden Sokak, Slogan ve Meydan
- Örgütlüysek Her Şeyiz!
- Arenalardan TikTok’a Uyuşturma Araçları
- Hüsrevlerin Değil Ferhatların Destanıdır Hatırlanan
- “Kafasını Telefona Gömen Gençlerden Değiliz!”
- Onlar “Kazanalım” Dedikçe Biz Kaybediyoruz
- Yalnız Taştan Duvar Olmaz
- Köşemize Çekilmiyoruz, Emekçi Gençlik Köşemizle Güçleniyoruz!
- Muhammed Ali’nin Haykırışı ve Gerçek Düşmanlar
Son Eklenenler
- Modern tıbbın temel kurallarından biri elleri çok iyi yıkamak, el hijyenine dikkat etmektir. Peki, el yıkamanın bile geçmişte mücadele konusu olduğunu biliyor muydunuz? Ignaz Semmelweis, 1840’lı yılların sonunda, Viyana’daki bir kadın doğum...
- Hayat pahalılığı ve yüksek enflasyon karşısında işçi ücretleri erimeye devam ederken kamudan özel sektöre işçiler, düşük ücretlere karşı mücadele ediyor. Harb-İş Sendikası, 11 Temmuzda Ankara’da basın açıklaması yaparak sefalet zammı dayatmasına...
- Kamu çerçeve protokol süreci uzadıkça uzuyor. Savunma sanayi sözleşmesi hakem heyetine gönderildi. Diğer işkolları ise 3. teklifi bekliyor. Kamu çerçeve protokolü kamu işçilerinin asgari ücretini belirleyen bir protokoldür. Nisan 2024’te Anayasa...
- İspanya’nın Cadiz kentinde 23 Hazirandan bu yana süresiz grevde olan metal işçileri, 8 Temmuzda eylemlerini sonlandırdılar. Yetkili sendika UGT sendikasının işverenle imzaladığı ön anlaşmayı kabul etmeyen yaklaşık 30 bin metal işçisi, 18-19...
- 600 binden fazla kamu işçisini ilgilendiren Kamu Çerçeve Protokolü (KÇP) görüşmelerinde siyasi iktidarın dayattığı düşük zam oranları sağlık işçileri tarafından “sefalet dayatması” olarak değerlendiriliyor. Yüksek enflasyon ve ağır vergi yükü...
- Gebze Sendikalar Birliği, geçtiğimiz hafta İsrail’in Filistin’deki zulüm ve katliamını protesto etmek için bir eylem organize etti. Biz de UİD-DER’li işçiler olarak, zulme uğrayan Filistinli işçi ve emekçilerin haklı mücadelesine destek olmak için...
- 9 Temmuzda Hindistan genelinde milyonlarca işçi, emekçi, çiftçi ve genç, Modi hükümetinin işçi düşmanı politikalarına karşı ülke çapında greve çıktı. Kentlerden köylere, fabrikalardan tarlalara kadar yaşamı durduran dev grev, Hindistan’daki tüm...
- Annem, ablamla birlikte dördüncü katta oturur. Sokağa inmez ama mahallede, köyde, Almanya’daki akrabalarda ne olup bittiğini mutlaka bilir. Evden her çıktığımda balkonundadır. Selamlaşır, iki laf ederiz. Başımda bazen UİD-DER yazılı kırmızı şapkam,...
- Karanlık ve aydınlık… Ölüm ve yaşam… Emek ve sermaye… Sonsuz evrenimizde her şey karşıtıyla birlikte var. Sömürü ve zulüm varsa isyan da var. Sınır, din dil, ırk farkı tanımadan dünya meydanlarında tek ses tek yürek olan işçiler, işçi sınıfımız var...
- Emperyalist savaşın alevlerini büyüten, milyonlarca masum insanı, doğayı katleden, kentleri yok eden egemenler ne yaparlarsa yapsınlar emekçilerin birbirleriyle dayanışmasının önüne geçemiyorlar. İşçi ve emekçiler fabrikalardan limanlara,...
- İzmir Büyükşehir Belediyesi grevinde yaşananlar hakkında Marksist Tutum’da bir makale okudum. Tam da içimden geçenleri, cümlelere dökemediklerimi noktasına virgülüne kadar yansıtan bir yazıydı. Konuyu derinlemesine ele alan bu yazı her mücadelede...
- Zeytinlik alanları maden ve enerji işletmeciliğine açacak yasa teklifine karşı tepkiler sürüyor. Çeşitli illerden Ankara’ya gelen köylüler, talan yasasına karşı TBMM yakınında bulunan Cemal Süreya Parkı’nda direniş nöbetindeler.
- Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli mücadeleler, dönemeç noktaları vardır. 1970 Haziran’ı bu tarihte önemli bir yere sahiptir. Bugün halen aşılamamış bir zirve olan 15-16 Haziran direnişi sürecinde, işçi sınıfı yapay kutuplaştırma...